Artık hiçbir şeyin değişmesine imkân yok. Lüzum da yok. Bazı
mevsimler bir günde gelir... Her ömrün bir eylülü vardır. Elbet aşksız da döner
dünya, sadece daha yavaş geçer zaman. Sen yine oralardan beni özle, ben
buralardan hissederim. Bıraksan da elimi, sevgin bana yeter. Sen, denizsin;
farkında değilsin. Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla.
Ne güzel üşümek eylül sabahlarında ve sevmek seni, çocukça,
doyası. Sakalları şiirle karışık kitap
kokan, rüzgarla konuşan adam.. Canı cehenneme sözlerin, notalar daha iyi
anlatıyor. Bazı müzikler, sizi daha önce hiç bulunmadığınız yerlere götürür.
Sonbahar geldi, üşüyeceksin.Ama sonbahar sevme zamanı; seveceksin..
Kimseye kırgın değilim fakat içimi derin bir acılık
kaplıyor. Küfür etmediğim, hakeden insanların olmadığı anlamına gelmez. Eğer
kafan dağınıksa ne yazabiliyorsun ne çizebiliyorsun, anca kalemle yeni oyunlar
icat et. Çok zor, yürek yanarken nasip
deyip susmak .
Hayallerimi çizebiliyorum, yazabiliyorum ya o bana yetiyor. "Yeryüzünün
öğretmeni" olabilmek için, "gökyüzünün öğrencisi" olmak lazım. Derler
ki aşıklar doğarken ikiye ayrılan bir ruhtur. Ve bu iki parça her zaman
birbirini bulmaya çalışır. Hani o yüreğinizde olup kimsenin bilmediğini
sandığınız bir şey var ya; heh işte onu Allah biliyor, üzülmeyin.
Ezelden yazılmış bir hayat bu. Her hayat gibi evveli… Oysa
ahiri bana özgü. Her satırı vakfedilmiş. Al bu hayat senin denilmiş, yaşa
yaşayabilirsen, ben yürümüşüm bana sunulan hayatın satırlarına…
Çocukluğumda takılmış gözlerim siyah-beyaz filmlerdeki
aşklara…
Aşk rüyaları kurmuşumda bahtıma görücü usulü bir tanışıklık
düşmüş. Nasibim demişim ve akmış içime, karışmış nehirlerime sevda…
Kalbime satırlar yağıyor… Satırlar yüreğimi yıkamaya
başlayınca, hayatımı taşıyan varlığım ne yapar? Sormuştum da bilememiştim… Ta
ki içimi yıkayan satırlar kalbimdeki hayat dokunana kadar…. Ezelden yazılmış
bir hayat bu. Herkese aşikâr oysa yaşayanı ben… Bir sevda bir hayat nasıl bedel
yazar? Aşkın kabahati yok… Aşk dokunur kalbe, nedensiz değildir. Sevgili
bilmese de…
Bir fincan kahvede hatır izin kalır sevgili…
Aşk: Nöronların uyanıp beyni uyarması sonucu selebral
kortexin frontal lobundaki miyelin kaplı aksanlara ulaşmasıdır. Bunca yolu
geçiyor işte gözlerin. Sonrada yüreğimde 9.5 şiddetinde depreme yol açıyor.
Tabi bunları her zamanki gibi bir kalem, bir kağıt, bir bardak çay ve bir Allah
biliyor.
Canım sıkıldıkça çay içiyorum. Çok içiyorum. Bazen ara
veriyorum tekrar içiyorum. Çay.. Gözlerin gibi. Bilmem, gözlerin böyle bir
bardak demli çay gibiydi. Sıcacık, taze, canlı…
Konu açılmışken: gelecektin, gelmez oldun. Çay demledim
sıcacık; ellerini, yüzünü, yüreğini, tüm soğuk yanlarını al da gel, içelim. Bir
gün gel, çay içelim. Salacakta. Kız kulesine karşı. Hikaye bile anlatırım sana.
Tüm bildiklerinden başka. Şansımız varsa yağmur da yağar, Zeki Müren de çalar…
Yürürüz… Bir yol, bir yağmur, bir şarkı; yürürüz…
Sonra ben hikayeme başlarım, sen dinlersin… Ben anlatırım:
Bir zamanlar güzel bir kız yaşarmış. Saçlarını rüzgar okşar
tararmış. İpekten ince kirpikleri, gülermiş hep bebekler gibi .
Bir zamanlar güzel
bir kız yaşarmış. Pamuk gibi beyaz elleri, sepetinde kır çiçekleri, Saçlarını
rüzgar okşar tararmış. Şapkası kırmızı, gözleri mavi, üstünden düşmezmiş mor
bir entari. Şapkası kırmızı, gözleri mavi, yokmuş bir benzeri yokmuş
emsali.
Bir zamanlar güzel bir kız yasarmış. Bir zalimi görmüş ona
aldanmış. İpekten ince kirpikleri, gülermiş hep bebekler gibi; bir zamanlar
güzel bir kız yasarmış. Pamuk gibi beyaz elleri, sepetinde kir çiçekleri, gözyaşıyla
solmuş mazide kalmış.
Kaybolmuş şapkası gözleri nemli, yollarda eskimiş mor
entarisi. Gel zaman git zaman kalbinde sızı, zalimin sevdası mahvetmiş kızı. Kaybolmuş
şapkası gözleri nemli, Denizler ağlarmış o günden beri .
Ve belki başka hikayeler, başka şarkılar, başka yollar,
başka yağmurlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder