16 Ekim 2013 Çarşamba

Kitaplı Kahve


 Kitaplı Kahve, bir kahveden çok daha fazlası.
Üsküdar Altunizade’de, şirin bir mekan Kitaplı Kahve. Bir kütüphane değil, kafe de değil. İkisinin karışımı. Geçtiğimiz hafta sonu keşfettiğim yerlerden biri, Kitaplı Kahve. İsmi kadar yeri de hoşuma gittiği için keşfettiğim yerler arasında ilk sıralara girdi.
Yaklaşık 5000 kitabın barındığı bir kütüphanesi mevcut. Bunun dışında, bir çok kişi kendi kitaplarını getirerek, sakin, huzurlu bir ortamda, kahvesini yudumlarken okuyor kitaplarını. Eski zaman kıraathane‘lerinden esinlenerek oluşturulmuş güzel bir mekan. 2010 yılında Acd Sanat Merkezi olarak açılan ve hizmete başlayan bu mekana 2011 Haziran ayında Kitaplı Kahve‘nin de eklenmesiyle ortaya sıcak bir cafe çıkmış.
Sanat merkezinde müzik, hat, ebru, yazarlık gibi çeşitli atölye hizmetleri sunuluyor. Eğer müziğe ilginiz varsa ve keman, ney dersleri almak isterseniz Kitaplı Kahvenin 2.katında ders veriliyormuş. 2.katta piyano bile var. Detaylı bilgiyi Kitaplı Kahveden alabilirsiniz.
Daha ayrıntılı bilgi isteyenler için internet adresi: http://kitaplikahve.com/
Kitaplı Kahve’de birbirinden çeşitli kitaplar bulabilirsiniz. Hatta cafenin fikir babasından duyduğumuza göre bu sayı ve çeşit artmaya devam edecek. Kitaplı Kahve’ye kendi kitabınızla gidip rahat ve sakin ortamından faydalanarak okuyabileceğiniz gibi oradaki kitapları da altını çizerek, etrafına notlar yazarak, arasına ayraç bırakarak da okuyabilirsiniz.
Kitaplı Kahve, bildiğimiz kafelerden biraz farklı. Kütüphanesi olan bir kafe. Bir sürü müşterimiz olsun ticaret yapalım bol para kazanalım diye düşüncelerinin olmadığı izlenimine kapıldım. Fiyatları baya makuldü. Ama fiyatları uygun olan izbe, kirli ve öğrencilerin takıldığı kafeler ile alakası yok. Hatta bence hizmet fiyat performansını değerlendirecek olursak gayette iyiydi.
Kafe demişken, içeceklerini es geçmek olmaz. Kitapların yanı sıra çeşitli kahve ve çayların da ikram edildiği Kitaplı Kahve’de, Sultan Çayı‘nı da denemekte fayda var. Toroslar’dan toplanan bir dağ bitkisinden elde edilen kendine has lezzeti ve kokusu olan bu çay Kahve’nin spesiyali. Sultan çayı, kafeye özgü bir tat. Mutlaka denenmeli. Bunun dışında çok güzel çayları ve börekleri de var menüde.
Ortam çok güzel. Bir konağı kafe-kütüphane haline getirmişler. Pencerelerin önünle yığınla kitaplar, dergiler. Çayınızı içip, kitabınızı sessiz sessiz okuyabilirsiniz. Yanında tatlı fena olmaz derseniz de ıslak kekini önerebilirim. Ben sevdim ıslak kekini. Hizmetin ve ortamın sıcaklığına oranla fiyatların da uygun olduğunu söyleyebilirim. Farklı bir ortamda ders çalışmak veya vakit geçirmek isteyen öğrenci arkadaşların da ihtiyacını giderebilir.
Bir de kendilerine özgü kalemleri var, hatıra olarak alabilirsiniz.
İstanbul içinde, kafa dinlemek, huzur içinde kitabını okumak, güzel sohbetlere katılmak için ideal bir ortam Kitaplı Kahve. Yolu o civarlara düşenlere, kitap ve kafe konseptini bir arada yaşamak isteyenlere tavsiye ederim.
Elbette kitap okumak bir ödev değil. Güzel muhabbetler etmek, yazı yazmak, gazete-dergi karıştırmak, müzik dinlemek, etrafı izlemek için de ideal bir yer. Yazarlar ve şairlerin de takıldığı mekanda ara ara sohbetler ve etkinlikler de gerçekleşiyormuş. Şu an devam eden düzenli bir program olmasa bile konuyla alakalı tüyoları yine mekan sahibinden alabilirsiniz.
Kitaplı Kahve'nin işletmeticisi olan beyefendi ile tanışma fırsatımız oldu. Yeni gelen misafirleri ile ilgilenen bir evsahibi gibi bizimle ilgilendi. Bize kitaplı kahvenin kurşun kalemlerinden hediye etti. Kitaplarımızın arasına yazı yazıp küçük notlar bırakabilirsiniz, dedi. 5500 tane kitapları varmış ve isteyenler Kitaplı Kahve'ye kitap bağışında bulunabilirmiş. 
Kafenin sahibi, geldiğimiz için teşekkür ettikten sonra, seçerek insan getirinki kafeleşmesin diye rica etti. Orası kesinlikle çok özel bir kafe, dedikodu yapmak için herhangi bir Starbucksa gidilebilir. Ama keyif alarak sakin bir ortamda kitap okumak için tabiki Kitaplı Kahveye gidilir.
Ben şahsen çok sevdim, ilerleyen zamanlarda özellikle yazmak için tercih edeceğim bir yer olacak.
Peki nerede bu Kitaplı Kahve? Altunizade Kültür Merkezi‘nin karşısında yer alan Kitaplı Kahve’ye ulaşım da kolay. Altunizade de Capitol Alışveriş Merkezinin arkasında. Capitol ilköğretim okulunun önünden yürüyerek gidiyorsunuz daha sonra ilk sola dönüp, dümdüz gittiğinizde görüceksinizdir.
Yaz aylarının gelişiyle de bahçenin ferahlığını hissederek rahat rahat takılabileceğiniz bir mekan. Özellikle yalnız başınıza kitap okumak istediğinizde burası sizin için biçilmiş kaftan. Üsküdar'da olmuş olması ise bambaşka bir ayrıcalık. Bence siz de bir gününüzü Üsküdar Günü ilan edin ve gidip Üsküdarın, Kız Kulesinin, Salacakın, Kitaplı Kahvenin ve daha bir çok nezih mekanın keyfini çıkarın. Sağlıcakla dostlar. :)

13 Ekim 2013 Pazar

Vakt-i Sûkut


Şehrin ışıkları söndüğünde geceye uzayan yollar kalır. Aklı geride kalanlar ve ileride olanlar alır... Bir insanın varlığıyla varlığına alıştığımız yerler, o kişinin o yerlerde olmadığı zamanlarda bize mutluluk vaat etmediği gibi sadece acı verir. Kalabalıkların ortasında ama, kendimize ait umutları yitik bir dünyada yaşıyoruz...
Bir insan bir yakınını kaybettiğinde ilk gün yüreğinde kırk mum yanar. Her gün bunlardan bir tanesi söner ve kırkıncı gün son bir tane kalır. İşte o kalan bir ömür boyunca sönmez. Ve insan sevdiklerini yalnızca ölümle kaybetmez.
Bu eylül bizi yaşlandırdı vallahi. İnandıklarım değişmedi; inandığım insanlar değişti. İnsan yüreği düşmanını bile affediyor da dosta kırıldı mı doğrulmuyor. İçimizde kitaplar birikiyor, tiyatro oyunları gösteriliyor, şarkılar söyleniyor; bizse okuduğumuz kitaplarda, aslında kendimize rastladığımızı sandığımız yerlerin altını çiziyoruz. Fosforlu bir sevinçle. Yorulduk geçen eylülde epey. Hadi bütün suçu yağmurun üstüne atıp, uyuyalım...
Herkesin yalnızlığı kendine benzer. Benimki biraz kalabalık, biraz gürültülü ve biraz da dağınık işte. Çok fazla kitap ve çok fazla boş bardak var sadece. Güzel günlere, bahara, mutluluğa, yarınların güzellikler getireceğine, iyi düşüncelere, her ne olursa olsun uyuyunca geçeceğine inanıyorum.
Aşk dediğin çelişkiler cumhuriyeti. Saatlerce konuştuğun değil birlikte sustuğun insana aşık olurken, birlikte susmaktan korktuğun kişiye zaten aşıksındır. Yanında saçmalayabileceğin yada çocuklaşabileceğin insan istersin, halbuki yanında değil birlikte saçmalayacağın yada birlikte çocuklaşacağın insandır gönül tahtına oturan her zaman. Kısaca bunlar karışık mevzuatlar.
Yüreğinin götürdüğü yerde kırılıyorsun; aklının götürdüğü yerde yanılıyorsun. Yüreğin aklına, aklın yüreğine uymadığı zamansa darılıyorsun. Sonra ne akıl kalıyor insanda ne de yürek; işin içinden çıkamıyorsun.
Zaten iyi şeyler birden bire olur; bu kadar bekletmez insanı. Sürümcemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Yada hiçbir şey çıkmaz. Allah gidince huzur verenleri tezinden nasip eylesin. Eylesin ki ömrümüz temizlensin. Gelişiyle huzuru getirenleri ömrümüze az ve öz nasip etsin. Az insan, çok huzurdur nitekim.
İnandığım masallar birer şarkı oldular. Burada dostum rüzgar, aşkım ilk bahar. Olmuyor iki gözüm bu şehir yabancı, yüreğime işliyor yağmurlar. İnsanlar kaçıyor birbirinden, insanlar sevmiyor, sevilmiyor; yalnızlığa uzanıyor hızla adımlar... Ve bodrum katlarında boğduruluyorsa aşklar, ışıksız kalınmışsa gün ortası; bitmişsiniz bayım, uyanın bu kötü uykudan. Seven insan vazgeçmez. Sadece bekler köşesinde sessizce ve sabırla.
İnsan sevdiğine çay demlemeli. İçine inceden kalp telaşını, çaktırmadan gözyaşını, beslediği büyüttüğü sevgisini katmalı. Sıcacık bir gülümseme ile, gönlünden gelen muhabbeti ile, aşkının buğusu ile arz-ı endam ederek sunmalı. O çayın; tadı da, adı da, rengi de, kokusu da o zaman bambaşka olmalı, hasret karıştırmalı.
Yürek acı çektiğinde, göz refakatçi kalır. Bundandır uykusuzluğumuz. Bazı acılar hiç geçmez, hiç değişmez, seni değiştirip bambaşka biri yaparmış... Bir kadın sevdiği adamın içindeki fırtınaları görür. Bir kadın yalnızca sevdiği adama gülümser, ve bir adam yalnızca sevdiği kadına değerini hissettirir. Ben dizine yattım, sen bir hikâye anlattın. Ve ben büyüdüm.
Kandillerin ışığı siyaha yürüdüğünde, gözlerini bana bırak; ışığım olsunlar... Bakarsın yolum düşer şehrine. Oturur birer çay içeriz kim bilir. Belki de okuduğumuz kitaplardan konuşuruz. Sen susarsın, ben kulak kesilirim... Sonra belki çay içeriz, şansımız varsa yağmur da yağar. Güzel şeyler olur belki. Nede olsa umut dediğin yüreğimin tükenmeyen feneri. Umut olmasına var, sonsuzluk düzine olacak kadar umut var avuçlarımda; ama bizim için değil. Olsun, sen istisna bir yara gibi kal yüreğimde; hayra yorulan düşleri ol...
Ve en son, her şey geçtikten sonra elimizde şarkılar, kitaplar ve bir bardak demli çayımız kalır. Şimdi otur biraz konuşalım iki gözüm. Muhabbetin içinden kuşlar geçsin. Zeki Müren olsun, yağmur olsun, uzaklar olsun ve birde kitap kokuları olsun.
Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp giden düş bulutlarında şekillenen her sözü, yüreğimde senin için büyüttüğüm şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek.
Keşke bir yolu olsa da anlatabilsem içimdekileri, anlatması zor sevinçlerimi, kederlerimi. Biri kocaman dinlese beni susmama izin vermeden. Yorgun susmuşluklarım var benim sadece. İstesemde yorgunum gitmelerin tümüne.
Ya yanımda kal; kek yapalım, kitap okuyalım, çay içip sohbet edelim... Ya da git şiir ol. Hiç bir gün gerçek olmayacak biliyorum. Yine de ben hâlâ her şeyi sana anlatacakmış gibi biriktiriyorum. Ey başında şimdi sevda rüzgarları esen; sustuğum kadarsın bende, konuştuğuma bakma. Bir şarkı olursun ancak bana; dinler dinler ağlar yüreğim.
Kocaman güldüler birbirlerine; önce hiç ayrılmayacaklar gibi, sonra da hiç kavuşamayacaklar gibi. Sonra biri uzaklara gitti; diğeri hep uzaklara baktı geceleri. Aşk böyledir dedi kimileri; kadın gider, adam susar ve aşk biterdi.

Hikayemden haberdar, haberimden hissedar olasın.. Gönlüme ışık, yoluma yoldaş olasın. Ah'ını Ah'ıma kat ki sevdam olasın...Seni saklayacağım inan. Yazdıklarımda, çizdiklerimde. Şarkılarımda, sözlerimde.
Sen de çayı çok seversin ben gibi, yağmuru da ben sen gibi. Yağmur yüreklim, sensiz çay ısıtmıyor içimi. Bilmiyorsun ki...
Sakalları şiirle karışık, kitap kokan ve rüzgarla konuşan bir adam... Sen bir gün var olacaksın dünyamda, inancımda. Olur ya, seni seviyorum diyemem. Mavi derim, gökyüzü derim, kuşlar ve sonbahar; gerisini sen anla...

"Ne Okuyorum?"dan Ah Mine'l-Aşk


Ah Mine'l-Aşk, İskender Pala'nın yazdığı, ilk baskısı 1999 yılında Ötüken Yayınları tarafından yayınlanan, Divan Edebiyatı, Divan şairleri ve aşk konularını ele alan bir eserdir. Bunların yanında eser; Osmanlı Tarihi'nden olaylar, hikâyeler ve örnekler ile zenginleştirilmiştir. 
Şubat 2006'da 7. baskısı Kapı Yayınları tarafından yapılan kitap, 7 bölümden oluşmaktadır.
Evet, yine bir İskender pala kitabı. Hele ki kitabın son elli sayfasın beni kendimden geçirdi. Gerek Fuzulî gerek Nedim gerekse de Şeyh Galibi anlatışı mükemmel. Tadı damakta kalacak harika bir eser. İnsan yazacak, yorum yapacak kelime bulamıyor,  adı gibi tadı var... Mükemmel bir yazım tarzı, divan şiirinin ustaları kaleme alınmış; Fuzuli en sevdiğim şairlerden biri, divan seven herkese tavsiye ederim. Klasik Türk Edebiyatını gençlere sevdiren bir kalemin elinden çıkmış çok güzel bir eser. Aşkın ufacık bir zerresini yüreğinizde hissediyor ve Divan Edebiyatına ilgi duyuyorsanız mutlaka okuyun.
Şimdi de sizlere biraz kitabımızın bölümlerini tanıtalım:

Feth-i Kelam için (Giriş Bölümü)
700 Yılının Şiiri diyerek başlıyor yazar kitabına ve Osmanlı şiirinin tıpkı Osmanlı Devletinin hukuku, felsefesi, dili, mimarisi, musikisi gibi kendi ulusal kültürünün bir parçası olduğunu belirtiyor. “Toplumu bütün acıları ve zevkleri, bütün sosyal ve beşeri çağrışımlarıyla kucaklamış bir edebiyatın binlerce, on binlerce eserini yok saymaktan, kültürel aforizmalar ile gündem dışına itmekten” yakınıyor ve bunun en önemli problemlerimizden bir olarak gösteriyor. Ve bununla ilgili olarak ekliyor; “Bizim nesil, Osmanlının kendisi gibi yüksek kültürünü ve o kültürü taşıyan şiiri de reddetti. Onu halktan uzakmış gibi göstermeye, fildişi kulelerde ahbap- çavuş pazarlıklarının metaı gibi tanıtmaya çaba harcadı. Tek haklı iddiamız. Dilinin artık anlaşılmaz olmasıydı ama yazık ki bu da onlardan(şairlerden) değil, bizden(okuyamayanlardan) kaynaklanıyordu.”
İlerleyen satırlarda Osmanlı şiiri ve şairlerini konu alıp, onları kategorize ediyor. Yine yukarıda ki sorunlara dem vurduktan sonra Osmanlı şiirini tanıtmaya, okurun Osmanlı Şiirine olan ön yargısını kırmaya çalışıyor.
Divan Edebiyatı'nı Anlayabilmek
İskender Pala bu bölümde Divan Edebiyatı'nın genel kanının aksine anlaşılmaz bir edebiyat olmadığını “Fuzuli'yi Baki'yi Nedim'i anlayabilmek için üniversite eğitimine beş yüz kelimelik bir repetuvarın eklenmesinin yeterli olacağını” belirtiyor.
Aşkın İlinden(aşkın yalın hali)
İskender Pala bu bölüme saltanat ile sanat arasında ki ilişkiyi irdeleyerek başlıyor. Ortaçağ'da gerek Batı'da gerek Doğu'da saltanatların sanat vasıtası ile kendilerini gelecek kuşaklara anlattığını, sanatın da kalıcılığını saltanat ile sağladığını belirtiyor. Yazara göre Osmanlı Hanedanı zamanında bu durum daha belirgin hale geliyor. “Osmanlı padişahlarının birçoğunun sanatla ilgilenmesi sonucu sanat ve sanatçı Osmanlı asırlarında her zaman korunmuştur.” diyen yazar daha sonra sanatkâr padişahlardan örnekler sunmaktadır. Fatih, Kanuni, Yavuz gibi şair padişahların şiirleri açıklanmıştır. İlerleyen kısımlarda Türk Klasik Şiirinden örnekler verilmeye devam edilecek ve Osmanlı'dan Cumhuriyet'e şiirde Türk kimliği incelenecektir.

Arka kapaktan
Aşk, yerine göre yol olur yürünür, yerine göre iman olur uyulur. Bazen ateş olup yakar, bazen deniz olup boğar. Sultan olur ülke yönetir, şarap olur sarhoş eder. At olup koşar, kuş olup uçar. Hazine olur viran gönüllerde saklanır, kimya olur hakir toprakları altına dönüştürür. Sır olur saklanır, gonca olur açılır. Gül bahçesi olur kokusuyla âşıkları mest eder, güneş olur âşıklarının ümit meyvelerini olgunlaştırır.
Aşk olunca gönüller birleşir, aşk olunca kıyamet koparcasına hareketlilik olur. Aşk olunca şimşekler çakar, rahmetler yağar. Âlemler kıyama kalkarsa aşktandır. Hastaların şifa bulması aşktandır. Aşk ile döner gökler, aşk ile durur kâinat. Aşk, Mecnun`dan Leyla`ya bir feryat, Mansurdan dâra bir sır, gözden kalbe bir yoldur.
Velhasıl, klâsik edebiyatımızda aşk her şeydir, her şey de aşktır. Bütün bu sayılanlar divan edebiyatına bir aşk edebiyatı dememiz için kâfidir.

5 Ekim 2013 Cumartesi

"Ne Okuyorum?"dan Hasret

 
Hasret- Canan Tan
  Kavuşamayan aşklar her zaman okumaya değer hikayeler çıkartır ortaya. Canan Tan’da son kitabı Hasret ile Kurtuluş Savaşı dönemine gidiyor ve bir Türk ile bir Rum’un yaşadığı aşkı okurlarına aktarıyor. Canan Tan’ın yeni romanı Hasret, mübadele öncesinde başlayıp hasretle sonuçlanan derin bir aşkı ve ayrılığı anlatıyor.
Lozan Anlaşması ile birlikte göçe zorlanan insanlar arasında birbirine aşık iki genç vardır. Biri Türk diğer Rum olmasına rağmen birbirlerini sevmişler ve hayatlarını birlikte geçirmeye karar vermişlerdir. Fakat savaşın kötü yüzü onlarada yansımız ve kader aşklarını ayırmak zorunda bırakmıştır.
Gerçek bir hikayeden uyarlanan Hasret kitabında Canan Tan Müslüman bir Türk genci ile Rum bir kızın aşkını savaşın kötü yüzünü de aktararak mükemmel bir aşk hikayesi anlatıyor.
Son zamanlardaki romanları ile herkesin beğenisini kazanan Canan Tan yine hislerinize hitap edicek bir eser ile çok satanlar listesinde yerini alacak gibi görünüyor.
Çok satanlar listesinin en önemli müdavimlerinden Canan Tan’ın yeni romanı Hasret, geçmişin toplumsal çalkantıları içinde yarım kalmış, parçalanmış, kırık bir aşk hikâyesini anlatıyor. Gerçek bir yaşam hikâyesinden alınan ve mübadele döneminde onulmaz bir hasrete mahkûm olan bu aşkın izleri Cumhuriyet öncesine uzanıyor.
Romanın başkahramanı, 1920’lerde Kırşehir’in Keskin ilçesinde yaşayan Tacettin adlı bir genç. Köklü ve varlıklı bir aileye mensup olan Tacettin’in en yakın iki arkadaşından biri Rum (Aris), diğeri Ermeni’dir (Artin). Tacettin, arkadaşlarıyla gittiği tavernada, mekânın sahibi Omorfia’nın kızı Patricia’ya âşık olur. Tacettin’in ailesi bu ilişkiye şiddetle karşı çıkar.
İlişkileri devam ederken Patricia hamile kalır ve oğulları Ali dünyaya gelir. Bu arada Kurtuluş Savaşı başlamış, tüm ülkede olduğu gibi Keskin’de de Rumlarla Müslümanlar arasında gerginlikler baş göstermiştir. Lozan Antlaşması öncesinde, mübadele sözleşmesi imzalanır. Keskin’deki Rumlarla birlikte Patricia, annesi ve üç yaşındaki Ali de Yunanistan’a gönderilir. Tacettin derin bir hüzne düşmüştür.
Selanik’e gelen Patricia, Omorfia ve Ali ise bu şehirde zorlu ve yeni bir hayata başlayacaklardır.
Canan Tan’ın Doğan Kitap etiketiyle yayımlanan yeni romanı Hasret, parçalanan bir aşkın toplumsal arka planını çarpıcı bir şekilde çizerek, bugünün tartışmalarına da bir gönderme yapıyor. Romanın odağında aşk duruyor, din, dil, ırk gözetmeden. Ayrılık keskin bir bıçak gibi ayırıyor âşıkları. Gözyaşı romanın kahramanları kadar okuru da esir alıyor zaman zaman. Yaşanmış hikâyelerin tüm gücünü ve etkisini gözler önüne seriyor Hasret.
İçinde gerçek yaşamdan kesitler bulunan romanlara oldum olası bayılmışımdır. Romana inanmamı, samimiyetini hissetmemi kolaylaştırır. Hasret’te böyle bir romandı. Kurtuluş Savaşı öncesinde Müslüman bir adam ile Rum kadının aşkını ve Müslüman ailenin kızı reddetmesi sonucunda yarım kalan bir hikâyeyi anlatıyordu. “Kavuşamazsan aşk olur” sözünün doğruluğunu kanıtlar gibiydi. Tacettin ve Patricia’nın aşkı hızlı ve tutkulu bir şekilde başlıyor, ancak mübadele sırasında devlet eliyle aralarına kapatamayacakları bir mesafe koyuluyor. Birçok yerinde gözlerimin dolmasına engel olamadığım bir roman okudum. Canan Tan’ın özellikle mübadele konusunda yaşananlar hakkında çok araştırma yaptığı ve konuyu gerçekliği ile yazmayı hedeflediği çok açıktı. Bazı kitaplar boşuna çok satanlar listesine girmiyor, okunmalı mutlaka…
Altını çizdiklerimden;
"Kandillerin ışığı siyaha yürüdüğünde, gözlerini bana bırak; ışığım olsunlar..."  S-45
“Araya girenmesafeler, saman alevi misali gelgeç sevdaları silip götürürken, kor ateşe özdeş aşkları daha da harlandırır ya…” S- 50
“Din, dil, köken gibi değerler, kimseye zorla kabul ettirilemezdi.” S- 89
“Doğduğumuz, büyüdüğümüz, bin bir sevinç ve üzüntüyle yoğrularak üzerinde yaşadığımız memleketimizden koparılıp, bilmediğimiz diyarlara göçüyoruz. Ve o diyarların adına vatan diyoruz. Köklerinden sökülmüş ağaçların başka topraklarda kök vermesi kolay mı?” S- 144
“İmkânsızlıkların farkında olsa da ümit etmekten vazgeçmiyordu insan.” S- 204
“Büyük acılarla yara almış insanlara, “zaman her şeyin ilacıdır” lafı küfür gibi gelir.” S- 208
“Yeni doğan her bebek yeni bir umuttu. Umudu avuçlarında taşırdı bebekler…” S- 310
“Vuslatın hayali vuslattan tatlıdır…” S-340
Arka Kapaktan;
Lozan antlaşmasının öncesinde imzalanan mübadele sözleşmesi, bir buçuk milyona yakın insanı yerlerinden yurtlarından ederken, geride parçalanmış hayatlar, boynu bükük aşklar ve nesiller boyu sürecek hasret hikâyeleri bırakacaktır.
Tıpkı Tacettin’le Patricia’nın hikâyesi gibi…