7 Haziran 2013 Cuma

"Ne Okuyorum?"dan Yeni Hayat

 
Daha önce size Orhan Pamuk’u başka bir kitabı ile tanıtmıştım zaten. Şimdi o yüzden direk bodoslama kitaptan giriyorum:
“Kitabı okumuşsun dedi. Ne buldun onda? Yeni bir hayat. İnanıyor musun buna? İnanıyorum.”
Yeni Hayat, Orhan Pamuk, İletişim Yayınları, 20. Baskı, 1994
2011 yılından beri kütüphanemde duran Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat'ına sonunda elimi uzattım, yıllardan beri bir türlü yeniden okuyamadığım bu kitabı okumayı başardım!
Yeni bir hayat mümkün müdür? Yeni bir yaşam? Yeni bir dünya? Bu kavramlar, konular insanlığın başlangıcından beri her zaman bir çok bilge, düşünür, yazar ve filozofun dikkatini çekmişlerdir.
Yahudi-hristiyan eskatolojisinde (eskatoloji: eskatologya, sonbilim, mebhasi ahiret: insanın ve dünyanın sonunu inceleyen tanrıbilim, teoloji, dinbilim dalı) yeni yaşam, yeni dünya terimleri ile tanrısal krallık altında, ölüm veya dirilişten sonraki bir varolma konumu kastedilir. Ancak, bu yeni yaşamda, islamın mitolojik cennetindeki gibi ceylan gözlü huriler, hurlar, bilezikli gılmanlar, yeşil yastıklar, şarap ve bal ırmakları yoktur. Eskatolojik yeni yaşam teokratik bir süreç olup bunun Mesih yönetiminde bir milenyum boyunca yeryüzünde egemen olacağı öngörülür.
Pamuk’un “Yeni Hayat'ında ise, bu dünyada salt kendileri için gerçek ve geçerli olan kendi yeni yaşamlarını inşa etmeye, örmeye, çalışanların başlarından geçen olağanüstü olaylar süreci kurgulanmaktadır.
Kitabı bitirdim. Olaylar ve kahramanlar içiçe geçmiş. Anlamak için biraz kafa yordum, hatta geri dönüp okuduğum bölümler oldu. Hayal ile gerçek olaylar arasında gidip gelen bir kişinin öyküsü. Bir üniversite öğrencisi. Okuduğu kitaptan etkilenip yola çıkan bir gencin öyküsü ve yolculuk sırasında yaşadıkları, eski sevgili, kaybolan kız, gencin aşkla tanışması... Olaylar ve kişiler, bir labirentin içinde gibi hissediyor insan kendini... Biraz sıkıldım okurken. Yazarın diğer kitaplarındaki anlaşılmazlık burada da mevcut. Ama edebi yönden güzel bir örnek, öneririm.
Orhan Pamuk ve Yeni Hayat kitabını duymayan kalmamıştır artık. "Bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti." sözü slogan gibi dilimize yerleşmiştir. Ben de ilk yazılarımın birinde bu sözü bir kitap tanıtımı için başlık olarak kullanmıştım. Köşe yazılarına, haberlere ve konuşmalara en çok konu olan kitabıdır. İlk kitaplarından ve postmodernizmin ülkemizde ilk örneklerinden biri olduğu için, yazarın tarzını henüz bilmeyenler tarafından çok ağır eleştiriler almıştır, en çok satan kitaplar arasında olmasına rağmen. Ben 90'lı yıllarda hatırlıyorum, Orhan Pamuk kitabı satın almak, okumak ve okuduğunu anlamak bir prestij sağlıyordu insanlara. Okumaya yeni başlayan ve prestij kazanmak isteyen çaylak okuyuculardan bu kitapla ilgili birçok eleştiri duymuştum . "Okudum, ama hiçbir şey anlamadım, anlayanın alnını karışlarım..."vb. Ben de basıldıktan 17 yıl sonra okudum, belki o önyargıyla olacak, çok beğendiğimi söyleyemem. Ama şimdi okusam zevk alacağım ve daha iyi anlayacağım ve de buraya daha değişik bir görüş yazacağım kesin. O yüzden yeniden okuma kararı aldım gitti.
Dante’nin “Yeni Hayat”ı gibi Orhan Pamuk’un “Yeni Hayat”ı da yazarın kendi özyaşam öyküsü gibi. Romandan çok masalımsı bir öyküyü andırıyor. Ama biz yine de roman diyelim.
Roman, başkahraman birinci tekil şahısın ağzından anlatılıyor. Romanı anlatan başkahraman, veya kısaca anlatıcı, (narrateur, story-teller) Orhan Pamuk ile bir çok yönden örtüşüyor. Yine de başkahraman anlatıcı ile yazarı tamamen özdeşleştirmek amacında olmadığımı belirtmek isterim.
Teknik Üniversitede mimarlık okuyan, isminin Orhan, Osman veya Kenan... [Çünkü romanın başkahramanı, anlatıcısı, sevgilisi Canan ile isimlerinin uyaklı olduğunu belirtir: Örneğin, Orhan – Canan gibi. Bu bakımdan romanda açıkça isimlendirilmeyen başkahramanın isminin büyük olasılıkla Orhan olması gerek. Orhan isminin ibranice benzer seseli “Ornan”dır. Ornan, Aranuah (sağlam olan) isminden gelir. (Tevrat, I. Tarihler 21:15) ]... olabileceğini tahmin ettiğimiz anlatıcı günün birinde rastlantı sonucu -ki aslında bunun bir çeşit tezgah olduğunu çok sonra öğrenecektir- bir kitap okumaya başlar, ve, ondan sonra olanlar olur: Tüm yaşamı değişir. Ancak, bu değişimin neden olduğu, nasıl olduğu ve ne olduğu romanda açık seçik belirtilmez. Bu bir sırdır.
Başkahraman anlatıcımız, o sihirli kitabı okuduktan sonra, “yabancı bir ülkenin tehlikeli sokaklarına çıkar gibi” yirmi iki yıldır yaşadığı mahallesinin sokaklarına çıktığında, hem büyük bir öfke, hem büyük bir sevinç duyacaktır: Bugüne kadar hep kandırılmıştır. Oysa, bu ülkenin çocuğu değildir o. Herşey değişmiştir. Bu topraklar “yabancı bir ülke”dir. O, bambaşka dünyaların, hayatların insanıdır. Anlatıcı, sırrını ve ruhunu açacağı kişileri de “kitaptaki dünyada yaşayan gölgeler arasından” seçmeye karar verir.. Eski dünya bir süprüntüden farksızdır.
Doğduğu günden beri kendisini bu ülkede yaşayanlardan biri zanneden anlatıcı, yeni “bir hayatı, bir yüzü, bir hikayesi olduğunu tuhaf bir şekilde hissederek” farklı bir kimliğe kavuşmuştur. O artık gücü damarlarındaki soylu kanda olanlardan veya ne mutlu falancaya diye haykıranlardan biri değildir. Tapınmak için ayak teri ve kokusu sinmiş halılarda yuvarlanmasına, takla atmasına da gerek yoktur.
Anlatıcı “nereden geldiğini bilmeden, nerede olduğunu bilmeden, nereye gittiğini bilmeden” hiç durmadan sürecek yolculuklara çıktığı takdirde, kitaptaki o büyülü, ışıklı dünyaya ulaşacağına inanmaktadır. Üç ay sürecek kaza, tehlike ve olaylarla dolu uzun yolculuğunda birbirine benzeyen, camili, Atatürk büstlü, beyaz eşya bayili bir sürü sıkıcı kent, kasaba ve köyden geçen anlatıcı, “kendine benzeyen ötekileri” de sürekli araştırmaktadır.
Bu kendine “benzeyen ötekiler”den “melek” olarak tanımladığı Canan... (Canan isminin seçilmesinin pek rastlantısal olduğunu sanmıyorum. İlginçtir ki, ingilizcedeki “Canaan” özel isminin türkçe karşılığı “Kenan”dır. “Kenan Ülkesi” Tevrat’a özgü bir deyim olup Allah tarafından İbrahim peygamberin soyuna verileceği vadedilen ülke, arzı mevut, cennet anlamına gelir. Günümüzde, Kenan Ülkesi bugünkü İsrail ve Filistin devletinin bulunduğu topraklardır.) ... ve tıp okuyan Mehmet ile tanışır. Mimarlık öğrencisi Mehmet de yepyeni biri olmak için tüm geçmişini terk etmesi gerektiğini anlamış, tüm zamanını kitaba, kitaptaki yaşama adamış biridir. Mehmet, bir misyoner gibi, bu kitabı kahvelerde, otobüs duraklarında, sinema kapılarında, vapur iskelelerinde dağıtır.
Kopyaları elden ele dolaşan bu kitabı okuyan “ruh kardeşleri”nden bazıları sapıtır, kimi yemeden içmeden kesilir, beriki canına kıymayı düşünür, kimisi kötü ruhların saldırısından korunmak amacıyla –Omen filmindeki papazın İncil’in sayfalarıyla odasını kapladığı gibi- “Yeni Hayat” kitabın sayfalarıyla tüm odasının duvar ve camlarını kaplar.
Kitaptan “fışkıran ışığı” aldıktan sonra “eski hayatı”nı tümden kafasından atan anlatıcı, kendisini “o ışıktan ülkede gezinirken” bulur. Pamuk, bu temayı da muhtemelen Dostoyevski’den almış olsa gerek. Çünkü, “ışık ülkesi” temasını ilk Dostoyevski’de görüyoruz. Yaşamının son yıllarında ezilen insanlara yardım etmek için “düşünce ve ışık ülkesi”ne giden yolu aramaktan ilk Dostoyevski söz etmiştir.
Buna ek olarak, anlatıcının yüzünün kitaptan çıkan ışıkla aydınlanması bizi ibrani mitolojisindeki eski bir öyküye kadar götürür: Dinsel bir kitap olmanın da ötesinde bir tarih ve destan olan Tevrat’a göre, Allah ile yüz yüze konuştuktan ve On Emir’i içeren taş tabletleri aldıktan sonra Musa Sina dağından iner. Ancak, tanrısal ışıktan dolayı Musa’nın yüzü parıl parıl parlamaktadır. Öyle ki, yoldaşları ona bakamaz hale gelirler. Yüzünden yayılan bu ışığı engellemek amacıyla Musa yüzünü örtmek, kapamak, gizlemek zorunda kalır. Yani yüzünü peçeyle örter. Böylece peçeli ilk erkek olarak tarihe geçer! (Tevrat, Yaratılış 34: 33-35) .
Yine “ışık” ile ilgili benzer bir olay, fransız mistik filozof Blaise Pascal’ın yaşamında da görülür. Kitabı Mukaddes’i okurken Kutsal Ruh’ un (Ruhulkudüs, Saint-Esprit) bir ateşli ışık gibi bedenine döküldüğünü Pascal da felsefi yazılarında içtenlikle savunur. Kutsal Ruh’un insanlar üzerine dökülmesi Kitabı Mukaddes’e özgü temalardandır. “Yeni Hayat”ın anlatıcısı da kitaptan çıkan kutsal ışığın gücünün ensesinden tüm gövdesine ağır ağır yayıldığını hisseder. “Kitaptan fışkıran ışık” kendisini büyülemiştir. Ancak, romanın son bölümlerinde bu ışığın yaşam değil, “ölüm ışığı”, yeni yaşamın da ölüm olduğuna okur inandırılarak sırlar mühürlenecektir.
İlginçtir ki, anlatıcının okuduğu kitabın adı da “Yeni Hayat”tır. Kitap emekli bir TDDY müfettişi tarafından, 33 muhtelif çocuk kitapçığından faydalanılarak, yazılmıştır. 33 rakamının masonik terminolojide özel bir simgesel konumu olduğunu burada anımsatalım. Masonluktaki en yüksek mertebe Maşrıkı Azam 33.cü derecedir. İsa 33 yaşında öldürülmüştür. Öte yandan bazı inanlılara göre Tevrat 33 bölümden oluşmaktadır. Bu meyanda, “Yeni Hayat” kitabının Tevrat’ı simgelediği, veya, Tevrat’a işaret ettiği söylenebilir.
Ulusca yeni bir hayata adım attığımız bu günlerde Yeni Hayat kitabını okumadıysanız eğer, okuyun derim. Okuyup da anlamadıysanız eğer, yine okuyun, derim. Bu sayede nobelli bir yazarın kitabını okumuş olursunuz hem de...
Sevgiyle kalın, mutlu kalın! Okunacak kitapsız asla kalmayın!
Arkakapak notunda sözü geçen Dante'nin Yeni Hayat şiirini buldum sizler için:
YENİ HAYAT
ey yolcular, gidersiniz düşünceli,
aklınızda burada olmayanlar belki,
çok uzaktan mı gelirsiniz,
halinizden göründüğü gibi,
ki geçip gidersiniz ağlamadan,
ortasında bu acılı şehrin,
acısını bilmez görünen
insanlar gibi?

kalsanız oysa, dinleseniz onu,
diyor ki iniltili yüreğim,
ağlayarak çıkardınız buradan kesinlikle.
mutluluğunu yitirdi şehir, beatrice'yi*;
ve söylenecek sözlerin onun üstüne
gücü vardır ağlatacak herkesi.

DANTE ALIGHIERI

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder