Daha önce size Orhan Pamuk’u başka bir kitabı ile
tanıtmıştım zaten. Şimdi o yüzden direk bodoslama kitaptan giriyorum:
“Kitabı okumuşsun dedi. Ne buldun onda? Yeni bir hayat.
İnanıyor musun buna? İnanıyorum.”
Yeni Hayat, Orhan Pamuk, İletişim Yayınları, 20. Baskı, 1994
2011 yılından beri kütüphanemde duran Orhan Pamuk’un “Yeni
Hayat'ına sonunda elimi uzattım, yıllardan beri bir türlü yeniden okuyamadığım
bu kitabı okumayı başardım!
Yeni bir hayat mümkün müdür? Yeni bir yaşam? Yeni bir dünya?
Bu kavramlar, konular insanlığın başlangıcından beri her zaman bir çok bilge,
düşünür, yazar ve filozofun dikkatini çekmişlerdir.
Yahudi-hristiyan eskatolojisinde (eskatoloji: eskatologya,
sonbilim, mebhasi ahiret: insanın ve dünyanın sonunu inceleyen tanrıbilim,
teoloji, dinbilim dalı) yeni yaşam, yeni dünya terimleri ile tanrısal krallık
altında, ölüm veya dirilişten sonraki bir varolma konumu kastedilir. Ancak, bu
yeni yaşamda, islamın mitolojik cennetindeki gibi ceylan gözlü huriler, hurlar,
bilezikli gılmanlar, yeşil yastıklar, şarap ve bal ırmakları yoktur.
Eskatolojik yeni yaşam teokratik bir süreç olup bunun Mesih yönetiminde bir
milenyum boyunca yeryüzünde egemen olacağı öngörülür.
Pamuk’un “Yeni Hayat'ında ise, bu dünyada salt kendileri
için gerçek ve geçerli olan kendi yeni yaşamlarını inşa etmeye, örmeye,
çalışanların başlarından geçen olağanüstü olaylar süreci kurgulanmaktadır.
Kitabı bitirdim. Olaylar ve kahramanlar içiçe geçmiş.
Anlamak için biraz kafa yordum, hatta geri dönüp okuduğum bölümler oldu. Hayal
ile gerçek olaylar arasında gidip gelen bir kişinin öyküsü. Bir üniversite
öğrencisi. Okuduğu kitaptan etkilenip yola çıkan bir gencin öyküsü ve yolculuk
sırasında yaşadıkları, eski sevgili, kaybolan kız, gencin aşkla tanışması...
Olaylar ve kişiler, bir labirentin içinde gibi hissediyor insan kendini...
Biraz sıkıldım okurken. Yazarın diğer kitaplarındaki anlaşılmazlık burada da
mevcut. Ama edebi yönden güzel bir örnek, öneririm.
Orhan Pamuk ve Yeni Hayat kitabını duymayan kalmamıştır
artık. "Bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti." sözü slogan
gibi dilimize yerleşmiştir. Ben de ilk yazılarımın birinde bu sözü bir kitap
tanıtımı için başlık olarak kullanmıştım. Köşe yazılarına, haberlere ve
konuşmalara en çok konu olan kitabıdır. İlk kitaplarından ve postmodernizmin
ülkemizde ilk örneklerinden biri olduğu için, yazarın tarzını henüz bilmeyenler
tarafından çok ağır eleştiriler almıştır, en çok satan kitaplar arasında
olmasına rağmen. Ben 90'lı yıllarda hatırlıyorum, Orhan Pamuk kitabı satın
almak, okumak ve okuduğunu anlamak bir prestij sağlıyordu insanlara. Okumaya
yeni başlayan ve prestij kazanmak isteyen çaylak okuyuculardan bu kitapla
ilgili birçok eleştiri duymuştum . "Okudum, ama hiçbir şey anlamadım, anlayanın
alnını karışlarım..."vb. Ben de basıldıktan 17 yıl sonra okudum, belki o
önyargıyla olacak, çok beğendiğimi söyleyemem. Ama şimdi okusam zevk alacağım
ve daha iyi anlayacağım ve de buraya daha değişik bir görüş yazacağım kesin. O yüzden
yeniden okuma kararı aldım gitti.
Dante’nin “Yeni Hayat”ı gibi Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat”ı da
yazarın kendi özyaşam öyküsü gibi. Romandan çok masalımsı bir öyküyü andırıyor.
Ama biz yine de roman diyelim.
Roman, başkahraman birinci tekil şahısın ağzından
anlatılıyor. Romanı anlatan başkahraman, veya kısaca anlatıcı, (narrateur,
story-teller) Orhan Pamuk ile bir çok yönden örtüşüyor. Yine de başkahraman
anlatıcı ile yazarı tamamen özdeşleştirmek amacında olmadığımı belirtmek
isterim.
Teknik Üniversitede mimarlık okuyan, isminin Orhan, Osman
veya Kenan... [Çünkü romanın başkahramanı, anlatıcısı, sevgilisi Canan ile
isimlerinin uyaklı olduğunu belirtir: Örneğin, Orhan – Canan gibi. Bu bakımdan
romanda açıkça isimlendirilmeyen başkahramanın isminin büyük olasılıkla Orhan
olması gerek. Orhan isminin ibranice benzer seseli “Ornan”dır. Ornan, Aranuah
(sağlam olan) isminden gelir. (Tevrat, I. Tarihler 21:15) ]... olabileceğini
tahmin ettiğimiz anlatıcı günün birinde rastlantı sonucu -ki aslında bunun bir
çeşit tezgah olduğunu çok sonra öğrenecektir- bir kitap okumaya başlar, ve,
ondan sonra olanlar olur: Tüm yaşamı değişir. Ancak, bu değişimin neden olduğu,
nasıl olduğu ve ne olduğu romanda açık seçik belirtilmez. Bu bir sırdır.
Başkahraman anlatıcımız, o sihirli kitabı okuduktan sonra,
“yabancı bir ülkenin tehlikeli sokaklarına çıkar gibi” yirmi iki yıldır
yaşadığı mahallesinin sokaklarına çıktığında, hem büyük bir öfke, hem büyük bir
sevinç duyacaktır: Bugüne kadar hep kandırılmıştır. Oysa, bu ülkenin çocuğu
değildir o. Herşey değişmiştir. Bu topraklar “yabancı bir ülke”dir. O, bambaşka
dünyaların, hayatların insanıdır. Anlatıcı, sırrını ve ruhunu açacağı kişileri
de “kitaptaki dünyada yaşayan gölgeler arasından” seçmeye karar verir.. Eski
dünya bir süprüntüden farksızdır.
Doğduğu günden beri kendisini bu ülkede yaşayanlardan biri
zanneden anlatıcı, yeni “bir hayatı, bir yüzü, bir hikayesi olduğunu tuhaf bir
şekilde hissederek” farklı bir kimliğe kavuşmuştur. O artık gücü damarlarındaki
soylu kanda olanlardan veya ne mutlu falancaya diye haykıranlardan biri
değildir. Tapınmak için ayak teri ve kokusu sinmiş halılarda yuvarlanmasına,
takla atmasına da gerek yoktur.
Anlatıcı “nereden geldiğini bilmeden, nerede olduğunu
bilmeden, nereye gittiğini bilmeden” hiç durmadan sürecek yolculuklara çıktığı takdirde,
kitaptaki o büyülü, ışıklı dünyaya ulaşacağına inanmaktadır. Üç ay sürecek
kaza, tehlike ve olaylarla dolu uzun yolculuğunda birbirine benzeyen, camili,
Atatürk büstlü, beyaz eşya bayili bir sürü sıkıcı kent, kasaba ve köyden geçen
anlatıcı, “kendine benzeyen ötekileri” de sürekli araştırmaktadır.
Bu kendine “benzeyen ötekiler”den “melek” olarak tanımladığı
Canan... (Canan isminin seçilmesinin pek rastlantısal olduğunu sanmıyorum.
İlginçtir ki, ingilizcedeki “Canaan” özel isminin türkçe karşılığı “Kenan”dır.
“Kenan Ülkesi” Tevrat’a özgü bir deyim olup Allah tarafından İbrahim
peygamberin soyuna verileceği vadedilen ülke, arzı mevut, cennet anlamına
gelir. Günümüzde, Kenan Ülkesi bugünkü İsrail ve Filistin devletinin bulunduğu
topraklardır.) ... ve tıp okuyan Mehmet ile tanışır. Mimarlık öğrencisi Mehmet
de yepyeni biri olmak için tüm geçmişini terk etmesi gerektiğini anlamış, tüm
zamanını kitaba, kitaptaki yaşama adamış biridir. Mehmet, bir misyoner gibi, bu
kitabı kahvelerde, otobüs duraklarında, sinema kapılarında, vapur iskelelerinde
dağıtır.
Kopyaları elden ele dolaşan bu kitabı okuyan “ruh
kardeşleri”nden bazıları sapıtır, kimi yemeden içmeden kesilir, beriki canına
kıymayı düşünür, kimisi kötü ruhların saldırısından korunmak amacıyla –Omen filmindeki
papazın İncil’in sayfalarıyla odasını kapladığı gibi- “Yeni Hayat” kitabın
sayfalarıyla tüm odasının duvar ve camlarını kaplar.
Kitaptan “fışkıran ışığı” aldıktan sonra “eski hayatı”nı
tümden kafasından atan anlatıcı, kendisini “o ışıktan ülkede gezinirken” bulur.
Pamuk, bu temayı da muhtemelen Dostoyevski’den almış olsa gerek. Çünkü, “ışık
ülkesi” temasını ilk Dostoyevski’de görüyoruz. Yaşamının son yıllarında ezilen
insanlara yardım etmek için “düşünce ve ışık ülkesi”ne giden yolu aramaktan ilk
Dostoyevski söz etmiştir.
Buna ek olarak, anlatıcının yüzünün kitaptan çıkan ışıkla
aydınlanması bizi ibrani mitolojisindeki eski bir öyküye kadar götürür: Dinsel
bir kitap olmanın da ötesinde bir tarih ve destan olan Tevrat’a göre, Allah ile
yüz yüze konuştuktan ve On Emir’i içeren taş tabletleri aldıktan sonra Musa
Sina dağından iner. Ancak, tanrısal ışıktan dolayı Musa’nın yüzü parıl parıl
parlamaktadır. Öyle ki, yoldaşları ona bakamaz hale gelirler. Yüzünden yayılan
bu ışığı engellemek amacıyla Musa yüzünü örtmek, kapamak, gizlemek zorunda
kalır. Yani yüzünü peçeyle örter. Böylece peçeli ilk erkek olarak tarihe geçer!
(Tevrat, Yaratılış 34: 33-35) .
Yine “ışık” ile ilgili benzer bir olay, fransız mistik
filozof Blaise Pascal’ın yaşamında da görülür. Kitabı Mukaddes’i okurken Kutsal
Ruh’ un (Ruhulkudüs, Saint-Esprit) bir ateşli ışık gibi bedenine döküldüğünü
Pascal da felsefi yazılarında içtenlikle savunur. Kutsal Ruh’un insanlar
üzerine dökülmesi Kitabı Mukaddes’e özgü temalardandır. “Yeni Hayat”ın
anlatıcısı da kitaptan çıkan kutsal ışığın gücünün ensesinden tüm gövdesine
ağır ağır yayıldığını hisseder. “Kitaptan fışkıran ışık” kendisini
büyülemiştir. Ancak, romanın son bölümlerinde bu ışığın yaşam değil, “ölüm
ışığı”, yeni yaşamın da ölüm olduğuna okur inandırılarak sırlar
mühürlenecektir.
İlginçtir ki, anlatıcının okuduğu kitabın adı da “Yeni
Hayat”tır. Kitap emekli bir TDDY müfettişi tarafından, 33 muhtelif çocuk
kitapçığından faydalanılarak, yazılmıştır. 33 rakamının masonik terminolojide
özel bir simgesel konumu olduğunu burada anımsatalım. Masonluktaki en yüksek
mertebe Maşrıkı Azam 33.cü derecedir. İsa 33 yaşında öldürülmüştür. Öte yandan
bazı inanlılara göre Tevrat 33 bölümden oluşmaktadır. Bu meyanda, “Yeni Hayat”
kitabının Tevrat’ı simgelediği, veya, Tevrat’a işaret ettiği söylenebilir.
Ulusca yeni bir hayata adım attığımız bu günlerde Yeni Hayat
kitabını okumadıysanız eğer, okuyun derim. Okuyup da anlamadıysanız eğer, yine
okuyun, derim. Bu sayede nobelli bir yazarın kitabını okumuş olursunuz hem
de...
Sevgiyle kalın, mutlu kalın! Okunacak kitapsız asla
kalmayın!
Arkakapak notunda sözü geçen Dante'nin Yeni Hayat şiirini
buldum sizler için:
YENİ HAYAT
aklınızda burada olmayanlar belki,
çok uzaktan mı gelirsiniz,
halinizden göründüğü gibi,
ki geçip gidersiniz ağlamadan,
ortasında bu acılı şehrin,
acısını bilmez görünen
insanlar gibi?
kalsanız oysa, dinleseniz onu,
diyor ki iniltili yüreğim,
ağlayarak çıkardınız buradan kesinlikle.
mutluluğunu yitirdi şehir, beatrice'yi*;
ve söylenecek sözlerin onun üstüne
gücü vardır ağlatacak herkesi.
DANTE ALIGHIERI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder