19 Ekim 2012 Cuma

BEYAZ- MAVİ MASAL



        Gözler takılınca geriye insan aciz mi kalıyor? Vedalaşırken dahi son bakışı yakalamaya çalışmayan insanlar var.Neyse boş ver şimdi sen bu beylik lafları.Ben uykusuz kelimelerden bahsedeceğim sana.Bir küçük gezgin yaşatıyorum içimde. Bir gün ben mi o mu kulağıma fısıldadı “hayal et!” diye hatırlamıyorum ama o gün bugündür bahçemde hayaller büyütüyorum sonsuz mavi bahçemde. Dolacak diye korkuyorum üstelik. Yarına, haftaya, iki ay sonraya, seneye hatta on yıl sonrasına kurulmuş hayallerim var. Bahçede bir huzursuzluk sezinliyorum bu aralar. Hiçbirinden vazgeçmemek koşuluyla her gün bir yenisini ekliyorum bahçeme; pek de iyi anlaşamıyorlar. Nutuk ve söylev gibiler aslında aynı; ayrı  yolun  yolcusu.  Vazgeçemediğim kalemlerim var mesela. Kalemlere bölünüyor günlerim,  günlere ayrılıyor kalemlerim. Tüm okuduğum kitaplarda aynı sesi aramam bu yüzden. Her günüm için farklı bir kalem seçtim. Küçük bir prensesken olan oyuncaklarımı böldüğüm gibi. İnsan büyüğünce prensesliği de kalmıyor tabi nede oyuncakları. Zaten içinden deniz geçen bir şehirde kalemden başka neye sarılınır? Her günün farklı oyuncağı vardı. En gizli, en büyülü olanı fark edene kadar. Şimdi  dünya kadar kelimeler var avucumda, sığdıramıyorum kağıtlara.Bulutlar nasıl anlatılır ki?
         Bir arabam vardı mesela. Kız çocuklarının aksine hiç sevmezdim bebeklerle oynamayı. Alice hariç tabi ki zaten oda bebek değil kardan kocaman bir ayıcık. O küçük arabaya binip gitmeyi, dünyayı dolaşmayı hayal ederdim.Gitmek sadece varana kadar şifa olurmuş yinede gitmeden bilinmez. Sonra bide Alice var tabi: Neden Alice? Masallara inanırımda ondan. Kim ne derse desin harikalar diyarı var.Ben küçükken sevgili sırdaşım ayıcığım benden büyüktü ilginç olan ben büyüdüm ama o hala benden büyük. Ve benim hala ilk işim şu; eve gider gitmez gider otururum kucağına başlarım olanı biteni anlatmaya. En samimi, en olduğu biçimde. O duyuyor beni biliyorum, hem duymazsa nasıl konuşur? Bir hayat paylaşıyoruz biz sevgili psikologumla hayat dediğinde tuhaf tabi bazı karıncalar yemek seçiyor mesela. Terapilerimiz olduğu gibi ikimizin ortak oyuncakları da var mesela. Pırıl pırıl bembeyaz oyuncaklar; Alice’den daha beyaz ve büyük,  kocaman seviyoruz biz birlikte onları. Tabi insan bazen nasıl bazı kelimeleri diğerlerinden çok seviyorsa onlarında bazılarını daha çok seviyorum ama diğerleri duymasın gücenirlerse çok üzülürüm.
        Yaz aylarında saklambaç oynuyoruz mesela. Kızıyorum ama onlara çünkü yaz oldu mu kaçıyorlar, hep köşelere saklanıyorlar. Köşeler ilk akla gelen yerlerdir. Saklambaç oynamadınız mı siz hiç? Her birinde farklı bir dünya var aslında; her birinin şekli gizli bir dünya. Doğrusu onlar benim gizli oyuncaklarım kimseye anlatmadığım ama şimdi yazıyorum işte.Bulutlarda konuşur esasında tabi mesele duyabilmekte. Sorsan herkes konuşmaz der bulutlar; herkes söyleyince doğru olmuyor işte. Onlarla bir masal paylaşabilmek mesele sonra zaten düşüyorlar yeryüzüne.
         Pamuk oyuncaklarımı kimse değiştiremiyor; öyle bir gerçeğe inanıyorum ki tasavvur etmekte zorlanıyorum, tasvir etmekse mümkün değil.Bulutlarda yürümek benimkisi.Kitaplar kadar olmasa da  yeri göğü sarsan, beni onlara taşıyan birde müzik var mesela. Sonra ben şarkılardan çalıyorum. Hayat “oda lazım”larla tıka basa dolu, ama her seferinde onlardan bana bir “her şey güzel olacak” duası. Mesela bana bir renk geliyorlar tek tek, söz verdiler hepsi. Söz veren bir renk duydun mu sen hiç? Duymadın tabi çünkü hiç dinlemedin, konuşmadın, oynamadın onlarla beklide.Güneş en görkemli haliyle gözlerine misafir olurken yere uzanıp hiç bahçelerinin kapılarını açmadın onlara. Saatlerce izlemedin onları, bir fincan kahve sohbetini hiç paylaşmadın, elinde kitabınla yeni diyarların keşfine yolculuk yapmadın hiç onlarla. Kalbin ağzında atmadı hiç onlarla oynamaktan yorulduğunda. Çünkü gökyüzüne bakmıyoruz!
         Utanma, korku, öfke, sevgi; hepsi sonradan öğreniliyor. Ve insan öğrendikçe hep bir şeylere mahkum yaşıyor. Ama insanlar içinde yıldızlar kadar özgürüm ben. Çünkü sonsuz maviliklerde beyaz gemilerim var benim, pamuktan kalelerim; işte bu yüzden de kağıttan gemiler yapmayı çok severim.Ve ben onlarla tanıştığımda henüz hiç bir şey bilmiyordum.Kitaplarla bile tanışmamıştım daha, onlar anlatırdı masallarımı. Ama insanın bilmeme lüksü hiçbir yerde yok.Tabi öğretici işinin zorluğu da şimdi şimdi dank ediyor.Bir çocuğa dürüstlüğü anlatmanın zorluğu… Hem de dünyada maskesiz hiç kimse yokken.Üstelik o çocuk pazartesilerden nefret ediyorsa; “pazartesi” ahrette yakama yapışacak diye korkanlardandım da bende.Tüm bunları düşünmek gerekiyor, düşünmek içinde durmak; bulutlar durmaz.
         Nasıl sıkı sıkıya bağlandıysa gözler yarılan denize bende aramızda hiçbir boşluk bırakmadan sıkı sıkıya bakıyorum onlara. Benim mesleğim doğuştan gelen kaptanlık beyazlar içinde; gemilerimle yolculuklara çıkıyorum. Yol anlamından fazlasını veriyor insana kelimelerden bazıları, kendim bile bilmezken üstelik. Yolun klişelerden geçtiğini sanana ikaz; hiçbir şey ve bu göründüğü gibi değil. Çünkü ben yalnızca bir gecede dünyanın en iyi insanından nefret edebilirim.Ve şimdi onlar yazılar yazdırsalar da bana; düne baktığımda eskimiş sahneler kalıyor onlara. Hayale dalıp olduğun yerde saymak gibi… Salıncakta sallanırken gözlerini kapatıp uçtuğunu varsaymak gibi…
         “Bu nasıl yazı böyle!” deme şimdi; bu yazının kendi matematiği böyle kopuk kopuk oluşu. Bana öyle tam geliyor.

http://www.youtube.com/watch?v=Uut9MDFwN9M

11 Ekim 2012 Perşembe

"Kitap okumayana aşık olunmaz"



Doğruluğu tartışılır diye düşündüğüm bir cümleydi bu ilk okuduğumda, üzerine kafa yormadan önce. Sonuçta aşk anlık bir olaydı ve bu bizim elimizde değildi. Yani birine aşık olurken; "dur bak bu kitap okuyor mu acaba" diye sorup, "bu okuyor dur aşık olayım" yada "yok bu kitap okumuyor ben buna aşık maşık olmam" demediğimize göre. Şimdi böyle düşünenler yoktur herhalde. Sonuçta bir insanın gözlerinde ilk anda hissedilen bir duygu bu. Bir insana önce aşık olur zamanla severiz diye düşünüyordum çünkü önceden.
Peki şimdi? Farklı mı, değişti mi düşüncem: Hayırımsı evet. Nasıl mı, hemen açıklayayım efendim:
Aşk dediğin şeyin bilimsel bi açıklaması yok -varsada ben girmicem şimdi, bende yok-  ama aşk öyle anlık duygularla ilgili bişeyde değil. Mesela kitap okumak başlı başına bi aşk zaten. Ayrı bi tutku. 
Kitap okumayı bilmeyen sevmeyide bilmez demiyorum, bilir. Bilir ama gösteremez, kısıtlıdır gösterme hazinesi. Sonuçta taaa dedelerimin zamanındayken onlar kitap okuyup aşık olmuyolardı. Ama en azından o dönemde saftı sevgiler, artniyetsizdi. Şimdi "aşk" denilen kavramı kirli paslı duyguların ardına saklayıp kirlettiler. Bu yüzden bence daha bağlıyız yada olmalıyız kitaplara. Çünkü bizim kuşak pek takılmıyor aşka. Basitleştirilmiş gibi. Bu yüzden bende önemsemiyorum zamane aşklarını.
Babamın annemi sevdiği gibi bi aşkla sevecek bi adam yok denilecek kadar az var artık. Sayısalcı adamın mantığıyla bakıldığında da öyle bi insanla karşılaşılma oranı milyonda bir. Yinede bir gün "aşk" denilen kavramın hakeden herkesi bulacağına inanmaktan vazgeçiremiyorum kendimi.
Bu yüzden seviyorum okumayı. Çünkü her kitabım yeni bi aşk getiriyor bana. Yeni sevdalar okuyorum her defasında. Kitaplarıma aşık oluyorum bir kez daha. Hepsiyle ayrı ayrı alakadar oluyorum. Konuşuyorum mesela bazen onlarla. Okurken kızdığım, yada mutlu olup kahkahalar attığım koyu bi sohbetin içinde buluyorum kendimi mesela. İlerinde yaşamayı öğrendikçe daha fazla içlerine alıyorlar beni. 
Bizim kuşak gibi geçici hevesleri aşk sanıp kırılmıyor, küsmüyorumki ben aşka. İlk aşkım babamdı ve ona yaraşır bir aşk bekliyor beni biliyorum. Bu yüzden her çarpıntıya koşup yorulanlardan olmuyorum. Yormadan, yorulmadan; sakince saklıyorum yüreğimi: Gerçek aşk birgün geldiğinde ona yorgun bir yürek sunmamak, sımsıkı sarılmak için.
Bi dizede anlatıldığı üzere; "sevmek güzel meslek, ama zor", işte böyle aşklar lazım inanmaya. Mavi Gözlü Dev'in Nazım'ın Kızıl Saçlısı'na Piraye'sine duyduğu aşk-î derûn misali kuvvetli bi sevda. Her kelimeyle aşk dokuyarak, aşkı koskoca bir ömre yayarak; bazen gizli saklı,  bazen rüzgar kadar hür ulu orta. 
 Bir şairin şiirinde; "ben benden olgun insan isterim karşımda" dediği gibi. Ne diyor Ahmet Ümit Sultanı Öldürmek'in başında itina ile "Şahene bir aşk çoğu zaman harcanmış bir hayat demektir."
Kitap okuyan insan, kitaplardan bilir sevdayı. Ve kendi romanını yazarken dikkate alır her heceyi. Hani bir yazarın makalesini yahut denemesini kaleme almadan önce o konuda yapılan hemen hemen tüm eserleri okur ya örnekler alarak tecrübeler edinerek yazar sonra; onun gibi. İşte bu yüzden %100 doğrulukta inanmasam da %98 inanıyorum bu tanıya; nede olsa istisnalar kaideyi bozmaz değil mi? Velhasıl her kadının bir Nazım'ı vardır yaratılmış yada olacaktır günün birinde elbet. İşte bu yüzden: 
"Kitap okumayana aşık olunmaz"mış..

8 Ekim 2012 Pazartesi

Müzik Çare Yada Kitaplar


 Ben bi tek yağmurda ıslanırken ağlarım. Yada sessiz bir gecede gökgürültüsüyle yağmur yağarken. Çünkü güçlü olmak zorundayım. Çünkü ben hiç ağlamadım ve nefret ettim hep ağlayanlardan.Kırılmışlıklarım olmadı desem yalan, oldu. Ama hayatta bi tek benim kanayan dizlerim yoktu, benimde kanattıklarım vardı elbet. Geçtiğim yollar hala gölgemi taşıyorlar.Öyle güçlü oldumki beni en tanıyan bile şaştı bazen halime. Çünkü ben hep gülmek zorundayım. Ben kimse için yıkılmadım yıkılamam. İsteyen olur hayatımda firarı ben hep serbest bıraktım.Mesela ben seni hiç bir defa dökmedim kelimelerle dilimden yabancılara. Çünkü sen özeldin, benimdin, iyi veya kötü yaşanmışlıklarımla bana aittin. Kimse bilmedi seni. Varlığın vardı evet kimliğin yoktu fakat. Çünkü anlatamazdım. Kimse bilmemeliydi seni.Hayatıma girişin kadar çıkışınıda anlatmadım kimselere. Kimse bilmedi; ne gidişini, ne nedenini. Aslında gidişini herkes bildi ama yokluğunu hiç kimse işitmedi.Sen hep kapalı kutu olarak kaldın yüreğimde. Sesim yetişmedi sana. Zaten benim sesim yetişemezdi. Sen hayatımdan giderken dur diyemezdim sana ben olan bana yakışmazdı. Ben sustum, sen gittin.Gidişini bilenler şaştı bana, ben olsam yapamazdım, sevmedi heralde dediler; oysa seni ne kadar inatçı bi aşkla sevdiğimi hiç bilmediler. Çünkü bilmemelilerdi, ben hayatıma kaldığım yerde devam etmek zorundaydım. Ben ağlamazdım, ağlamadım.Kimse göremezdi gözyaşlarımı, ben onları çocukluğumdan beri hep sakladım. Ben güçlü bi insanım ve zayıflığımın görülmesi istemem.Oysa özlerim ben, çok özlerim. Özlersem sessizleşirim, sessizliğim bozulduğunda hırçınlaşırım. Bilirsin zaten pek bi sakin insanımdır. (!)
Ben bütün resimlere düz baktım. Ama içlerindeki renkleri hiç bi zaman kaçırmadım. Çünkü renklerdi hayatım ve sende bi renk geldin bana. 
Biliyorumki tutar geri dönersem, başa dönersem daha beter; aynı korkunç yollardan bi kez daha geçmem gerekecek. Oysa herşeye rağmen ilerlersem yolun düzelebileceği umudu var yinede.
Şimdi kızıyorum kendime. Yinede bi tek seni özlüyorum. Tüm bunları kimsenin bilmemesine rağmen yine bi tek sana anlatmak istiyorum. Ama sen yinede bilme. Bilinmezlik siyah yada beyaz olmaktan daha güzel geliyor.
Müzik çare; yeni yeni ezgiler, keşfedilmemiş duygular. Yada kitaplar; yeni karakterler, yaşanmışlıklı hikayeler. Dinleyerek okumak, dinlenerek çalışmak gibi bir deniz kıyısında; okudukça okuyasın durdukça çalışasın geliyor. Kahvenin kokusuna karışan duygular, buharla bir olup ezgilerde dans ediyor. Sana bir ben gerek her defasında yeniden doğuyor.
Mevsim sonbaharken sevda ayrı sarıyor, gözler kapandığında yürek dile geliyor. Vehasıl ne gök mavi artık nede yapraklar yeşil sonbara girdik ya oda tükeniyor. Göğün mavisi beyaza, yaprakların yeşili sarıya çalıyor. Zaman hayatlarımızdan alıyor. Ve geçtikçe bizi bizden çalıyor.
Ben rahatım çünkü bende ondan çalıyorum kitaplarımla, müziğimle, yağmurumla. Hayat güzel geliyor; ve şimdi bir ezgi söylüyor dudaklarım, aklımdan düşmeyen; onu bana katanda yağmurun damlalrında gizli kayan balıklar. Balıklar şarkı söylemez deme şimdi onlarda şarkı söyler. Üstelik farkedebilene ezgileri varolanlardan dahada güzel. ;)

http://www.youtube.com/watch?v=NYrqmkEqj7U

4 Ekim 2012 Perşembe

Ben mi?



Ben.
Hani şu gecenin yarısı radyoda duyup da adını bir türlü bulamadığınız bir şarkıyım bazen. Siyah beyaz temelde aynı anda tüm renkler içinde. 
Ya da sokakta amaçsızca gülerek yanınızdan geçen bir insancık.
Susarak oturan bir insan da olabilir.
Suratı asık bir kişi de tabii ki. 
Aylak adam gibi mesela.
Ben.
Defalarca izleyebileceğiniz ama hiç vakit ayıramadığınız bir film.
Sabah uyanıp aynada gördüğünüz o korkunç ifade.
Sözlerini anlamadığınız halde defalarca dinlediğiniz bir şarkı.
Sözlerini anlamadığınız halde defalarca ettiğiniz bir dua.
Sözlerini anlamadığınız halde defalarca kaçtığınız bir aşk.
Ben.
Akşam oldu hüzünlendim ben yine şarkısındaki özne.
Yine bu yıl ada sensiz şarkısındaki gizli özne.
Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul'un şarkısındaki aşık.
Bir de huysuz ve tatlı, gülüşüne ömrümü sığdırabileceğim adama aşık.
Ben.
F5 tuşu.
Hani mesaj gelir diye belki.
Ya da sağ tık > yenile.
Bazen Ctrl + C.
Bazen Ctrl + V.
Temelinde; 00100100100100...
Ben.
Sıkıldım.
Utandım.
Üzüldüm.
Aşık oldum.
Aşık ettim.
Terk edildim.
Terk ettim.
Ağladım.
Güldüm.
Yıkıldım.
Ayağa kalktım.
Göklere uçtum.
Geri düştüm.
Ben.
Sustum.
Konuştum.
Dinledim.
Bıraktım.
Getirdim.
Götürdüm.
Sevdim.
Kaçırdım.
Takıldım.
Arandım.
Ben.
Sen.
O.
Biz.
Siz.
Onlar.   
Ve hiç bişey aslında daha bi sürü şey.
Peki niye? Biliyor musun sen?   
Bende bilmiyorum özünde. Geldiği gibi yaşıyorum sadece.