Bildiğim ve sevdiğim en eski masaldır bu. Kuşaklardır dolaşır. Varlığına, gerçekliğine gün gibi inandığım, inancımı hâlâ gün gibi canlı tutan tek masaldır, herkese heyecanla anlattığım. "Aşkı anlat" denildiğinde en kısa haliyle tanımladığım ilk dinlediğim masaldır bu. İlklerde hep bunu anlatırım. Yitik öyküdür... Sağlıcakla dostlar...
"Tarihten iki ayrı coğrafyaya damlayan, iki ayrı yürekte
durmadan kanayan;
Seyduna’yla Şahrud…
Yüreklerin akarken bıraktığı izi birbirlerinin gözlerinde
aradılar.
Yoktu.
İki iklim farkıydılar.
Ne zaman göz göze değseler;
yangın çıkmayacak denli uzaktılar.
Yalnızca aynaların dökülen sırrına yansırdı; üçüncü bir
kente düşmüş suretleri.
Şahrud gökyüzü geliniydi; yüzüne bulut inse dolardı masal
gözleri.
Bir solukluk rüzgarda bile, usul usul kanardı gelincik
bedeni.
Seyduna yeryüzü cehennemi; ölüm, çağrılı uçurumlarda sınardı
sevdasını.
Yalnız ufuk çizgisinde buluşurlardı, onu da güneş günde iki
kez ateşe verirdi.
İki iklim ayrıldılar.
“Ya Şahrud!” dedi Seyduna
“Gözlerime mermi diye sevdanı sürdüm.Ardına bakma,
gözyaşımla vurulursun.
Su gibi git.”
Şahrud’un yüzüne keder mayın gibi durdu. Ve zaman gözlerinin
su yeşilinde kuruldu.
Hüzün bir Buda heykeli gibi çırılçıplak, yüzlerine oturdu.
Rivayet odur ki,
Şahrud vardığı denizlerde hala, Seyduna türküleriyle
uyanmakta.
Seyduna, Şahrud’un gözlerinden kalan, masalla yaşlanmakta."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder