1 Eylül 2013 Pazar

Yine Mevsimim Eylül

 

Sokak bomboş ve olabildiğine karanlıktı.. Etrafta yaprak hışırtısı ve topuk sesimden başka yaşam belirtisi duyulmuyordu.. Hissediyordum.. Geliyordu.. Usulca yanaştı, yanağımı okşadı, saçlarımı savurdu.. Ardından koluma girdi ve beraber yürümeye başladık.. Evet aşık olmuştum.. Adı; Rüzgar'dı.
Yine bir Eylül rüzgarı… Bambaşka bir sabaha açmıştım gözlerimi ya bu sabah ya da öyle bişeylerdi, bilmiyorum. Eylül bende başka sanki. Yine İstanbul Hanımefendisi gibi arz-ı endam ederken yeryüzüne kirpiklerime takıldı gözyaşları ve saçlarıma dolaştı rüzgarı…
Islak sokaklar mevsimi başladı yine tüm güzelliğiyle. An itibari ile Eylül mevsim! Koskoca 12 ay bıraktık geride geçen Eylül’den beri. Eylül de biz de birer yıl yaşlandık tabi. Ne çok şey gördük bu yıl… Yıkımlar, gidişler, dönmeyişler, vedalar, katliamlar, yürek burkulmaları, yürek sızıları… Şimdi Eylülde doğayla yavaş yavaş sararmanın vakti; vakit içimizde biriken yada birikmiş tüm zehirleri atma vakti, vakit bir akşam vakti bahçede, balkonda, çardakda son günlerimizi yaşarken bir bardak çay ile eylüle teslim olma vakti…
Bugün yeni bir mevsime uyandık hep birlikte; ama bir eksik, belki bir fazla, belki özlemle, belki sevinçle sevdayla… İnsan yıllar, aylar geçtikçe hep sanki daha korkarak atıyor adımlarını, şimdi yine bir Eylül rüzgarı savuracak bizi dünyanın farklı köşelerine. Farklı oksijenleri tükettireceğiz belki de beynimize. Bir sabah gözlerimi başka bir şehirde açacağım kimsesiz, tüm sevdiklerim geride. Hümeyra gibi “öyle uzakki yerim uzakları aşıyor, bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor” diyeceğim belki, belki “bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolaşıyor” olacak içim, ah içim, gönlüm kalbim..
Korkuyorum…
Korkma. Korktukça yollar azalmıyor. Korktukça insanlar kavuşmuyor birbirine. Sanki asırlardan geri sayıyorum seni. En sakin, en manidar, en kimsesiz sesimle adını çağırıyorum. Adın tüm anlamlarından sıyrılıyor sonra… Ah adın… Adın bir duaya yaraşacak kadar temiz, piyanodan dökülen en bulunmaz ezgi, dolunayın geceye kattığı ışık kadar berrak adın…
Bir cümleyi bitirmek değil istediğim bazen nokta ile, virgül ile yeniden yeniden yazmak istiyorum adını kağıda. Ne kadar tekrar etsem yetmiyor. Öyle ki ne kadar çok kelime söylesem seni anlatırken o derece adının saflığını kirletiyor mürekkep.
Güneş yüzüne değerse diye kalbim kırılıyor, ah bir ses aşina olsa kulağına… Dizlerimiz yara bere içinde, düşlere düşüp düşüp çıkıyoruz. Uzakta olmak yüz yüze gelememek değildir ya, biliyorum ki ben seni arıyorsam sen de beni arıyorsun… Korkmuyorum aramaktan yorulursam diye, ‘çünkü yeniden buluşacağımızı biliyorum ilahi bir ebediyette…’
Tesadüflerin gücüne inanırım, kelimelerin gücüne inandığım gibi. Filmlerden etkilenmek gibi, kitaplardan, insanlardan, şehirlerden, ilkyazdan, yollardan etkilenmek gibi bir huyum vardır. Bazen öyle bir an olur ki hayatta, belki dünyayı değil ama senin dünyanı değiştirir.
Sana yazmadığım zamanlarda kelimelerle arama yıllar giriyor.  İnce bir yolun sonunda yalnız kalıyorum. Her şeye alışılırdı, kelimelerden uzak kalmaya, ait olduğum şehirden ayrı olmaya, ege sahillerinde geceyi sabah edememeye bile alışılırdı, bilseydim ki gözümü kapattığımda seninle aynı rüyayı göreceğim. Bilseydim ki göl evinin önündeki iskelede boylu boyunca uzanıp sesinden en güzel bölümleri dinleyeceğim, en sevdiğim kitaplardan…
Hayatın nereye gideceğini bilmemek çok huzurlu değil mi? Hangi yola döneceğini, hangi okula gideceğini bilmemekten, hangi insana senden bir şey vereceğini bilmemekten bahsetmiyorum. Ama ben mesela can sıkıntısından o öğrenci derneğine girmeseydim, eğer Malta toplantısına gitmeseydim, okuldan toplantı için bana burs çıkmasaydı, uçağımı kaçırsaydım, gelmeden birkaç gün önce yaşadığım ruh haline yenilip kararımı değiştirmeseydim hayatım nasıl olurdu? Hangi ülkede olurdum, hangi insanları tanırdım? Bunu bilmiyorum. Bir şey bilmemek ne derece huzurlu olur diye sorsalar, pek düşünmezdim bile. Ne saçma soru derdim. Meğer gün gibi aydınlıkmış…
Şimdi mevsim Eylül! Ancak bir mevsimin gücü yeter çünkü olanlara. Eylül başlı başına bir mevsim; Eylül Mevsimi! Tabi Eylül Mevsimi Sezen Aksu getirir, ya da bana öyle gelir; bilmiyorum…Bi kitap yazsaydım adını Eylül Mevsimi koyar Eylül’ü anlatırdım.
Islak sokaklar mevsimidir Eylül. Islak sokaklar mevsiminde ıslanmış yüzler hep yere bakar, müziğe ve bir bardak çaya sığınır insan… Bu mevsimde vitrinleri az sulu rakı gibidir bu şehrin, her adımın yalnızlığa uzanır. Yalnızlık… Olsun o da güzel; nasıl olsa her yolun sonu çıkmıyor mu yalnızlığa, yalnız insanlar sokağına?
Kahveler dert yüklenir bu mevsim, çayları daha bir demli. Twilight gibi bi efsanedir Eylül de… Soğuk kış akşamları nefesinizi görebildiğiniz kadar gerçek aynı zamanda. Ne ironik bir durum…
Bu ironi biz ölene kadar devam eder; bu ironi, yetmiş yaşında bir kelebek düşlemek gibi, ömrünü o kelebeğe bağlamak gibi… Eylül biraz hüzün, biraz da ölüm gibi…
Gözlerimi kapıyorum ve hayal ediyorum; bir sokak, tepemde ince bir yağmur, yüzüme vuran şarkı kulaklığımda ve saçlarımı öpen rüzgar….  Aklımda olanları aklıma getirmiyorum şimdi zira o sahnede düşünülmesi gerekli. Sonra yürüyorum, gücüm yettiğince yavaş yavaş ama derin. Sokak bitmiyor; ben bitiyorum, düşündüklerim bitiyor ama yol ve şarkı bitmiyor. Sonra tekrar kafamı yoruyorum, gücümü topluyorum, bu hava hep böyle kasvetli mi Almanyadaki gibi yada hep İsviçredeki gibi soğuk mu, düşünmeye dalıyorum… Şarkı bitiyor bu defa düşündüklerim bitmeden bir şarkı daha lütfen? Yol bitmiyor ama yol hiç tükenmiyor. Bilmediğim görmediğim sokaklar keşfediyorum. 
Bir sokak köşesinde sıcak bir mekan, asfalyalarımı dinlendirmek için oturup bir çay söylüyorum; bu defa içerden bakıyorum o anda bir yağmur damlası diğerine karışıyor, bir başkası hızla cama vuruyor kendini intihar ediyor, damlalar birbirini kovalıyor, o an aklıma felsefe dersindeki o an geliyor:  felsefe dersindeyiz Felsefeci 'düşünce nedir' onu anlatıyor. Dışarda ise yağmur yağıyor. Benim içime yağan düşünce yağmurundan habersiz anlatıyor işte. Pencerenin kenarında düşünüyorum içimdeki bu karışıklığı. Ki sorular dışardaki yağmur damlaları gibi birbirini kovalıyor. İçimi izler gibi izliyorum bahçedeki öğrencileri. Onlar ben ve korumaya çalıştığım değerlerim; düşünceler yağmur. Nereye gitsem, kaçamıyorum... O anı tekrar yaşıyorum sanki, ben bunları düşünürken bir damla daha intihar ediyor, bir diğeri sevdiğine kavuşuyor, derken tam o anda garson kahvemi getiriyor.
Malum çayın kalabalıkla arası iyi, kahve yalnızlık ister hikayemiz yalnız… Dar geliyor her yer sanki, yeni yerler görmek istiyorum, yeni insanlar tanımak ama bu ülkede değil. Bambaşka ülkeler görmek istiyorum. Garson kahvemi bırakıp giderken damlalar acele ediyor intihar etmek için bense planlarımı gözden geçiriyorum; Manhattan planlarımı derken şehirler sıralanıyor gözlerimde, okulumla gidebilecek olduğum şehirler; Manhattan, Oslo, Paris, Roma, Venedik, Berlin, Hamburg, Newyork ve Londra… Sahi gezer miyim tüm bu şehirleri? Bilmiyorum… Aslına bakarsanız şu sıralar hiçbir şeyi bilmiyorum.
Bu sene Eylül farklı bi şehir getiriyor bana; bu sene Eylül yarı İstanbul, yarı Konya… “Bu sene iki farklı şehir getiren Eylül seneye başka ülkeler getirir mi acep?” diyorum kendi kendime.
Kimbilir gelecek Eylül nelere gebe?
Ben şimdiki Eylülü yaşamayı seçiyorum şimdilik, benim için Eylül yılbaşı sanki, her şeyi akışına bırakmaya söz veriyorum bir kez daha, kendime bunu sık sık yaparım.
Tüm bunlar arasında kahvem bitiyor ve hesabı ödeyip çıkıyorum. Yol beni bekliyor bıraktığım yerde. Yağmuru da bıraktığım yerden alıp bıraktığım yerden başlatıyorum yeniden müziğimi.. Unutmayın; yollar bitmez, şarkılar bitmez, yağmur bitmez, akıldakiler bitmez…Şimdi Eylülün tadını çıkarmak mesele malum önümüz kış, habercidir Eylül, kışın habercisi. Oturakları, sokakları, ağaçları karlar örtmeden tadını çıkartmak gerek. Çabuk geçer Eylül ve bu mevsim, sonra bir bakmışsınız her yer "kar" olmuş.
 Keyifli Eylüller herkese, mutlu Eylüller.. Sağlıcakla Eylülcüler…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder