Hangi Kutlu kitabını okusam diye kitapçıda dolaşırken bir
yerlerden kulağına çalınmış “Rüzgarlı Pazar”. Alıp, çıktım! İyi ki de hiç
düşünmeden alıp çıkmışım.
Hikayenin derinine inmek istemiyorum çünkü okuyup; hissedin
yazarın yoksulluk adına anlatmak istediklerini. Büyük şehrin modern insanlarına
kaybettiklerini anımsatıyor belki de. Durup bakmayı her gün önünden geçtikleri,
geçip gittiklerini başlarını kaldırmak zahmetinde bulunmadıkları insanların
hikayesidir. Herkesin kendince yorumlamasını, gönlünde harmanlamasını isterim.
Hikayede ilerledikçe akan giden şehirlerin ne kadar ruhsuzlaştığını, betondan
başka bir şey olmadığını, kimsenin kendinden başka derdi olmadığını fark
ettiriyor. Okudukça gönlümüze ferahlık gelmiyor belki ama isyan da ettirmiyor.
Yoksulluğu kanıksatıyor mu bilemem ama “yoksulluk yol olsun! ” dedirtiyor
herkese.
Bu hikaye; Duran’ın, Nimet’in, Cesur’un, Doktor’un, Şapkacı
Bacı’ nın, ne alırsan bi milyoncu, antencinin kısacazı Rüzgarlı Pazar’ın
hikayesidir. Mustafa Kutlu'nun sade ve gerçekçi bir üslupla kaleme aldığı
Rüzgârlı Pazarın müdavimleri bunlar. Hepsinde kendimizden bir parça hikâye
aktarmıştır usta kalem. Tek solukta okunan kitapta her bir sayfada bir sonraki
sayfanın meraklı duruşu vardır.
”İğde kokusuna tutunmuş gidiyordum.” diye
başlıyor, Mustafa Kutlu’nun hikâye kitabı Rüzgârlı Pazar. Yüzlerine bakılmayan, sesleri duyulmayan,
evleri bilinmeyen yoksulların hayatını anlatıyor Kutlu. Her gün
yanlarından gelip geçtiğimiz, bir korkuluk demiri, bir ağaç gövdesi yerine
koyup, yüz çevirdiğimiz insanların iç seslerini duyuruyor. Ne de güzel
anlatıyor! Yukarıdan, acıyarak, horlayarak bakmadan, yanı başlarına çömelerek,
sesini seslerine katarak, sigaralarının dumana, simitlerinin susamına,
çaylarının buğusuna ortak olarak sokağın o katıksız,
yalın, harbi dilini konuşarak nasıl da yazıyor yoksulluğun kitabını.. ”- Bu rüzgâr neyin nesi? -
Samyeli, Sam! - Kim lan bu
Sam?”
Sıradan bir semt pazarında bizim göremediklerimizi görüyor
Mustafa Kutlu. Bizim hep birer satıcı olarak gördüğümüz o insanların hayatını
samimi bir üslupla dile aldığı bu kitapta, iyiyle kötünün mücadelesini de
başarılı bir şekilde anlatmış. Sonuç olarak iyilerin kazanması, hikayenin mutlu
sonla bitmesi de hoş olmuş.
Topluma yukarıdan değil,
içeriden bakan bir hikâyeci Mustafa Kutlu. Anadolu insanının ruhunu okuyan,
sokağın nabzını dinleyen bir yazar. Bu yüzden sokaktaki adamın hülyalarını,
çaresizliğini, küçük mutluluklarını; köyden kente göçün açtığı yaraları, kimse
onun kadar sahici anlatamıyor. Rüzgârlı Pazar,
Kutlunun hayli zamandır kafa yorduğu yoksulluktan süzüp çıkardığı nefis bir
hikâye kitabı. Artık her sonbahar okumaya alışık olduğumuz uzun hikâyelerinin
sonuncusu. Yine o bildiğimiz duru, akıp giden; fazlalıklarını çoktan,
uzak vadilerde bırakmış aydınlık dil
O rahat, şakacı
üslup; Anadolu ârifâneliğini şehir bilgeliği ile birleştirmiş o zarif anlatıcı
Sıradan bir halk adamı, gönlü yüce bir derviş. Baksan, Ben de yazarım
bunları. dersin. Kolaysa yaz!.. Rüzgarlı
Pazar gösteriyor ki, Mustafa Kutlu, artık hikâyeciliğini getirdiği yerde tek
başına duruyor ve orada, dilini her gün biraz daha yalınlaştırarak, atılacak ne
varsa atarak, hatta hikâyeci sıfatını da bırakarak yazıyor. Yazmıyor, konuşuyor,
hikmet diliyle anlatıyor. Edebiyat yapmaya gerek duymuyor, hayatın hiçbir süse
hacet bırakmayan sadeliğine, sıcaklığına ayna tutuyor. Rüzgârlı Pazarı okuyun, yüzüne bakamadığımız yoksul insanların masalı o.
Arka kapak diyelim:
"İğde kokusuna tutunmuş gidiyordum.
Hazirana yakın, Mayıs'ın bilmem kaçı.
İğde nerede?
Otoların geçtiği köprü ile, yayaların yürüdüğü üst geçit
arasında.
Orayı ağaçlandırmışlar.Çitlembik, mazı, erguvan, akasya, hatmi
ve tanımadığım bir sürü ağaç.
Yahu gözünü sevdiğimin iğdesi, sen oraya nasıl geldin?Bir
kuşun gagasında mı; yoksa bir yandan yürüyüp öte yandan iğde yiyen,
çekirdeklerini sağa sola atan, elleri cebinde, başı havalarda bir bozkır
çocuğunun eseri misin?"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder