28 Kasım 2017 Salı

Antik Karmaşa


Dolunayın altında ıhlamur ağaçları, ve solda yürüyen kadının sağ omzu. Ayrık otunu bilir misiniz? Şimdi bir tren penceresinden başka yaşamlara bakar gibiyim. Zaman bir salyangozun vücudunda yaşıyor burada. Ve çok ağır ilerliyor. Sabah uyanır uyanmaz saçlarımı toplarım yerden.
Her gün düzenli olarak saçlarımı topluyorum yerden. Parmağımı ıslatıp geceden yere düşen yıldız küllerini yapıştırıyorum parmak uçlarıma, sonra parmaklarımdan birini kalemtıraşa sokup derimi yüzesim geliyor, vazgeçiyorum. Sıradan bir sabah işte. Tekrar uyanmış olmanın verdiği memnuniyetsizliği ekarte etme çabaları... Sabah güneşinin ışıldattığı rengarenk reçel kavanozlarının dizili olduğu ahşap bir mutfak rafı düşlerim sık sık. Bütün kötü alışkanlıklarımı gözden geçirir, hiçbirisinin aslında kötü olmadığına kanaat getiririm. Gerçi ne büyük zaaf inanmak! Ne büyük bir çıkmaz her gün yeniden uyanmak!
Her yara, yeni bir şey öğretiyor insana. Ayakta kalmasını öğrenmiş insanlar için, kaybetmek büyük bir mesele değildir. Kafamda bir tuhaflık vardı, içimde de ne o zamana ne de o mekana aitmişim duygusu.
Sonra bir gece yarısıydı, penceremden süzülen bir parçacık ay ışığının üzmesine uzandım, uzun uzun seyrettim gökyüzünü; gökyüzü ki her yerde aynı, tek buluşma noktası. Geçen zamanda kaybolan insanları düşündüm; onlardan biri olup olmadığımı. Bütün gökyüzü doldu ciğerlerime fazla havadan nefessiz kaldım. Kaç fırtına kopuyordu gönül denizimde ve ben inatla hiçbirini duymamak için ne kadar uzun süredir kapatmıştım yüreğim sesine kulağımı. Azad ettim tüm gönül kuşlarımı; çok uzaklara gittiler gökyüzünün sonsuz karanlığında, kızardı saçlarım yandı o derin karanlıkta.
Gönül dediğin öyle ağır yüklere ev sahipliği yapıyor, öyle ardına kadar açıp kapılarını ağırlıyor ki hüzünleri; bu kadarını ben mi barındırdım diyorsun. Etrafına ördüğü kalın yüksek duvarlar, kuşandığı zırh ve oklar hiçbiri boşa değil bir kere daha anlıyorsun. Yaraları ortak insanlar elbet daha iyi anlaşır.  Beklenen ve bekleyen yolların bir yerde kesişmesi için beklemekteler; peki ya benim beklediğim?
Bir hayali bekliyorum ben; aslında hiç var olmamış ve belki de hiç varolayacak olanı. Kafamda olup bitenler, beni benden ettiler. Gelir mi her beklenen umulmadık kışların baharlarına? Bilmiyorum. Her insan için doğru insan var mıdır?
Doğru adam, sevgiyle büyümüş olduğu için, kendini belli ediyor. Kestirip atmıyor, gönül alıyor, ayrılmayı değil onarmayı tercih ediyor, güzel seviyor, sarıp sarmalıyor ve baya “ev” oluyor. Tanıyorsun görünce yani. Zaten evini nerde görsen tanırsın. Bazı rastlantılar insana her şeyin mümkün olduğunu inandıracak güçte ve güzellikte. Griden karaya çalan gökte bir parça buz mavisine tutunur gönlümüz. Gökyüzüne bakarak uyuyan insanlar umutlu uyanır çünkü. Benimkiyse bürgün gelecek umuduyla beklenen o adama duymayacağı bir sesleniş. Varsın olsun bu da böyle olsun.  Aynı duayı birbirinden habersiz eden iki insan, er ya da geç birbirlerine kavuşur. Bir yerlerde elbet aynı duaya amin deyip gözlerinizin uykuya yenik düştüğü birileri vardır habersiz beklenen.
Senin hikâyenin figüranı olabiliyorum en fazla öyle değil mi? Hiç repliğim yok. Hem zaten kelimelerim yetmiyor; bir cümle kurmaya kalksam yarım kalıyor, nefesim kesiliyor. Sen duymayınca da beni ben yarım kalıyorum, şehir halkı çok üzülüyor bu duruma. Karanfil’de konçertolar çalıyor, birileri bize kadeh kaldırıyor. Güvercin ölüleri düşüyor kaldırımlara patır patır, sokak kedileri bir merdivenin kenarına sinmiş olan biteni izliyor. Ben sadece bir araç oluyorum senin için, bu da bana dokunuyor. Olsun, şikâyet etmiyorum. Bir kadın ruhunun her kıvrımı seninle doluyken, hiç konuşmadan, olması gerektiği gibi, elinde sadece bir fincan kahve varken bile sevebilir. Ne büyük zaaf inanmak!
Bir yanım mis gibi çam ormanları tepelerinde tabak gibi dolunay diğer yanım deniz. Deniz hep benimle ama siz göremiyorsunuz. Önemli olan "deniz yâresi" deyi kime seslendiği. Her yere yakışıp hiçbir yerde kalamamak gibi benimkisi.
Çok değil 100 yıllık bir yalnızlık bu bendeki, 100 yıl kadardır belirsiz bir bekleyişteyim. Bir kez daha emin oldum ki her şeyiyle ben bu zamana ait değilim. Ve yanılmıyorsam yalnız insanların, kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman. Ve o zamanlar mutsuz olduğunda insanlar, yok olurmuş bazı dakikalar.
Vücudum radyasyon üretiyor olmalı, yoksa duygularım böyle biçimsiz mutasyonlara uğramazdı.
Mutluluk, mutsuzluklarımızı geçici olarak unutmamızı sağlayan anlara verdiğimiz bir isim. Ve bulutların yaşadığımız duygusallıklara göre hareket ettiğine dair herhangi bir kanıt yok. Zaten ne zaman hareket halinde bi uçak görsem hep düşüyormuş gibi gelir.
Bir şeyler birilerini kırdıktan sonra kırıldıktan sonra önemli olmuyor. Ah içim ve güz yaprakları misali savrulan sancılarım, bir sonbahar taşıyorum aslında gözlerimde kimsenin görmediği, ilkbahar tadında görünüp savruluşu bundandır yüreğimin. Geçti artık göğsümde kuş barınmaz anladım. Rıhtımlar, güz halatları, daha bir sürü şey ve görünmeyen şuramda darmadağınık.
Terliklerimle gelsem sana, sonunda aşkı bulmuş gibi? Saçım omzunu kessin. Sonra denize göm beni. Sen denizsin.


2 Temmuz 2017 Pazar

Tütünsel Reaksiyon

 
Yolunda gitmeyen bir şeyin huzursuzluğu var üstümde ama neyin yolunda gitmediği hakkında hiçbir fikrim yok. Hani yağdın yağacaksın, yüreğin hep böyle bulutlar bulutlar. Sorun şu ki artık kafamı yastığa koyduğumda hayalini kurabileceğim birşey kalmadı. Ama içim rahat. Böylesine güzel bir gökyüzünün altında bu kadar kötü insan nasıl yaşıyor? Kafamın içi gereksiz insanlarla dolu. Biri beni şu iç sesimden boşasın. Vücudum radyasyon üretiyor olmalı, yoksa duygularım böyle biçimsiz mutasyonlara uğramazdı.
Huzursuz uykular uyuyorum uyudukça. Ölmüş bi insandan tek farkım nefes alıyor olmam ve etrafı izlemem. Zaten pek uyuyamıyorum ben. "Insomnia" dedi doktor, "gebermeyesice" dedi annem. İyidir annem. Soğukluk yavaş yavaş yüreğime doğru yükseliyor. Yüreğime değdiği zaman benim için her şey bitecek ve ben ölmüş olacağım.
Herkesin intihar tarzı farklı ama en kötüsü bütün çıkmazları ezberlediği halde o yolda yürümeye devam edenin. Bir gün olacağına inanıp her gününü feda edebilecek kadar vefalı insanları yolundan döndürdünüz. Bu da sizin çıkmaz sokağınız olsun.
Beni alın bu şehirden; ay ışığında bir bahçeye koyun, hanımeli koksun etrafım, bu koku saçlarıma karışsın. Bir müzik olsun, daha önce hiç duymadığım. Hiç bilmediğim yerlere götürsün beni. Gözlerimi kapayayım rüzgarlar essin, kendimi müziğe bırakayım rahatsız ruhum dans etsin. Benim olsun bu gece, o  bahçe ve şu şarkı.
Mağlubiyet: usulca beklerken yüreğindeki burukluğun 'olsun, bu da güzel' dediğin an yüzünde kırgın bir tebessüme dönüşmesidir. Biz üzerimize yıkılacağını bildiğimiz duvarları çiçeklerle süsledik. Bir şeyden vazgeçmek hala ona inandığınız gerçeğini değiştirmez, ne hissediyorsam hala onun peşindeyim sadece çabalamak içimden gelmiyor. Yorucu bir düşten uyanmış gibiyim. Yara derin açıldığında içerde çiçek yetiştiriyorsun. Yeri doldurulamayacak bütün boşlukları yaktım ben. Kendime bile fazlayım. Kuyunun duvarları düz, kuyunun duvarları ıslak. Çünkü siyah bir adam, mavi bir kadın severse; kırmızı olurlar.
Akıl sahnemde canlandı bir perde ve beynimde iki satır; "Bitmemiş türküm benim; korkarım son defa gözlerinden öpüyorum, bu meseleyi içimde mezara götüreceğimi bil." demiştim içimden, hep içimden; çünkü o an sesim boşlukta donup kaldı. "Ne zaman aşk biter, o zaman yorulur insan" demiş Usta, yoruldum ama bu yorulmalar hep yalan. Bir deniz çizmek istiyorum; mavisi yüreğimde, hırçınlığı gözlerimde kalsın. Kapadım gözlerimi yemyeşil yayladayız, tepemizde gökyüzü farzet. Başını dizlerime koymuşsun, dilimizde aynı türkü hayal et.
Günler öylece kendi kendine geçsin diye bir camın arkasında durdum. Bana dokunmasın hiçbir şey, hiçbir şey yaralama merhem olmasın. İyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye bir camın arkasında durup akan hayata ve zamana baktım. Bir zaman öyle bir yanıyorsun ki, sonra kor oluyorsun. Ondan sonra istediğin kadar ağla. Tencereyi ocaktan alıp, suya tutuyorsun hepsi bu. Kuşlar kadar özgür, gökyüzü kadar bensiz bundan gayrı o şehir. Neyse Dökmeye niyetim yok içimi, zor sığdırdım zaten.
Özetle: Ölüm Uçurumu her yıl bir erkekle bir kadını alır. Bu onun değişmez yasasıdır.
Ve bizim oralardan ince bir ses yükselir, bir Karadeniz şarkısı başlar, ömrümüzden alır götürür. Bilen bilir, Karadenizli insanın ilacı köyüdür. Bana İstanbul'da yaşayacak değil, bana benimle Karadeniz'e göçecek adam lazım. Zaman dediğin bir Karadeniz türküsü misali işliyor yüreğe. Deniz bazen kendini kaldırımlara fırlatır. Ve her başlangıç, bizi koruyan ve yaşamamıza yardım eden bir büyü barındırır.
Siz siz olun, herhangi bir hatada, bir tartışmanın ortasında, tüm iyi niyetleri ve yaşanmış güzel şeyleri yok sayan insanlardan olmayın. Bir kadının durmadan bulaşık yıkamasının ne demek olduğunu bilseydiniz, tüm mutfak tezgahlarını kırardınız.
Bunca insan birbiriyle konuşamazken ben neden kendi kendimle konuştuğum için deli oluyorum? Benim içimde çünkü benden dört tane daha var ama size şimdi onlardan bahsetmeyeceğim, bu delilik değil bilin yeter. Evet oturup konuşuyorum kendimle, hani size bahsettiğim şu bahçede: Uzaklara dalışın fark edilip de nedeni sorulmasın diye sürekli hareket halindesin diyorum, susuyorum dinliyorum kendimi. Devam ediyorum konuşmaya; mesela bazı kadınlar pahalı hediyeleri severler, spor arabaları, lüks mekanları, hesap ödeyen abileri. Bağzı kadınlarsa, saçlarının taranmasını severler. Bazıları ayaklarına oje sürülmesini. Bağzıları ise uyumadan önce masal anlatılmasını, gözlerinin içine bakarak gitar çalan adamları. Bazı kadınlar takım elbise severler, kaslı kollar. Bağzı kadınlar oduncu gömleği severler. Ve bira göbeği. Bazı kadınlar kışları kayak yapmak isterler. Bağzıları, Beyoğlu’nda el ele tutuşup közde mısır yemeyi. Bazı kadınlar özel günlerde parfüm hediye eder, bağzı kadınlar her gün aynı ten kokusuyla uyanmak için canlarını verirler. Bazı kadınların telefon rehberleri kalabalıktır. Bilirsin. Diğer bağzıları ise defalarca aynı mesajı okuyup ağlarlar. Bazı kadınlar kızlarla Cadde’de bilmem ne keyfi yaparlar. Bağzı kadınlar evlerinde suyu şişeden dikerek içerler. O bazı kadınlar hiç kaybetmezler değil mi? Onlar hiç beklemezler, bekletirler. Onlar sürüklenmezler, sürüklerler. Ağlamazlar, ağlatırlar. Sen olamadın değil mi, o kadınlar gibi? Hiçbir zaman olamayacaksın da. Zaten, olma da. Çünkü yıllar sonra onlar kocaları kaçamaklar yaparken, evli-bekar hayatlarını hafta sonları alışveriş merkezlerinde mutsuz çocuklarını kollarından sürükleyip kendilerine ayakkabı bakacaklar, sense pazarları evinin balkonunda hala deliler gibi sevdiğin kocan gazetesini okurken, küçük sevimli çocuklarınla yumurta tokuşturup, gülüşüyor olacaksın. Tüm bunlardan sonra huzur geliyor aklıma, gözlerimi kapatıp hayal ediyorum: Hayal etmek her şeydir çocuk sakın vazgeçme!
Yanlışlar içinde en doğru yanlışını yap, onlar kendilerini yanlış kullanıyorlar. Onlar anlaşamadıkları insanlara deli diyorlar, ama kimse onlarla aynı olmak zorunda değil ve Unutma:
''Umutsuz dahi olabiliriz, geleceği görmeyebiliriz, hiçbir şeyimiz olmayabilir. Ama hiçbirimizi sevgisiz bırakmasın bu hayat."

10 Nisan 2017 Pazartesi

Yokluğun Şarkısında Dans Eden Varlık

 
Düş döşenmiş arnavut kaldırımlarında yağmurlu bir bahar dansı bu. Kimsesiz, tek başınıza. Bugün tüm dünya yürürken dans ederlerin. Müziğin sesini duyamayanlar, dans edenleri deli sanıyor demişti ünlü düşünür. Dans etmenin tadına varamamış biriyle hayata dair konuşamam, deli der bana ve küser yüreğim. Kaybedip kazandığımızı bilmediğimiz yollarda yürümek gibi biraz, biraz aşk gibi, biraz hüzün. Ben şimdi bir şarkıyım adı aklınıza gelmediği halde kafanızın içinde çalan. En umutsuz duyguyum belki yüreğinizin derinine gizlediğiniz. Görünmeyenim, duyulmayanım. Ben yokluğun şarkısında dans eden varlığım.
Sessiz çığlıklarımla çalkalanan körfezde yelken açıyor bir gemi. Gözden kaybolmadan kim bilir hangi ağır kayıpları yüklemiş, düşünülüyor. Batmadan boğulmadan kaç şehir gezmek gerekir üşüttüğünü bildin mi yalnızlığın da. Dolu dolu yaşamak mümkün mü kalbiniz boşsa veya boğulmak derin sularda ve sonra unutmak. Diline düşen sözcüklerin, tuşlara hükmüyle, ben de yerimi alırım. Bir köşe de bekleyen, pabuçlarım, en sevdiğim giysilerim ve içi görünmeyen gülümsemem ile işte buradayım.
Kimseler görmesin beni bulutlar dokunabilir saçlarıma. Hayat yolunun engebelerine karşı mırıldandığım gizli sözcüklerimi kimseler duymasa da ben size eşlik ederim. Bedenimde bir erkeğin gücü ile bir kadının zerafeti bütünleşsin yeri geldi mi talan etsin derinlerdeki karmaşayı ve sizinle yumruk yumruğa kavga etsin bulmak için gerçeği, yeri geldi mi dinginlikle baksın gözlerinize. Ümit vaat eden tılsımlı cümleler zinciriyle hemen yanınızdayım. Do ile ağlar, re ile gülerim belki ama sekiz ses güzeliyle size refakat ederim. Yosunlarından kurtulmaya çalışan şu deniz dibi kayalara benzetiyorum kendimi ve sizi. Yüzlerimiz denize dönüktür bizim.
Dinleyerek okumak, dinlenerek çalışmak gibi bir deniz kıyısında; okudukça okuyasın durdukça çalışasın geliyor. Kahvenin kokusuna karışan duygular, buharla bir olup ezgilerde dans ediyor, görün. Bir ben gerek, her defasında yeniden doğuyor. Gözlerimde; orada yepyeni bir ben, bulunmayan bir kitapta hikayenin içinde bambaşka bir şarkıyla durmadan dans ediyor. Çünkü makamına göre ayarlarım adımlarımı. Ara nağmeler de hafifçe anılsa da eskiler, taksimler de can bulur yüreğim. Gülerim.
Notalarınızla tasvir ederken sevdalarınızı dans eder, bahar olur, çiçekler açarım. Her bakışı yakalar, rakkaseye yakışan arz-ı endam ile yansıyarak geri dönerim ve savrulan eteklerimle, gam-ı uzak ederim. Asıl gerçeğimiz hiç söylemediklerimizde, neden hep gecikiyoruz birbirimize. Aynaları kıralım önce kendimize katlanmayı öğrenelim, sonra geç kalmayız ve yalan söylemeyiz birbirimize. Hüzzam makamlarının burukluğunu yaşatmayın yüreğinize, rast makamının doğruluğunda, ara taksimlerle süzüldüğü an da hicazkâr makamına, zarafetimle göz doldurur, sizi gülümsetirim.
Sözcüklerimiz ve tereddütlerimiz ve kırık, örselenmiş yüreklerimizle hayatın bize verdiği kronik ağrıdan sıyrılma çabasında ki körpe kalplerimizle yorgun gecelerin ucuna bağlanan yeni umutlarımızla beşikten tabuta sürecek bir dans. Nağmelerin ipeksi akışkanlığında, bu yolculukta sizin ezgilerinizle süzülür, ağır-aksak yekinmelerle hep yanı başınızda olurum. Siz yeter ki nefesinizle ve dokunuşunuzla hayat verin notalarıma.
Benim hayatımsa bu; siz sadece müziği çalarsınız, ben hepimiz için dans ederim.
Dansın sonunda ayağımıza basanları affedebilecek miyiz veya ayağına bastıklarımızdan özür dileyebilecek miyiz? Bırakın bu beylik lafları.
Şimdi kendinize bir iyilik yapın:
DANS EDİN!
Sanki seni hiç kimse izlemiyormuş gibi.
SEVİN!
Sanki önceden hiç incinmemiş gibi.
VE AVAZINIZIN ÇIKTIĞI KADAR BAĞIRARAK ŞARKI SÖYLEYİN!
Çünkü dünya böyle daha güzel.
Siz müzik olun, ben dans ederim!
Müzik yapmak, yazılar yazmak ve dans etmek. Sanki Tanrı bunun için yaratmış bizi, duygularımızı akıttığımız bir deniz gibi her şey, o derece uzuyor gök yüzüne.
Müzik yapmak, Andre. Parmaklarımın bana verdiği duygular gibi.  Sanki içimden değil de parmaklarımdan akıtıyorum, yok ediyorum dünyanın tüm kötülüklerini.
Yazılar yazmak, Andre. İçimden çıkan bir kişinin dışa vurumu gibi değil mi? Değil mi, bir hikayeyi kafamızda canlandırdığımız, onu yaşattığımız için mutluyuz?
Peki dans etmek, Andre? Ayıp değil, çırıl çıplak dans etmek. Bacaklarını sergilemek veya kalçalarını oynatmak. Tanrı var mı Andre? Olmasaydı, nasıl bu kadar güzelleşirdi bedenin? Kalk Andre! Güzelleştirilmesi gereken bir dünya var ve bizler buna neden olmalıyız. Sen müzik yap mesela, ben dans edeyim ve izleyenler de bunu yazıya döksün...
Resmini çizsinler bu sonsuz anın;
Ve ilk defa mutlu olsun çocuklar…


27 Ocak 2017 Cuma

Avhadda Kedhavhra !


Kendini kandırdıkça hep gökyüzüne bak. Savrulduğun her yerden eksilerek çıktın, olsun bu da senin rüzgarınmış. Bir boşluk kalıyor her şeyden sonra geriye. Bazen bu durum hissettiriyor kendini ama bir süre sonra onunla yaşamaya alışıyorsun. Ama üzüntü demek; gece gündüz, uykuda olsun, uyanık olsun, vücuduna saplanmış bir oku taşımak demek. Çekilir şey değil bu. Derdini kendine bile anlatamayan insanken sana nasıl anlatayım? Yeni insanları tanımak bana zor geliyor. Bir sürü düğüm çözmek zorundasın.
Sanki tam güzel şeyler olacakmış gibi daha sonra da olmayacakmış gibi, olmayacakken oluyormuş gibi, sonra kesin olmayacak gibi. Teorisi güzel pratiği mümkün ama işte cesaretli olmak zor ya hep ondan oluyor bu çetrefilli durumlar. Delirdik. Gri, mutsuz, günlerin birbirini tekrar ettiği bir hayattan daha fena ne olabilir ki? O kırılma noktasını hatırlıyor musunuz? İçinizden sert bir küfür savurarak hiçbir şeyin düzelmeyeceğini anladığınız o en çirkin anı. Sinek kuşu gibisin. Dışarı çıkmak için hep aynı pencereye çarpıyorsun. Gariptir ki pencerenin camı da umudun da hiç kırılmıyor. "Neyse"ler birikmiş içimize. Sanki o evde yaşıyor hala anılarımız. 
Bazı anlar olur hani, ne yapsan az, nerde dursan fazla gelir. İçinde nolup bittiğini sen bile anlamazsın. Böyle gecelerde beni hatırla. Her yerden gidip, her yere gidebiliyorum ama insanın kendinden gidemeyişine ve kendine gelemeyişine çok kırgınım. Bulunduğum yeri yadırgamamayı öğrendim; düşen düştüğü yere, giden gittiği yere, kalan da kaldığı yere alışıyor. Çok rüzgarlı konular, hep içime esiyor. Sahi ben eskiden bir rüzgarı sevmiştim, esti, dindi. Kim bekler gelmediğin yolu?
Kabullenirsin hatalarını yüzleşirsin geçmişin hayaliyle ve pişmanlıklarını geride bırakmak için yeniden bir yol çizmeye çalışırsın kendine peşini asla bırakmayacak olan keşkelerle birlikte. Aşk umudun kardeşidir derler bir umut düşer sonu görünmeyen yollara.
Nereye varacağını bilmesen de içinde bir umut yürürsün, yürürsün tüm karşı çıkanlara rağmen onlara inat dimdik tutarsın başını, bakarsın gözlerinin içine, umursamazsın karanlık bakışları, korkmadan yürürsün umutlara doğru ama bazen sevdalık sen gülerken bir başkasının ağlamasıdır, çünkü aşk dünyanın en tatlı mutluluğu ile en derin acısından yaratılmıştır ve bazen zaman iyi etmez her yarayı gidenlerin acısı zulümdür hep kalanların yüreğinde. 
Kader o ya en çok sevdiklerin deşer yüreğindeki dermansız yarayı, yine de yaşamaya çalışırsın, gömersin kalbine geçmişin acılarını.
Tutunursun hayata her gün yeni bir umuttur geride kalanlar için ve yaraları sarmak için yeni bir başlangıç, yine de acılar durur olduğu yerde görmek istesek de istemezsek de ama sevdalık böyle bir şeydir işte en çaresiz anında öyle güvenilir bir el uzanır ki ruhuna tutup yürümek yakışır sevdalılara. Aşk hevesin geçene kadardır, sevda nefesin yetene kadar. Bu arada "sevdiceğim” kelimesi “sevdiğim” ve “seveceğim” kelimelerinin birleşimidir. İnsan en deli çağlarında kadere meydan okuyabileceği sanrısına kapılıyor elbet.
İnsanın içi sızlar mı hiç, bildiğimiz içi? Sızlıyor işte. Yanarım ay ışığında her gece, bundandır sabahları ürküten beyazlığım. Size de olmuyor mu; bazen sanki bu dünyaya ait değil gibi bir his? Ayrı galaksiye çıkmak istiyorum. Bir ada düşün kıyıya uzak ama görünüyor, koymuşsun kafaya gideceksin. Başlıyorsun yüzmeye, sona yaklaşmışsın da annen çağırmış gibi bir şey. Harry Potter’da ilk filmden son filmine kadar sevdiğim iki karakter vardı; biri Severus Snape, biri Sirius Black idi. Orda bile ikisi de öldü. Öyle bir şans işte bendeki.
Eğer biri size değer veriyorsa çok rica ediyorum suyunu çıkarmayın, karşınızdaki de insan. Hiç o işlere kalkışmayın, kimse sizin nevrotik hareketlerinizi çekmek zorunda değil unutmayın. Haydin sağlıcakla. 
Evapsie !