Şehrin ışıkları söndüğünde geceye uzayan yollar kalır. Aklı
geride kalanlar ve ileride olanlar alır... Bir insanın varlığıyla varlığına
alıştığımız yerler, o kişinin o yerlerde olmadığı zamanlarda bize mutluluk vaat
etmediği gibi sadece acı verir. Kalabalıkların ortasında ama, kendimize ait
umutları yitik bir dünyada yaşıyoruz...
Bir insan bir yakınını kaybettiğinde ilk gün yüreğinde kırk
mum yanar. Her gün bunlardan bir tanesi söner ve kırkıncı gün son bir tane
kalır. İşte o kalan bir ömür boyunca sönmez. Ve insan sevdiklerini yalnızca
ölümle kaybetmez.
Bu eylül bizi yaşlandırdı vallahi. İnandıklarım değişmedi;
inandığım insanlar değişti. İnsan yüreği düşmanını bile affediyor da dosta
kırıldı mı doğrulmuyor. İçimizde kitaplar birikiyor, tiyatro oyunları
gösteriliyor, şarkılar söyleniyor; bizse okuduğumuz kitaplarda, aslında
kendimize rastladığımızı sandığımız yerlerin altını çiziyoruz. Fosforlu bir
sevinçle. Yorulduk geçen eylülde epey. Hadi bütün suçu yağmurun üstüne atıp,
uyuyalım...
Herkesin yalnızlığı kendine benzer. Benimki biraz kalabalık,
biraz gürültülü ve biraz da dağınık işte. Çok fazla kitap ve çok fazla boş bardak
var sadece. Güzel günlere, bahara, mutluluğa, yarınların güzellikler
getireceğine, iyi düşüncelere, her ne olursa olsun uyuyunca geçeceğine
inanıyorum.
Aşk dediğin çelişkiler cumhuriyeti. Saatlerce konuştuğun
değil birlikte sustuğun insana aşık olurken, birlikte susmaktan korktuğun
kişiye zaten aşıksındır. Yanında saçmalayabileceğin yada çocuklaşabileceğin
insan istersin, halbuki yanında değil birlikte saçmalayacağın yada birlikte
çocuklaşacağın insandır gönül tahtına oturan her zaman. Kısaca bunlar karışık
mevzuatlar.
Yüreğinin götürdüğü yerde kırılıyorsun; aklının götürdüğü
yerde yanılıyorsun. Yüreğin aklına, aklın yüreğine uymadığı zamansa
darılıyorsun. Sonra ne akıl kalıyor insanda ne de yürek; işin içinden
çıkamıyorsun.
Zaten iyi şeyler birden bire olur; bu kadar bekletmez
insanı. Sürümcemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Yada hiçbir
şey çıkmaz. Allah gidince huzur verenleri tezinden nasip eylesin. Eylesin ki
ömrümüz temizlensin. Gelişiyle huzuru getirenleri ömrümüze az ve öz nasip
etsin. Az insan, çok huzurdur nitekim.
İnandığım masallar birer şarkı oldular. Burada dostum
rüzgar, aşkım ilk bahar. Olmuyor iki gözüm bu şehir yabancı, yüreğime işliyor
yağmurlar. İnsanlar kaçıyor birbirinden, insanlar sevmiyor, sevilmiyor;
yalnızlığa uzanıyor hızla adımlar... Ve bodrum katlarında boğduruluyorsa
aşklar, ışıksız kalınmışsa gün ortası; bitmişsiniz bayım, uyanın bu kötü
uykudan. Seven insan vazgeçmez. Sadece bekler köşesinde sessizce ve sabırla.
İnsan sevdiğine çay demlemeli. İçine inceden kalp telaşını,
çaktırmadan gözyaşını, beslediği büyüttüğü sevgisini katmalı. Sıcacık bir
gülümseme ile, gönlünden gelen muhabbeti ile, aşkının buğusu ile arz-ı endam
ederek sunmalı. O çayın; tadı da, adı da, rengi de, kokusu da o zaman bambaşka
olmalı, hasret karıştırmalı.
Yürek acı çektiğinde, göz refakatçi kalır. Bundandır
uykusuzluğumuz. Bazı acılar hiç geçmez, hiç değişmez, seni değiştirip bambaşka
biri yaparmış... Bir kadın sevdiği adamın içindeki fırtınaları görür. Bir kadın
yalnızca sevdiği adama gülümser, ve bir adam yalnızca sevdiği kadına değerini hissettirir.
Ben dizine yattım, sen bir hikâye anlattın. Ve ben büyüdüm.
Kandillerin ışığı siyaha yürüdüğünde, gözlerini bana bırak;
ışığım olsunlar... Bakarsın yolum düşer şehrine. Oturur birer çay içeriz kim
bilir. Belki de okuduğumuz kitaplardan konuşuruz. Sen susarsın, ben kulak
kesilirim... Sonra belki çay içeriz, şansımız varsa yağmur da yağar. Güzel
şeyler olur belki. Nede olsa umut dediğin yüreğimin tükenmeyen feneri. Umut
olmasına var, sonsuzluk düzine olacak kadar umut var avuçlarımda; ama bizim
için değil. Olsun, sen istisna bir yara gibi kal yüreğimde; hayra yorulan
düşleri ol...
Ve en son, her şey geçtikten sonra elimizde şarkılar,
kitaplar ve bir bardak demli çayımız kalır. Şimdi otur biraz konuşalım iki
gözüm. Muhabbetin içinden kuşlar geçsin. Zeki Müren olsun, yağmur olsun,
uzaklar olsun ve birde kitap kokuları olsun.
Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya
gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp
giden düş bulutlarında şekillenen her sözü, yüreğimde senin için büyüttüğüm
şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek.
Keşke bir yolu olsa da anlatabilsem içimdekileri, anlatması
zor sevinçlerimi, kederlerimi. Biri kocaman dinlese beni susmama izin vermeden.
Yorgun susmuşluklarım var benim sadece. İstesemde yorgunum gitmelerin tümüne.
Ya yanımda kal; kek yapalım, kitap okuyalım, çay içip sohbet
edelim... Ya da git şiir ol. Hiç bir gün gerçek olmayacak biliyorum. Yine de
ben hâlâ her şeyi sana anlatacakmış gibi biriktiriyorum. Ey başında şimdi sevda
rüzgarları esen; sustuğum kadarsın bende, konuştuğuma bakma. Bir şarkı olursun
ancak bana; dinler dinler ağlar yüreğim.
Kocaman güldüler birbirlerine; önce hiç ayrılmayacaklar
gibi, sonra da hiç kavuşamayacaklar gibi. Sonra biri uzaklara gitti; diğeri hep
uzaklara baktı geceleri. Aşk böyledir dedi kimileri; kadın gider, adam susar ve
aşk biterdi.
Hikayemden haberdar, haberimden hissedar olasın.. Gönlüme ışık, yoluma yoldaş olasın. Ah'ını Ah'ıma kat ki sevdam olasın...Seni saklayacağım inan. Yazdıklarımda, çizdiklerimde. Şarkılarımda, sözlerimde.
Sen de çayı çok seversin ben gibi, yağmuru da ben sen gibi.
Yağmur yüreklim, sensiz çay ısıtmıyor içimi. Bilmiyorsun ki...
Sakalları şiirle karışık, kitap kokan ve rüzgarla konuşan
bir adam... Sen bir gün var olacaksın dünyamda, inancımda. Olur ya, seni
seviyorum diyemem. Mavi derim, gökyüzü derim, kuşlar ve sonbahar; gerisini sen
anla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder