16 Eylül 2016 Cuma

Her Eylül Vedadır Biraz

 

Biz çocukken her şey gibi farklı anlamları vardı Eylül'ün. Sahi ne güzel bizim çocukluğumuz. Şimdilerde ölmeye yüz tutmuş çocukluklara inat çocukluk gibi çocukluktu. Kıpır kıpır hareketli, tek dünyası bilgisayardan yada telefondan ibaret olmayan çocuklardık biz. Güzel eylülleri vardı çocukluğumuzun biraz hüzünlü biraz buruk. Eskiden geldi mi eylül anlardık ki annelerimizin telaşından kış kapıyı çalmaya yakın, okular kapı önünde halihazır. 
Eylül hazırlık ayıydı biler için ve yazın bittiğinin kötü habercisi. Öyle ya çocuktuk hayattaki en büyük düşüncemiz ve eğlencemiz gündüzleri mahallenin sokaklarında maç yapmak, misket oynamak birbirimizi kovalayarak koşuşturmak, akşamları sobanın kenarına sinip televizyonun karşısında uyuyakalmaktı, bundandı eylüle nefretimiz. Geldi mi tüm özgürlüğümüzü alırdı elimizden. Ben hiçbir zaman okulu öyle aman aman çok seven bir çocuk olmadım, nefret de etmezdim ama olmasa da olurdu.
Eylül geldi mi tatlı bi telaş belirirdi evlerimizde; kışlık hazırlıklar başlardı, bir kaç ev bir araya gelir yufka yaparlardı, bu sanırım bi tek bizim yöreye özgü bişey değil her yörede adı farklı ama çocuklar için bayram neşesinde bir etkinlik, etkinlik diyorum çünkü şimdiki çocuklar bundan bihaber. Yufka hazırlığı da ayrı güzeldi, sacdan sobalar kurulur, babalara kilo kilo unlar aldırılırdı. Annelerin biri hamura, biri yufka açmaya, biri pişirmeye bi diğeri kesmeye otururdu; bizlerse ortalıkta payımıza düşeni ne zaman yiyeceğiz diye düşünürken oyuna dalardık.
Bir de bizim oranın insanı başkadır; mesela sabah işe giderken "güle güle" demez, "insana rast gelesin" der annem. İyidir annem. Bizim çocukluğumuzda misafir odalarımız vardı mesela, misafir odasına girmek şimdiki Beyazsaray'a girmekten daha zor ve gizemliydi. Annem mis gibi tarhana yapardı, tarhanayı misafir odasına sererdi, oda mis gibi tarhana kokusuyla dolar, annem kontrol için kapısını açtığında eve mis gibi taze tarhana kokusu yayılırdı. Çocukluğumun en sevdiğim kokularındandı. Şimdiki çocuklara bunlar çok uzak. Ne acı. 
Eskiden bi tatlı telaşı, bi tatlı hüznü vardı eylülerin, şimdi sadece hüznü kaldı. Artık veda anlamına geldiğinde eylüller anladım büyüdüğümü, buruk bir sevgiyle sevmeye başladığımda eylülü kabullendim büyüdüğümü. Evet; her eylül vedadır biraz; biraz hüzün, biraz acı; her eylül kopuştur biraz kendinden, biraz hayattan. Ve şimdi biraz daha gitmek eylül, uzaklara...
"Sessizlik huzur vermeye başladığında yaşlanmağa başlamış olacaksın" demişti annem. Bu kadar erken olabileceğini tahmin etmemiştim. 
Merhem kullanmamam yaralarım olmadığı anlamına gelmez. İnsanın gözlerine otururmuş acı. Bir insanın mutluluğu gülümseyişinden belli olur zaten, öyle içten öyle samimi olur. Kahkahası bol olan insanların gözlerine iyi bakın onların ki gözleri mezarlık gibidir. Sanki herkes tek tek gidecekmiş, ben bekleyecekmişim gibi. Sanki yıllardır uzaktayım ben. Acıya alışmış kişiye bahtiyarlık güneşinin, ışıklarını kısa bir an göstererek sonra yine onu karanlığa boğmasında sanki ne mânâ vardı? Düşün ki tepeden tırnağa dertsin ve insanlar sana gelip "Dur orada, bana derman olacak endâm görüyorum sende" desin.
Delirmekle sakinleşmek arasında gidip geliyorum sürekli. Kafamın içinde tanımadığım insanlar konuşuyor. Çöller, deryalar taşıyor gönlüm. İçimde biriken hislerin birden bire patlayarak beni zerreler halinde dağıtacağından korkuyorum. Kaçıp gitmek istediğim çok zaman oldu. Mesela bulutlara da dokunmak istiyorum ama elimde değil. Daha iyi, daha aydınlık bir yere varılacağına inanılmadan nasıl olur da bu yol yürünür
Gökyüzü, üç beş bulut, akşam garipliği.. Başka nemiz kaldı ki şu yalan dünyada?
Bir yüreğiniz vardı, onu hatırlayınız. Yüreğinizi kollayınız, ölmeden çürüyorsunuz bayım. Ve göğsünde papatya kokusu taşıyan kadınları sevin, onlar hep çocuk kalır.