Hasret- Canan Tan
Kavuşamayan aşklar her zaman okumaya değer hikayeler
çıkartır ortaya. Canan Tan’da son kitabı Hasret ile Kurtuluş Savaşı dönemine
gidiyor ve bir Türk ile bir Rum’un yaşadığı aşkı okurlarına aktarıyor. Canan
Tan’ın yeni romanı Hasret, mübadele öncesinde başlayıp hasretle sonuçlanan
derin bir aşkı ve ayrılığı anlatıyor.
Lozan Anlaşması ile birlikte göçe zorlanan insanlar arasında
birbirine aşık iki genç vardır. Biri Türk diğer Rum olmasına rağmen
birbirlerini sevmişler ve hayatlarını birlikte geçirmeye karar vermişlerdir.
Fakat savaşın kötü yüzü onlarada yansımız ve kader aşklarını ayırmak zorunda
bırakmıştır.
Gerçek bir hikayeden uyarlanan Hasret kitabında Canan Tan
Müslüman bir Türk genci ile Rum bir kızın aşkını savaşın kötü yüzünü de
aktararak mükemmel bir aşk hikayesi anlatıyor.
Çok satanlar listesinin en önemli müdavimlerinden Canan
Tan’ın yeni romanı Hasret, geçmişin toplumsal çalkantıları içinde yarım kalmış,
parçalanmış, kırık bir aşk hikâyesini anlatıyor. Gerçek bir yaşam hikâyesinden
alınan ve mübadele döneminde onulmaz bir hasrete mahkûm olan bu aşkın izleri
Cumhuriyet öncesine uzanıyor.
Romanın başkahramanı, 1920’lerde Kırşehir’in Keskin
ilçesinde yaşayan Tacettin adlı bir genç. Köklü ve varlıklı bir aileye mensup
olan Tacettin’in en yakın iki arkadaşından biri Rum (Aris), diğeri Ermeni’dir
(Artin). Tacettin, arkadaşlarıyla gittiği tavernada, mekânın sahibi Omorfia’nın
kızı Patricia’ya âşık olur. Tacettin’in ailesi bu ilişkiye şiddetle karşı
çıkar.
Selanik’e gelen Patricia, Omorfia ve Ali ise bu şehirde
zorlu ve yeni bir hayata başlayacaklardır.
Canan Tan’ın Doğan Kitap etiketiyle yayımlanan yeni romanı
Hasret, parçalanan bir aşkın toplumsal arka planını çarpıcı bir şekilde
çizerek, bugünün tartışmalarına da bir gönderme yapıyor. Romanın odağında aşk
duruyor, din, dil, ırk gözetmeden. Ayrılık keskin bir bıçak gibi ayırıyor
âşıkları. Gözyaşı romanın kahramanları kadar okuru da esir alıyor zaman zaman.
Yaşanmış hikâyelerin tüm gücünü ve etkisini gözler önüne seriyor Hasret.
Altını çizdiklerimden;
"Kandillerin ışığı siyaha yürüdüğünde, gözlerini bana
bırak; ışığım olsunlar..." S-45
“Din, dil, köken gibi değerler, kimseye zorla kabul ettirilemezdi.”
S- 89
“Doğduğumuz, büyüdüğümüz, bin bir sevinç ve üzüntüyle
yoğrularak üzerinde yaşadığımız memleketimizden koparılıp, bilmediğimiz
diyarlara göçüyoruz. Ve o diyarların adına vatan diyoruz. Köklerinden sökülmüş
ağaçların başka topraklarda kök vermesi kolay mı?” S- 144
“İmkânsızlıkların farkında olsa da ümit etmekten
vazgeçmiyordu insan.” S- 204
“Büyük acılarla yara almış insanlara, “zaman her şeyin
ilacıdır” lafı küfür gibi gelir.” S- 208
“Yeni doğan her bebek yeni bir umuttu. Umudu avuçlarında taşırdı
bebekler…” S- 310
“Vuslatın hayali vuslattan tatlıdır…” S-340
Arka Kapaktan;
Tıpkı Tacettin’le Patricia’nın hikâyesi gibi…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder