22 Nisan 2018 Pazar

Ayrık Otu Kolonları ve Eğrelti Kirişler


Uzak şehirlere bakarken hep merak ederdim neden titrediklerini ışıkların. Sanki öyle garip öyle uzaktan ağlarmış gibi ya da kimsesiz bir şehrin sokaklarında soğuktan savrulur gibi. Ne tuhaf şeydi hayat; olanlar ve olmasını istediklerimiz arasında tahminimizden daha büyük bir paradoks ve düşündüğümüzden çok hızlı şey şu zaman. Sahi zaman dedi mi bir ince bıçak ağrısı saklanmıyor mu sizin içinizde bilmediğiniz bir yerlere. Uzak olanlara tüm bunlar. Çünkü yakındakiler anlamazlar hiçbir zaman uzaklardakiler gibi. İnsanların aralarında bazı bağlar vardır bilinmeyen ve adı konulamayan; sihir gibi, büyü gibi; anlaşılamaz bir hissiyat. Mesela yanı başınızdaki bilmezken, bilmem kaç kilometre uzaktan hissedebilir birileri. Sizin hiç anneniz ağlamaktan içiniz çıktığında ya da bir gece ateşten yandığınızda, sabahında hasta mısın dedi mi? Bir insan her şeye alışır, her şeye katlanır çünkü çamur her şeyi fütursuzca içine alabilecek bir yapıdadır. Bir şehre bakıp hiç koca bi yalnızlık gördünüz mü siz, isyan ederek aklınızın her odasında koşturdu mu mesela gözleriniz? Bir şehre alışmak bir insana alışmak  gibidir. Aynı karanlık sokaklarda kaybolarak öğrenmektir bazı şeyleri. Yeni başlangıçlar hep en sancılı süreçlerden sonra gelir ya hani; kaleniz tam yıkılmaya yüz tutmuşken, bayrağınız tam düşecekken; her daim son bir çıkış kapısı kollar ya yüreğiniz, hani bazen ömrünüzce kaçtığınız bir şeye tutulursunuz;  hayat hep en umulmadık yağmurlarla sınar yüreğinizi ve sizin toprağınızı hep en gereksiz anlarda sular zaman. Bazen miyadını doldurmuşsan bir şehirde, mutluluk vermiş sokaklar da hüzün verebilir. Mesela pencerenizden baktığınızda dışarda koşuşturan anılardan çok eğer düşlerinizde kalmış uzak anılarınız ağır basıyorsa tartınızda, artık gitme zamanı gelmiş demektir.
Bazen gayret kelimesi başını alıp gider ardına bakmadan sözlüklerinizden ve siz sadece arkasından koşturan ama asla yakalayamayan gözlerinizin yollarıyla kalırsınız. Hep benle beraber unuttuklarım. Orda bi yerde eğer duruyorlarsa en özledikleriniz ki hayattaki hiçbir duygu özlemden ağır basamaz kanımca, o zaman içinizdeki gayret diye bağıran kısmınızı duyamazsınız. Uzun ve karanlık gecelerde, kimsesizce tünemişsseniz eğer bi cama artık ordan her bakışınızda aynı duyguları yaşarsınız; insanı bir yerlere bağlayan değerler artık göz görmez olduysa gitme vakti gelmiştir.
Hani böyle en anlatılmaz anlarda dolar ya boğazınıza bir sancı, hani en olmadık anlarda br yumruk gibi düşer kalbinizin orta yerine; işte tam o zamanlada insanları ağırlayan dönüm noktaları ve ikilemler sürüklenecek en ağır rüzgarlardır.
Uzun yollar, ah şu tren rayları. Her bir milinde bıraktıklarınız, uzaklaştıklarınız hayatınızdan götürmeye başlamışsa bir daha o raylara bakmak size umut vermez; artık sadece o ince sızı, buruk bir ağrı kalır elde. Oysa ne çok severdim iki tramvayın karşılaştığı yerleri; sanki birbirine çok uzak kalmış iki nsanın kavuşması gibi. Şimdi öyle uzak ki geldiğim yollar, yanlış bir öyküdeyim yeniden yazılmaya ihtiyaç duyan. 
Hüzünlü geceler bilirim; sabahlarına kadar karanlığının her anını yaşlarımla ördüğüm ve her sabaha bitirip inatla üzerime giydiğim.
"Hani erken inerdi karanlık hani yağmur yağardı inceden, okuldan işten dönerken ışıklar yanardı evlerde..." 
Ne güzel bir şarkı, ne özlem dolu. Şimdi uzak bir penceren izliyorum hayatı, içimin ışığı bir kandil misali sönmüş denecek kadar cılız yanarken. İnsanlar sevdiği şeyleri yaparken enerjiyi her daim bulurlar kendilerinde oysa eğer mutsuzsanız sadece yorgunluk hissedersiniz iliklerinize kadar. Öyle yorgunum ki olan olmayan olacak olan ve olmayacak şeylerden. Yıllarca uyumak istiyorum içimden hiçbir şey geçmeden. Ne diyordu Sabahattin Ali; “hayatta  hiçbir şeyin benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor ve artık bundan acı duymuyordum”, ne acı yüklü bir cümle. Bir insanın kendi yaşamını hayallerinden sevdiği şeylerden uzak sürdürmeye çalışma çabası ne korkunç.
Özlediğim şeyler var; hatıraları zamanında nasıl mutluluk verdiyse şimdi öyle canımı yakan. Geçmiş geçmemişse hala orda yaşıyorsunuzdur ve bu durum sizi şimdiki zamandan koparır. Geçmişte bi yerlerde sokaklarda koşuşturan kız çocuğu olarak kaldım ben ve onu hala deli gibi özlerken. İki zaman arasında sıkışıp kalmak iki boyut arasında sıkışıp kalmak gibidir; varsın ama aslında yoksun ne orda ne burda. Seslenirsin kimse duymaz dürtersin kimse görmez, sönmeye yüz tutmuş bir mumun titrek alevidir bu. Ve eğer ipin ucu düştüyse bir daha tutamazsınız çünkü yangın büyürken kül eder her şeyi.
Zamanın bu kadar hızlı geçtiğini fark etmediğim zamanların anıları istila ederken beynimi eğer kalbim camı açıp atmıyorsa kendini sekizinci kattan evet hala yolum var demektir.  Yada belki de ömrümce kulağımı kapattığım kalbimin sesini ilk duyuşlarımı dikkate almaya korkuşumdan. Eğer bitmiyorsa hayat denen koşuşturmanız, zaman denen illeti sırtınızda taşırken kalbiniz sizi terketmiş demektir. Sevmek ateş olurmuş derler ki yanmak yalan zamandan uzakken.
Hapsolmak, hapse girmek değildir. Ne farkımız var hapisteki insanlardan belki onlardan çok esiriz bu sınırlar içinde. Aslolan hepimizin içinde, dolması gerekip, esir olduğu zaman. Dönüş yoluna bakıp binlerce totem yaptım belki de geçen arabalarla, sonuç hiç değişmedi hep esir kaldığım bu hayalet şehir.
Var mıydım gerçekten? Bu muydu gerçek yaşamım? Yahut binlerce paralel evrenden sadece birindeki yansımam mıydı bu oluşum? Koskoca bi yalnızlıktan başka bir şey kalmadığında avcunuzda, evet anlarsınız büyüdüğünüzü, sorumsuzca unutamadığınızda her şeyi o zaman sorgulamayı bırakırsınız. Şimdi öyle uzak ki geldiğim yollar. Ömrünüzce mücadele ettiğiniz şeylerin peşinden gidemediğinizde, dönen bu çarka boyun eğmek zorunda olduğunuzu hissettiğiniz o ilk anda uzaklaşmaya başlarsınız kendinizden ve hiç bitmeyecek bir yağmurun altında yürümeye başlarsınız ve bir daha hiç bahar gelmeyecek gibi acımasız hisler hücum ettiğinde gönlünüze o zaman duymaya başlarsınız kalbinizin sesini ve susturamazsınız bir daha ki belki de zaman kavramını unutan kalbiniz o zaman bir daha hiç susmazcasına çığlıklar atarken siz ve içinizdeki hiç dokunamadığınız sizleri delirtircesine hükmederken, aklınızdan bütün yollar kapanır. Geç oldu yorgunum, saçımda rüzgar ve beni çağıran uzaklar uzaklar. “Bu da nasıl yazı” deme şimdi, onun matematiği böyle kopuk kopuk oluşu. Kalbine mektup yazamıyor insan.