Benim ve diğerlerinin. Biz, sadece birbirimizi bilir gülüşlerimiz için yaşardık saklı bahçelerimizde. Hepimizin gizli bir defteri vardı hem okutmak istemediği hem okunmasından korktuğu, köşe bucak kaçırırdık işte. Her şeyimizi yazardık ya o deftere; ne ayrılıklar, ne başlangıçlar, ne aşklar.. Ne endişeler, ne korkular, ne kırılmışlıklar.. Her gün güneşle yeniden doğardık biz.. Bir önceki günde kalırdı kırılmışlıklarımız.
Küçüktük.. Farkında değildik hiçbir şeyin. En büyük acımızın top peşinde koşarken düştüğümüz yahut düşürüldüğümüzde kanayan dizlerimizdi bariz; bilmezdik, bilemezdik aşk denen illetin kanımıza bir kanser gibi karışıp farketmeden yakacağını.. Pamuk şekerler mutlu ederdi ya oysa bizi, pembe renkleri bile yeterdi. Bir dakika önce bi küçük ayıcık istersen onun için ağlarken, bi dakika sonra gördüğümüz başka bi bebeğe ağlardık ama eninde sonunda pamuk şekerimizi alınca mutluluk denen unuttuğumuz duyguyu tadar ve gülümserdik..
Şimdi büyüdük.. Bitmeyen gülüşlerimiz yok artık, sallanmak için birbirimizle yarıştığımız salıncaklarımız boş kaldı işte, bizi esen rüzgardan koruyan annelerimiz ve babalarımız artık yanımızdaki engellerden koruyamaz oldular.. Artık mutluluk yerini anlaşılmaz hüzne, aydınlık yerini karanlığa ve her sabah yeniden doğduğumuz güneş kendini bitmez gecelere bıraktı..
Koşuşturma arasında kalbimizi, neşemizi, sevgimizi unutur olduk.. Verdiğimiz sözleri yerine getirmek öğretilmişti oysa en başta; fakat biz en önce kendimize verdiğimiz sözleri unuttuk.. Sustuk. Sustuk ve her susuşumuz bizden bi parça aldı. Bizden gülüşümüzden, o çocuk yüreğimizden ve onların yerini gitgide artan bi sevgisizlik sahtelik aldı..
Ne zaman bi iyilik ettik ki kendimize, en son ne zaman? 5 yaşındayken Ahmet Amcayla parka gittiğimizde mi, yoksa 6 yaşında Ayşe Teyzenin yaptığı kurabiyeleri yerken mi? En son ne zaman dinledik yüreğimizin sesini; Birinci sınıfda yan sıradaki Mehmete olan çocuksu saf duygularımızda mı, 5. sınıfta bi üst sınıftaki Veliye duyulan gizli, platonik aşkta mı?
Sahi ne kadarda cesurduk oysa; annemizin çok kıymetli yemek takımından bi parça kırdığımızda “evet ben kırdım” diyebilecek kadar cesur ve bi o kadarda dürüsttük oysa.. Oysa bizler bilmezdik neydi mutsuzluk, ağlayanlara kıyamaz ağlardık; bilmezdik hayat denen şeyin ne olduğunu bilemezdik; aşkı bilmezdik yıkılmayı, kırılmayı..
Küçüktük.. Olan hiç bi'şeyi anlamayacak kadar küçük.. Neyiz peki şimdi, ne olduk biz şehrin gürültüsünden kendi kalbinin sesini unutmuş bi avuç insan.. Oysa nede çok isterdik büyümeyi; işte büyüdük.. O çocuksu sevinçlerimizden eser kalmadı şimdi. Ne kadarız biz? Küçükken 5-10 kişilik yüreklerimizde şimdi toplasan 1 kişi eder miyiz? Evet artık büyüdük ve pamuk şekerler mutlu etmiyor bizi. Ve bizde unuttuk bizi mutlu eden şeyleri.
O zaman şimdi hatırla ! Git bi bakkala bi sakız al kredi kartıyla öde, minibüste giderken aceleci bi şekilde minibüsü durdur saati sor ve teşekkür et, sahile git ve kendini birden denize bırak. Eskiden olsa yapardık. Ne bilim işte git Ayşe Teyzenin kapısına vur “nasılsın” de, Ahmet Amcaya git “bana çikolata al” de, yahut tut babanın elini “hadi beni parka götür” de. Sende şimdi kendin için bi iyilik yap ve hiç olmazsa kulaklıklarını tak, ruhunun müziğini dinle. Ve uzun zamandır yapmadığın bi'şey yap; sadece dik dur ve gülümse.. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder