Bizim devirde depresyona girmek ata sporudur. Her ergen mutlaka depresyona girer. Kendisini odaya kapatır, kimseyi görmek istemediğini söyler. Sizinle geçenlerde başıma gelen bir anımı paylaşmak istiyorum:
Kuzenim İlknur da depresyona girmiş. Bu durumlarda aile hemen aynı yaş grubundan güvenilir bir kız çağrılır Maalesef İlknur ile yaşlarımız çok yakın.
"-Haticecim, İlknur biraz üzgün de bir konuşsan derdini öğrensen.
-Hala, demek insanlar böyle böyle kadın programı sunucusu oluyorlar. Kuzen, kardeş dinleye dinleye. Ama ben doktor olmak istiyorum. Hasta gelsin 'Neyiniz var' diyeyim. O da bana karnının ağrıdığını söylesin, ilacını alıp gitsin istiyorum. Elle tutulur gözle görülür sorunları dinleyeyim istiyorum. 'Aman ne bileyim içim daralıyor işte' gibi çözümü zor problem istemiyorum. Geleceğimle oynamayın, ben 'Sabah Sabah Haticece'yi sunmak istemiyorum."
Konuşmalarım faydasızdı. İlknur ile konuşacaktım. Onun olmayan derdini kendine dert edişini dinleyecektim. Yani iyi maaşlı babaya, anlayışlı anneye ve hiç kardeşsiz bir aileye sahip olmanın verdiği rahatlığı kendine sorun etmesini... Durumun bence tek açıklaması şuydu: Bu kıza rahat batmış.
İlk hedefim kapıyı açmasını sağlamak..
"- Kuzen ben geldim aç kapıyı.
- Kimseyi görmek istemiyorum.
- Hadi ordan şimdi Brad Pitt gelse görmek istemez misin?
- Ama o gelmedi.
- Tamam İlknurcum kaparsın gözlerini, beni görmezsin.
- Hatice beni benimle bırak.
- Ama sen seninle hiç anlayamıyorsun ki. Yine sen sana küstün, ben de sizi barıştırmaya geldim."
Yarım saatlik yalvarmalarımın sonucunda içeri girebildim. Bir yarım saat de "Of of yalan dünya!" tadında iç çekişlerini dinledim. Sanırım bir yarım saat daha kalırsam beni alıp Bakırköy'deki düşünen adam heykelinin yanına koyacaklardı.
"- İlknur, halam seni merak ediyor. Niye böyle yapıyorsun?
- Kimse beni anlamıyor.
- Çünkü kimsede seni anlayabilecek zeka kapasitesi yok. Belki Einstein yaşasaydı bize yardımcı olabilirdi.
- Biliyor musun bazen başımı alıp gidesim geliyor.
- Başını bırakıp gidemezsin ki zaten, mecbur onu da götüreceksin.
- Hatice sence ben biraz kaprisli miyim?
'Biraz değil çok kaprislisin.Hem kaprislisin hem imkansızsın. Seninle konuşurken beyin hücrelerimin tek tek öldüğünü hissediyorum. (demiyorum tabi)'
- Yok canım bu yaşlarda olur bazen. Hep o hormonlardan, her gençte olur zaman zaman.
- Gerçekten mi? Sende boşluğa düşüyor musun?
- Tabii.
- Bağırmak isteyipte sesinin fısıltıyla çıktığı oluyor mu?
- Yanii eh.
- Her gece rüyalarında yere çakıldığın, birilerini boğazlamak istediğin..
- Abartma İlknur. Neyse peki tüm bu salaklıkların pardon yani belirtilerin bir nedeni var mı?
- Var.
- En azından bir sebebi varmış.
- Yaşamak istemiyorum ben.
- Bende İlknur. Bu kapıdan girdiğimden beri ben de istemiyorum.
(İlknur'un düzeleceği yok ben de çivi çiviyi söker diyen atalarımızın sözünü dinliyorum ve veriyorum odunu:)
- Evet İlknur ben seni dinledim biraz da sen benim dertlerimi dinle.
- Dert mi?
- Sorma İlknur, hayat anlamsızlaşıyor her yer siyaha boyanıyor, of of kuzen içim daralıyor. Neden ben neden?
- Hatice iyi misin?
- Değilim. Lütfen çıkar mısın İlknur. Yalnız bırak beni, kimseyi görmek istemiyorum.
- Ama burası benim odam. Hem kuzen hayat çok güzel, bak bahar da geliyor. Gel dışları çıkalım. Ilık rüzgar vursun yüzümüze.
- O ılık rüzgar bıçak olur keser yüzümü.
- Ne olur benim hatırım için. Hadi giyineyim çıkalım."
Ben bu kızın derdini anladım. Derdi, bir derdinin olmaması. Ben başına dert olunca hemen kendine geldi.
Umarım ilerde erkek evladım olur. Kızların bu duygusallığıyla uğraşmak zor. Her zaman benim gibi kuzen nerden bulacağım.
Benim bu, ergen kuzenleri depresyondan çıkarma seanslarındaki başarım çevrede hemen duyulmuş olacak ki, geçen gün de komşumuz bize geldi. Sebebi ziyaretleri beni evlerine götürmek.
Annem "Kızı seni özlemiş git biraz zaman geçirin işte" diye giriş yaptığı konuşmasını "Ne diyorsam onu yap, sinirlendirme beni" tonuna dönüştürerek sürdürünce gitmeye kendi rızamla(!) ikna oldum.
Komşuya vardığımda kızı Rabia'nın insandan, tek başına yaşayan bir canlıya dönüştüğünü gördüm.
O an aldatılmış ve kullanılmış olduğumu anladım.
Önüme bir çay bile konulmadan kızın odasına neredeyse arkadan iteklemelerle götürüldüm.
"Hadi kızım arkadaşlık edin, güzel güzel konuşun" sempatisinde bir de konuşma...
Artık o korku odasındayım. Yüzüne gözüne kara kalem çalışması yapmış gotik komşu kızı karşımda. İçimden Felak, Nas okuya okuya yanına gittim:
"- Rabia.
- Gel otur dostum.
- Gel ne olursan ol gel, diye de bir söz var ama.."
- Bu yalan dünyanı yalan insanlarının yalan suretlerinden, yılan dillerinden, yılmış birini ziyarete mi geldin?
- Kız bu ne, rap mı yoksa yeni bi tekerleme çalışması mı?
(İki saatlik isyanın ardından ben artık hayattan bezmiş insanımsı bir canlıya dönüştüm. Neyse ki buna değdi ve sorunlara geçebildik. Daha doğrusu onun en yakın arkadaşının sorunlarına.)
- Ya benim bir arkadaşım var.
- Eee?
- İşte bu arkadaş çok mutsuz.
- Hayırdır nesi varmış?
- Sivilceleri var, siyah noktaları var, diş teli var.. Daha neyi olsun. Hay lanet olsun!
- Lanet okuma ya ben şu ecinnilerin aramızdan ayrılması için dua ediyorum. Daha da çağırma."
Neyse ki bir saate yakın bir konuşmanın ardından bu ergenimiz de hayata kazandırılmış oldu. Vatana millete hayırlı olsun. Ben anlamadım ben mi anormal bir çocuktum, yoksa şimdikiler mi anormal.
https://www.youtube.com/watch?v=xNS4rddvWOE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder