Uzak şehirlere bakarken hep merak ederdim neden
titrediklerini ışıkların. Sanki öyle garip öyle uzaktan ağlarmış gibi ya da
kimsesiz bir şehrin sokaklarında soğuktan savrulur gibi. Ne tuhaf şeydi hayat;
olanlar ve olmasını istediklerimiz arasında tahminimizden daha büyük bir
paradoks ve düşündüğümüzden çok hızlı şey şu zaman. Sahi zaman dedi mi bir ince
bıçak ağrısı saklanmıyor mu sizin içinizde bilmediğiniz bir yerlere. Uzak
olanlara tüm bunlar. Çünkü yakındakiler anlamazlar hiçbir zaman uzaklardakiler
gibi. İnsanların aralarında bazı bağlar vardır bilinmeyen ve adı konulamayan;
sihir gibi, büyü gibi; anlaşılamaz bir hissiyat. Mesela yanı başınızdaki
bilmezken, bilmem kaç kilometre uzaktan hissedebilir birileri. Sizin hiç anneniz
ağlamaktan içiniz çıktığında ya da bir gece ateşten yandığınızda, sabahında
hasta mısın dedi mi? Bir insan her şeye alışır, her şeye katlanır çünkü çamur
her şeyi fütursuzca içine alabilecek bir yapıdadır. Bir şehre bakıp hiç koca bi
yalnızlık gördünüz mü siz, isyan ederek aklınızın her odasında koşturdu mu
mesela gözleriniz? Bir şehre alışmak bir insana alışmak gibidir. Aynı karanlık sokaklarda kaybolarak
öğrenmektir bazı şeyleri. Yeni başlangıçlar hep en sancılı süreçlerden sonra
gelir ya hani; kaleniz tam yıkılmaya yüz tutmuşken, bayrağınız tam düşecekken;
her daim son bir çıkış kapısı kollar ya yüreğiniz, hani bazen ömrünüzce
kaçtığınız bir şeye tutulursunuz; hayat
hep en umulmadık yağmurlarla sınar yüreğinizi ve sizin toprağınızı hep en
gereksiz anlarda sular zaman. Bazen miyadını doldurmuşsan bir şehirde, mutluluk
vermiş sokaklar da hüzün verebilir. Mesela pencerenizden baktığınızda dışarda
koşuşturan anılardan çok eğer düşlerinizde kalmış uzak anılarınız ağır
basıyorsa tartınızda, artık gitme zamanı gelmiş demektir.
Bazen gayret kelimesi başını alıp gider ardına bakmadan
sözlüklerinizden ve siz sadece arkasından koşturan ama asla yakalayamayan
gözlerinizin yollarıyla kalırsınız. Hep benle beraber unuttuklarım. Orda bi
yerde eğer duruyorlarsa en özledikleriniz ki hayattaki hiçbir duygu özlemden
ağır basamaz kanımca, o zaman içinizdeki gayret diye bağıran kısmınızı
duyamazsınız. Uzun ve karanlık gecelerde, kimsesizce tünemişsseniz eğer bi cama
artık ordan her bakışınızda aynı duyguları yaşarsınız; insanı bir yerlere
bağlayan değerler artık göz görmez olduysa gitme vakti gelmiştir.
Hani böyle en anlatılmaz anlarda dolar ya boğazınıza bir
sancı, hani en olmadık anlarda br yumruk gibi düşer kalbinizin orta yerine;
işte tam o zamanlada insanları ağırlayan dönüm noktaları ve ikilemler sürüklenecek
en ağır rüzgarlardır.
Uzun yollar, ah şu tren rayları. Her bir milinde
bıraktıklarınız, uzaklaştıklarınız hayatınızdan götürmeye başlamışsa bir daha o
raylara bakmak size umut vermez; artık sadece o ince sızı, buruk bir ağrı kalır
elde. Oysa ne çok severdim iki tramvayın karşılaştığı yerleri; sanki birbirine
çok uzak kalmış iki nsanın kavuşması gibi. Şimdi öyle uzak ki geldiğim yollar,
yanlış bir öyküdeyim yeniden yazılmaya ihtiyaç duyan.
Hüzünlü geceler bilirim; sabahlarına kadar karanlığının her
anını yaşlarımla ördüğüm ve her sabaha bitirip inatla üzerime giydiğim.
"Hani erken inerdi karanlık hani yağmur yağardı inceden,
okuldan işten dönerken ışıklar yanardı evlerde..."
Ne güzel bir şarkı, ne özlem dolu. Şimdi uzak bir penceren
izliyorum hayatı, içimin ışığı bir kandil misali sönmüş denecek kadar cılız
yanarken. İnsanlar sevdiği şeyleri yaparken enerjiyi her daim bulurlar
kendilerinde oysa eğer mutsuzsanız sadece yorgunluk hissedersiniz iliklerinize
kadar. Öyle yorgunum ki olan olmayan olacak olan ve olmayacak şeylerden.
Yıllarca uyumak istiyorum içimden hiçbir şey geçmeden. Ne diyordu Sabahattin Ali; “hayatta hiçbir şeyin benim dilediğim
gibi olmayacağını biliyor ve artık bundan acı duymuyordum”, ne acı yüklü bir
cümle. Bir insanın kendi yaşamını hayallerinden sevdiği şeylerden uzak
sürdürmeye çalışma çabası ne korkunç.
Özlediğim şeyler var; hatıraları zamanında nasıl mutluluk
verdiyse şimdi öyle canımı yakan. Geçmiş geçmemişse hala orda yaşıyorsunuzdur
ve bu durum sizi şimdiki zamandan koparır. Geçmişte bi yerlerde sokaklarda
koşuşturan kız çocuğu olarak kaldım ben ve onu hala deli gibi özlerken. İki
zaman arasında sıkışıp kalmak iki boyut arasında sıkışıp kalmak gibidir; varsın
ama aslında yoksun ne orda ne burda. Seslenirsin kimse duymaz dürtersin kimse
görmez, sönmeye yüz tutmuş bir mumun titrek alevidir bu. Ve eğer ipin ucu
düştüyse bir daha tutamazsınız çünkü yangın büyürken kül eder her şeyi.
Zamanın bu kadar hızlı geçtiğini fark etmediğim zamanların
anıları istila ederken beynimi eğer kalbim camı açıp atmıyorsa kendini
sekizinci kattan evet hala yolum var demektir.
Yada belki de ömrümce kulağımı kapattığım kalbimin sesini ilk
duyuşlarımı dikkate almaya korkuşumdan. Eğer bitmiyorsa hayat denen
koşuşturmanız, zaman denen illeti sırtınızda taşırken kalbiniz sizi terketmiş
demektir. Sevmek ateş olurmuş derler ki yanmak yalan zamandan uzakken.
Hapsolmak, hapse girmek değildir. Ne farkımız var hapisteki
insanlardan belki onlardan çok esiriz bu sınırlar içinde. Aslolan hepimizin
içinde, dolması gerekip, esir olduğu zaman. Dönüş yoluna bakıp binlerce totem
yaptım belki de geçen arabalarla, sonuç hiç değişmedi hep esir kaldığım bu
hayalet şehir.
Var mıydım gerçekten? Bu muydu gerçek yaşamım? Yahut
binlerce paralel evrenden sadece birindeki yansımam mıydı bu oluşum? Koskoca
bi yalnızlıktan başka bir şey kalmadığında avcunuzda, evet anlarsınız
büyüdüğünüzü, sorumsuzca unutamadığınızda her şeyi o zaman sorgulamayı
bırakırsınız. Şimdi öyle uzak ki geldiğim yollar. Ömrünüzce mücadele ettiğiniz
şeylerin peşinden gidemediğinizde, dönen bu çarka boyun eğmek zorunda
olduğunuzu hissettiğiniz o ilk anda uzaklaşmaya başlarsınız kendinizden ve hiç
bitmeyecek bir yağmurun altında yürümeye başlarsınız ve bir daha hiç bahar
gelmeyecek gibi acımasız hisler hücum ettiğinde gönlünüze o zaman duymaya
başlarsınız kalbinizin sesini ve susturamazsınız bir daha ki belki de zaman
kavramını unutan kalbiniz o zaman bir daha hiç susmazcasına çığlıklar atarken
siz ve içinizdeki hiç dokunamadığınız sizleri delirtircesine hükmederken, aklınızdan
bütün yollar kapanır. Geç oldu yorgunum, saçımda rüzgar ve beni çağıran uzaklar
uzaklar. “Bu da nasıl yazı” deme şimdi, onun matematiği böyle kopuk kopuk
oluşu. Kalbine mektup yazamıyor insan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder