30 Kasım 2012 Cuma

"Bana gülüşün lazım, gözlerin bahanedir"




Yüzün sanki dolunay; yüreğimde mi, nedir? 
Ellerin çizgi çizgi belleğimde mi, nedir? 
Varlığın yedi iklim sunuyor coğrafyama 
Yokluğun diken diken kimliğimde mi, nedir? 
Bir özlem fırtınası savuruyorsa beni 
Çölleri hatırlamamak dileğimde mi, nedir? 
Hayalin bir tereddüt, yapışıyor yakama 
Sana alışkın olmak iliğimde mi, nedir? 
Eflatun kıvılcımlar düşürdün yollarıma 
Her kıvrım bir umut, günlüğümde mi, nedir? 
Bir sürgün potasında damla damla eriyen 
Yalnız bedenim değil, benliğim de mi, nedir? 
Saçları dağılıyor denizin sevda için 
Açan nergisim, öten kekliğim de mi, nedir? 
Her bakışın ruhuma dokunan bir iğnedir 
Mıknatıslı gözlerin, bilirim, şahanedir 
Tutkusu yumak yumak sarıyor benliğimi 
Bana gülüşün lazım; gözlerin bahanedir. 

29 Kasım 2012 Perşembe

Sevgili Kendimin Sevgili Tarihi



     90’lı yılların 95’lisinde bahar aylarından en güzeli olan Nisan ayının son demlerinden 26 numaralı günde bahara yakışır bir havada sabah ezanları yeni kavuşmaktayken sabahın körünün 5 buçuğu 6’ya çalarken gözlerimi açtım. Ana tarih dersen; 26 Nisan 1995, Gümüşhane. Doğduktan sonraki ilk 1,5 yıl hariç hep Şehr-i  İstanbul’da yaşadım deniz, yağmur, gökyüzü birlikteliğiyle. İlkokulu anneciğimin ısrarlarıyla Şehit Öğretmen Hamit Sütmen’de okudum. Askeri Lise hastası olmama rağmen 2009 yılı Eylül ayında bu kez de ilk ve tek aşkım babacığımın ısrarlarıyla Gediktaş Lisesi’ne başladım. 2010 yılında Gediktaş Lisesi'nde okurken birden okulun taşınması gibi bir mevzuat oldu, okul taşındı. Haliyle adı da değişti. Bizde otomatikman yılların nam-ı değer 'Gediktaş Lisesi'nden mezun olmuş olduk. Gerçi o arada olanları bizde anlamadık ama orayı karıştırmıyorum neyse. 2010 yılında şu sıralar hayatımın rehberi olarak gördüğüm sevdiğim saydığım biricik Hocamcığımla tanışma fırsatını yakaladım her ne kadar tuhaf bir ilk dersimiz olsa da ki ciddi anlamda kitap okumayı sevmemi sağlayanda O olsu Canan Tan'ın Piraye'si ile. Aradaki yıllarda elbette rahat durmadım zaten duramamki mesela en az babam kadar sevdiğim Hamdullah Hocamla tanışma fırsatım oldu. Adı Yok'la yazarlık kadar olmasada kalemimle ilk adımı attım çok sevdiğim saydığım Zât-i Muhterem Işık Hocam sayesinde. Şimdilerde Sultanbeyli Lisesi adı altında son sınıf öğrencisiyim, YGS mereti hazırlığında. Hedefi dersen; Ankara Gazi yahut Eskişehir Osmangazi’de iç mimarlık yahut anestezi uzmanlığı.
     Nasıl birisin derseniz karakterimi sorarak efendim 3. Tekil şahıstan anlatayım; dış kapının iç mandalı olan, hiçbir zaman normal bir kız çocuğu olmamış erkek gibi yetişmiş, yaşıtları bebeklerle evcilik oynarken o dışarılarda top peşinde koşan; futbol demişken her alanda özgür olmasına rağmen dayısının zoruyla tuttuğu takımı seçme lüksüne sahip olamayan ama olamadığından da hiçbir zaman pişman olmayıp Galatasaray hastası; “baba niye bana bebek aldın” diye dertlenip arabalarıyla bir köşeye çekilen, hala ayıcığıyla konuşup masalların gerçekliğine inanan, şahanede saklambaç oynardım bu arada, ilkokulda Durdun Hocası’nın tatlı kibar kızı; kızı dediysek dibine kadarda tabi ki de babasının kızı; babasına tek kelime ile "aşık" bir kız çocuğu olarak büyüyen, babasının yanında hala 5 yaşındaki kız çocuğu. Mavi sever, empati denen algısı üç çekirdekli, eylülseverlerden, eylül demişken okulda; derste ağzıvar dili yok tek kelimesi derse katılmakken, tenefüslerde kuzu görünümlü olmasına rağmen bütün kurt âlemine “Buyur abla bir isteğin mi var?” diye ceket ilikletebilecek kadar bitirim, haylaz mı haylaz ki haylazlıkla terbiyesizliği birbirinden ayırt edebilmiş deli dolu (zaten Hatice de herkes aynı tepkiyi verir inanmazsan denemesi serbesttir), ilkokuldayken sürekli “Kızım bırak bu işleri, devlet su işleri” uyarısı alan, çöp kutusuna kalem açmaya diye gidip sohbet eden çocuklardan elebaşı, evde anacığazının baş belası nazlı kızı, Lise 1.Sınıfta Murat Bildik Hocası “35 Yaş Şiirini okuyun” ödevini verene kadar "dante gibi ortasındayım ömrün" dizesini "dantel gibi ortasındayım ömrün" diye algılayıp "banane milletin dantelinden abicim, benim ömrüm niye elalemin evine dantel olsun" diye eleştiren, popüleriteyi düşünmeden ahlakıyla gözde olmayı hedef seçen, 'yaratılanı sev yaratandan ötürü' ilkesini benimseyen bundan sebep herkesi seven, hayatına giren herkese hak ettiği değeri vermeye çalışan, annesinin terliğinden çekinen ama doğruları söylemekten asla çekinmeyen, kalp kırmaktan en az karanlıktaki öcüler kadar korkan, şu yaşına kadar elinden geldiğince iyilik peşinde koşmuş; epeyde yaramazdım hiç yerimde durmazdım dizlerimde hala yara izlerim vardır; sonradan kazanılmış -önceden odasında kaybolunabilinecek kadar- bir titizliğe sahip (özellikle sinirlendiğinde acayip simetrik olmayı istem dışı başaran), hayatının belli dönemlerinde türlü denenmemiş yöntemlerle adam öldürmeyi dahi düşünebilecek kadar cani, çay muhabbetine bayılıp kahve bağımlılığından taviz vermeyen, dakikada yüz kırk kelime edebilme kapasitesine sahip, paraya tamah etmeyen ama “parayla saadet olmaz diyenler uzayda mı ikamet ederler” sözüne son derecede katılan, "ey kurban olduğum Allahım az verip yalvartma, çok verip şaşırtma; sen hakkımda hayırlı olanı gönlüme razı, gönlümün razı geldiğini hakkımda hayırlı eyle" duasını dilinin tesbihi etmiş, unutmadan resim yapmaya da bayılırım, hayvansever ama insansevmezleri bünyesi kabul etmeyen, film meraklısı, bazen tüm sorumluluklarını bir kenara bırakıp akşama kadar müzik dinleyecek kadar sorumsuz bir müzik hastası, tiyatrosever, gözlem yeteneği dürbünlü, esnaf-tavla muhabbetini bir erkek kadar ustaca yapabilen tavlayı erkek usulü oynayan amma üstadlarını şaşırmayan, kendi realitesine sonuna kadar inanan, 2000’li modern yıllar düşmanı 80’ler hastası, birazdan birazcık pesimist, iyi dostlar biriktirip hepsi ailesi haline geldiğini bilen, "aile" denildiğinde akan suları durduran, yerinde ve zamanında davranan, biraz kıskanç, insan paylaşamaz, elde ettiğinin değerini bilen, armudun sapına incirin çöpüne takan takıntılı, macerayı seven, okumaya bayılan (hemen hemen bir kitaplığı bitirip, bir kitaplığa sahip olan), bir kitap sorulduğunda azcık çıtlatıp meraklandırdıktan sonra “anlatılmaz okunur” diye işin içinden sıyrılıveren, taa çocuk yaştan beri kitaplardaki insanları aşkları realist ortamdan daha çok seven, şu sıralar “kitap okumayana aşık olunmaz” lafına tamah edebilecek kafada, Mavi Gözlü Dev’i kocaman seven, öğrenmeyi yadırgamadan herkesten öğrenen, iki dinleyip bir söyleyemeye çalışsa da pek beceremeyen, haksızlığa tahammül edemeyen nerede olursa muhakkak maydanoz olan, yağmurlu havasever, bazen agresif bazen polyanna, konuşmayı zaten severdim yine çenem düşüverdi katlanıver bizahmet; lafından sözünden kimseyi mahrum etmeyen aklındakileri bir bir olduğu gibi aktaran, “gülen bir çift göz olsun benim olsun” felsefesine sahip, böyle kendi halinde bir insan; kısaca ilkokul öğretmenlerinin de teşhis değimiyle "İncelikli Hayta"dır işte. :)


http://www.youtube.com/watch?v=--6cKyF396c

20 Kasım 2012 Salı

Herşey Güzel Olucak




Kasım ayının yağmurla geleceğini bilirsin hani ama yinede kesin diyemezsin ya öyle işte. Öyle hisler var bu ara içimde.Biliyorum güzel şeyler olacak. Hani bazen hissedersin bilirsin ama söyleyemezsin ya öyle işte kocaman bi his var içimde. Biliyorum olacak herşey güzel olacak.
İnsan bazen korunduğunu hissediyor. Hani vardır ya öyle insanlar çevrenizde ha işte benimde vardı. "dı" diyorum çünkü bi ara uzaklara gitmek zorunda kaldı ama biliyorum kalbi buradaydı ve aklının bi köşesinde buralar vardı.İstanbul soğuktu yokluğunda, İzmirse alev alev.
İstanbul hep üşüdü, rüzgarlarda ordan oraya savrulurken. Ağladı çoğunlukla ama belli etmedi tek belirginliği rimellerindeydi. İzmirse yanıyordu temmuzun sıcağı gibi.  Ve hep yandı İzmir, rüzgarları bile beyin kaynattı. Ama İzmir için İstanbul hep oradaydı, hep vardı ve hep olacaktı. Ve sonunda kış bahara, yaz güze, İzmir İstanbuluna, İstanbul İzmirine kavuştu.
İşte şimdi yanyana ikisi. "Olur mu?" demeyin oluyor işte. Soğuk ve sıcak yanyana gelince diniyor her türlüsü. Artık daha güvendeyim sanki, yada öyle hissediyorum belki.
Evet yanlış, evet imkansızı çok ama biliyorumki oluru kocaman karşımda. Sanki yeniden çiçekler açtı, gök yeniden mavi sanki. Sanki bana hiç kış gelmedi.
İçimde hakim olamadığım duygularım var. Refleks halinde artıyorlar sanki, yada refleksleştiler. Olsun ikiside güzel. Biliyorumki herşey güzel olacak senle olunca.  İki bardak kan renginde sıcak çayı içebileceğiz nihayet bi sohbeti paylaşırken denize göklere karşı.
Birbirinden uzak olmak birlikte olmanın başka çeşididir. İnatlaşmak bile hoş aslında, Bakışlarda gizli olduğu gibi bazı şeylerin. Evet yanyana olmak güzel ama her saniye değil. Aralıklarla, özleye özleye.
Hayallerini korkmadan anlatabileceğin biri olmalı yanında. Benim var işte. İçimdekileri anlatacak kocaman kelimeler var avucumda ama sığdıramıyorum kağıtlara. Sadece yüzü bile gelince aklına gülümseyebilir mi insan? Yüzün düşünce aklımın kıyılarına gülümsetiyor işte.
Kötü olan hiçbişeye inanamıyorum konu olunca. Sanki dünya sadece iyilik dolu yanımda olunca. Kitap okumayana aşık olunmazmış ya olunmuyor işte şu saatten sonra. Dolu olan sürahinin su almaması gibi.
Senin yanımda olman çölün ortasında kana kana su içmek gibi, kasımın ortasında yağmurlarda ıslanıp üşümemek hastalanmamak gibi.. Salıncaktayken gözlerini kapatıp uçtuğunu varsaymak gibi.. Herşeyin güzel olacağını bilmek, öyle yaşamak gibi.. Hissediyorum "herşey güzel olucak.."


http://www.youtube.com/watch?v=i1pGLsXlgiU