Ne Okuyorum?


Nazan Bekiroğlu - Mücella

 Nazan Bekiroğlu Nar Ağacı’ndan sonra merakla beklenen yeni romanı Mücella’da bizleri 1920-1970’li yılların Türkiye’sinden nostaljik bir hikayeyle buluşturuyor.

Mücella şimdi bitti. Nazan Bekiroğlu bu defa, Mücella romanında bir genç kızın kadın olmaya giden hüzünlü ve çarpıcı hikayesi anlatılıyor. Bu kitabı okuyacak olanlar farkedecekler Nazan hoca dilde sadeleşmeye gitmiş. 

Onun o şiirsel dili,cümleleri burada az. Düz, sade birazda yüzeysel bir anlatımla aktarmayı tercih etmiş hikayesini. Belki daha fazla insan tarafından anlaşılabilmek, daha fazla okura ulaşabilmek içindir yada sadece bu hikayeyi de böyle anlatmak istediği içindir bilememekle beraber cümlelerinde ki alışageldiğimiz derinlik, ki bana göre tüm lezzet, bu kitapta pek yok.  Ama hikaye güzel. 

Öncelikle bir "kadin" romanı. Mücella anlaşılacağı üzere gerçek bir karakter. Nazan hoca yine de kendi üslubuyla güzelce de işleyerek çok hoş bir roman çıkarmış ortaya.
Kitabi okurken biraz da bir zaman tünelinden geçiyormuş hissine kapilabilirsiniz. 1920'lerden 70'lere kadar ülkemizde olan olaylara ufak olaylara değiniyor. Ne yollardan geçtik neler kazandık diye düşünürken diğer yandan teknoloji ile beraber hayatımızda ne güzelliklerin söndüğünü, tarihe gömüldüğünü yani neler kaybettiğimizi üzülerek farkediyoruz. 

Mücella Teyze onun üniversite yıllarında vefat etmiş bir insan. Geriye dönerek onun çocukluğundan itibaren başlayan roman, içinde bir çok kadın hikayesini barındırıyor. 
Aslında mucella roman karakteri olarak cok etkileyici değil, gösterişsiz sade, ama dediğimiz gibi onun etrafında olan kadın hikayeleri ile birlikte koca bir bütün. Sadece kadın değil elbette ama ağırlıklı olarak kadın. 
Evvela Mücella'nın annesi Neyire hanim, sonra kendisi, yetiştirilişi, örfler, ananeler, komşuları Münire onun kızı Filiz. Güzide 'si, Nefise'si, Zarife'si, Suna'sı,Rengin'i, onların hikayeleri ile aslında bizi bize anlatan bir "ayna" gibi .
Bir de Yusuf Ziya'nın Suna'ya bir mektubu var, kitabın en vurucu yerlerinden biri. Hüzünle okudum. Ayrıca o mektupta Nar Ağacı'nda uzun uzun anlatılan balkan gönüllüsü İsmail'in de geçmesi güzel bir ayrıntıydı. Açıkçası Mücellâ'nın hayat hikâyesinden çok Yusuf Ziya'nın sevdasını sevdim ben. Sevdayı dizi dizi sıralamasını içi cız ederek okudum. Zaman kaybı denilmiş ama bence sırf mektupta geçen bir tek cümle için bile okunmalı bu kitap. Herkesin derdine derman olan, yaraları hep iyileştirmeye çalışan çok güzel bir insan Mücellâ.
Kitap hakkında daha fazla gevezelik edip de kitabın lezzetini kaçırmak istemiyorum açıkçası, bu nedenle burda noktalıyorum kitabımızı.
Velhasıl kelam. Herkesin okuyabileceği güzel bir roman olmuş. Kapağı şahane.
Kalemine sağlık hocanın.
O yazsın biz okuyalım derim her zaman.
Kitaptan Alıntılar:
"Zaman iyi bir öğretmendi ama bu ne pahalı bedel, bu ne kabadayı bilgiydi."
"İyi de affa değer olanı zaten herkes affeder. Asıl af, affa lâyık olmayanı da affetmek değil mi?"
"Bildikleri bir yana kim bilir bilmeden nelerin yanından geçip gitmişti."
"Tüten bir baca kadar hayatı haber veren ne olabilir ki?"
"Nazlıgül dedi. Bu kadar okuyorsun, korkarım bir gün yazmaktan başka bir işin olmayacak seni, yazar olacaksın. O zaman, beni yazarsın. Şu Mücella Teyze’nin solan gülünü, gün görmediğini, içinde yazmaya değer bir şey olmayan kayda değmez ömrünü."
"Korkma dedi. Kimse aşktan ölmez. O işler sadece masallardadır. Hangi ateş sonsuza kadar yanmış ki? Biraz tüter sonra sönersin."

"Yara sıcakken duymamıştı acıyı. Gerçek acı zamanla başlayacaktı."
"Çam ağaçlarının altında, mavi mineye, kır menekşesine, beyaz gelin tacına, güle, suya, ışığa karıştı."

Arka Kapaktan:
Nazan Bekiroğlu Nar Ağacı’ndan sonra merakla beklenen yeni romanı Mücella’da bizleri 1920-1970’li yılların Türkiye’sinden nostaljik bir hikayeyle buluşturuyor.
Mücella, genç Cumhuriyet’le yaşıt bir kızın, unutulmuş kumaşların, kokuların, alışkanlıkların, iğne oyalarının, kimi yarım kalmış kimi tamamlanmış aşkların, hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden kadınların romanı.

Zamanın daha ağır aktığı, hayatın ritminin daha çok mahalle aralarında karar bulduğu vakitler. Gaz lambasının ışığında içilen nohut kahvesinin ağızda buruk bir tat bıraktığı dönemler.
Arka planda Türkiye, pek çok çalkantının içinden geçerken bile kendini bildi bileli çeyiz işleyen bir genç kız Mücella. Adım adım hayattan çekilirken bunu neredeyse hiç fark etmeyen... Neyi beklediğini bilmeden bekleyen... Derken günün birinde, kıyısında kaldığı hayata son bir çabayla dönmek isteyen...
Sümbül kokulu bembeyaz yastık kılıfları, kanaviçe işli peçeteler, uçları fistolanmış havlular, çeyiz sandıkları arasında…
Hanımeli, yasemin ve leylak kokulu yaz ikindileri gibi uzun kış gecelerinde de, ya çardağın altında ya hep o soldaki pencerenin içinde...
Mücella’nın dupduru ve çarpıcı hikayesi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder