Herkesin bir
duvarı vardır, ardında durduğunda kendini güvende hissettiği. Kaçarken
sığındığı, bulunmak istediğinde bir adım öne çıktığı. Yaşamın ve insanların
verdiği tedirginlikle, korkularıyla birlikte arkasına sığındıkları o duvar
onları ne kadar korur bilinmez; bilinmez ama yine de o duvara saklanmak
güzeldir, güzel gelir… Belki de bu yüzden bazıları o duvarın ardına saklanmak
yerine içine hapseder kendini. Her yere kendisiyle birlikte taşır duvarını da.
Haçını taşıyan İsa gibidir, çektiği acıyı, gelecek olan mutlulukla perdeler.
Tezer Özlü,
varoluşunun herhangi bir zamanında, kendisini içine hapsettiği gizli duvarıyla
birlikte yaşamın ucuna doğru bir yolculuğa çıkıyor. İçindeki acıları, ruhundaki
uyumsuzluğu azaltabilmek adına yaşamın anlamını bulmaya çabalıyor.
" Her gidiş, her yolculuk,
kendi 'beninin' bilinmeyenine doğru, bilmek için bir iniştir."
Derken, bu inişte Pavese ile birlikte Kafka ve
Svevo'nun izini sürüyor. Kendisiyle ve yaşamla hesaplaşırken, onlarla da
yüzleşiyor.
18 şubat
1986’da, 43 yaşında kaybetmiş olduğumuz Tezer Özlü; kendi olmanın, aklını ve
bedenini özgürleştirmenin yolunu aradı tüm yaşamı boyunca. Toplum çürümüşlüğünü
ve iki yüzlülüğünü, kişinin kendine dahi söylemeye cesaret edemediği bazı
gerçekleri yazılarında haykırdı. Aklın ve ölümün peşinden kucağındaki kocaman
sözcüklerle koştu. Yaşamın anlatıldığı ve öğretildiği gibi ilerlerde –başka bir
dünyada- değil , yaşanan her anda olduğunu yazdı. Aklın ve yaşamın sınırlarını
zorlayan bir yolculuğun tanığı oldu. Yaşadığımız dünyanın gerçeği baş etmenin
kolay yolunu bulan, gerçeği yok sayarak yalan bir dünyada yaşamayı tercih
edenler, onun bütün bu koşuşlarında, kaleminden dökülenlerden bulaşıcı bir
hastalık gibi uzak durdu.
Sizlere önce
hayatından bir özet sunmak istiyorum. Yazarımız Simav'da doğdu. Çocukluğu anne
babasının görev yaptığı Simav, Ödemiş ve Gerede'de geçti. İstanbul'a on
yaşındayken geldi. 1961'de yurt dışına çıktı. Önce Paris’te bulundu: Kule
(Eyfel), soğuk, ihtişam. Sonra hayallerimin
şehri Ankara'ya yerleşti: Köprü, tiyatro, güneş, mutluluk. Bu dönemde Özlü Almanca çevirmen. Geçirdiği
rahatsızlık nedeniyle kesintili olarak 1967 - 1972 yılları arasında farklı
hastanelerin psikiyatri kliniklerinde kaldı İstanbul'da: Bulut, deniz, yağmur.
Gittiği birkaç
yerden sonra 1984'te Zürih'e yerleşti: Akçaağaç, kutup ayıları, şelale (Niagara).
Göğüs kanseri nedeniyle 1986'nın 18 Şubat'ında burada öldü. Şimdilerde Aşiyan
Mezarlığı'nda. Boğazın kıyısında. Bir kız çocuğuna anne. Özlü, Yol filminin
çekimi döneminde yaşananları anlattığı filmde Yelda Reynaud tarafından
canlandırıldı. Birde benim ilginç ve dikkat çekici bulduğum bir eylemi
gerçekleştirdi; 1962 - 1963 yıllarında
otostopla Avrupa'yı gezdi. Görünür, bilinir hayatı bundan ibaret.
Eserlerinden
bahsedecek olursak; çok fazla eseri var denemez yazarımız için. Toplam yedi
adet eser kaleme almış. Bunlardan ilki 1978’de kaleme aldığı 1963′ten itibaren
dergilerde yayımlanan öykülerinden oluşan “Eski Bahçe”. Çocukluğundan
başlayarak yaşadıklarını ve klinikte kaldığı bu dönemleri 1980’de ilk romanı “Çocukluğun
Soğuk Geceleri” kitabında yazdı. Kendisini derinden etkilemiş üç yazar olan
Svevo, Kafka ve Pavese’nin izinden giderek yazdığı ikinci romanı 1983′te “Auf
den Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde)” adıyla yayımlandı.
1983 Marburg
Yazın Ödülü’nü kazanan kitap, yazar tarfından “Yaşamın Ucuna Yolculuk” adıyla
Türkçe olarak bir anlamda yeniden yazıldı ve bu haliyle 1984′te basıldı. İlk
öykü kitabı “Eski Bahçe” ölümünün ardından, daha sonra yazdığı öykülerle
birlikte “Eski Bahçe – Eski Sevgi” 1987′de okurla buluştu. Günce ve
anlatılarından bazı parçalar ise “Kalanlar” (1990) adlı küçük bir kitapçıkta
bir araya getirildi. Özlü’nün yayımlanmamış senaryosu “Zaman Dışı Yaşam”da
1993′ten itibaren yazarın tüm yapıtlarını yayımlayan YKY tarafından basıldı. Bu
seride, yazarın dostu Leyla Erbil’e yazdığı mektuplardan oluşan “Tezer Özlü’den
Leyla Erbil’e Mektuplar (1995)” da bulunmakta.
"Kalıplardan kaçmak için
gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri
dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gelmek, hiçbir
şey yıldırmayacak beni. Yaşamı "gitmek" olarak algılıyorum."
Gitmek bazen
intiharla eş anlamlıdır. Özlü, 18 yaşından itibaren kaç kez denemiştir bunu.
Aklın sınırlarını zorlayarak,akıldan öte bir başka boyutun derinlerine varmak
istemiştir hep. Akıl ve delilik arasındaki o ince çizgide gidip gelirken, kendi
sınırlarının dışına taşan bu yolculukta, bir başınalığını derinden duyumsamanın
keyfini de sürmüştür.
Kafka'nın,
Svevo'nun mezarları başında onlarla konuşur Tezer Özlü. Pavese'nin intihar
ettiği otelde, Otel Roma'nın 305 nolu odasında geçmişten kalan o ölüm ve
intihar kokusunu duymak ister. O anı yaşar kendi içinde.
"Orada yalnızlık, en büyük
yalnızlık içinde yitiyor. Hiçlikte."
diye düşünür. Kitabını Pavese'nin
"Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü,
yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi?"
sorusu ile noktalar.
Edebiyatımızın
mahzun prensesi olarak anılan Tezer Özlü, 9 Eylülde Pavese ile aynı günde
doğar.Henüz küçük bir çocukken bile içinde duyduğu "gitmek" arzusuyla
ablası Sezer'le birlikte dünyanın ne kadar büyük olduğunu görmek için yaşadığı
kentin sonuna kadar yürür. Dünya şimdilik onun bilemeyeceği kadar büyüktür.
Oysa çok yakın bir gelecekte dünyanın sadece bir "hiç" olduğunu
düşünecektir Tezer.
Öğretmen bir
anne ve babanın üç çocuğundan en küçüğüdür. Anadolu'da geçen bir çocukluktan
sonra annesinin tayini ile İstanbul'a gelirler. İlk okuldan sonra ablası ile
Avusturya Kız Lisesi St. Georg'a devam eder.Lise yıllarında okulun gönderdiği
kampla Viyana'yı görür. Ertesi yıl Almanya ve Hollanda'yı. Son sınıfta okulu
bırakarak Almanya'ya oradan da Paris'e geçer. Burada Adalet Ağaoğlu'nun kardeşi
Güner Sümer'le tanışır ve aşık olur. Evlenirler. Oysa Tezer, aradığını
bulamamıştır bu evlilikte. Ayrıca ruh sağlığı da iyice bozulmuştur.
Manik-depresif tanısıyla akıl hastanesinde tedaviye alınır. Oldukça sancılı
geçen bir süreç başlar böylelikle. Hastaneden çıktığında pek çok şey
yitirdiğinin farkındadır.
Anılarından
yola çıkarak yazdığı "Çocukluğun Soğuk Geceleri " tam bir sessiz
çığlık gibidir. Burada yaşam ve ölüm olarak çıkar karşımıza. Ve şöyle der:
"Gece gündüz kendimi
öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur yaşanmasa
da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı. Karanlık bir
gecenin geç vaktinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk.
Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç
avuç yutuyorum. Kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. Genç bir kızım.
Ölü gövdemin güzel gözükmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel ölü
bir gövdeyle öç almak istediğim insanlar var."
Evet, öç almak
istediği insanlar vardır Tezer'in. Özgürlüğünü baskı altına alarak doyasıya
yaşamasına izin vermeyenleredir tepkisi. Kurallaradır. Onların küçük
dünyalarınadır...Çocukluğunda acı çekmeye, farklılığını keşfetmeye başlayan
Tezer'i tanırız bu kitabında.
Tezer Özlü
ikinci evliliğini sinemacı Erden Kıral'la yapar.Nihayet aradığı mutluluğu
yakalamıştır. Bir kızı olur. Yıllardır yazdığı ve dergilerde yayınlanan
öykülerini "Eski Bahçe" adı altında toplayarak yayınlatır. 1981 de
sanatçı bursu alarak kızıyla birlikte Almanya'ya gider. Artık Almanca düşünüp
yazıyordur. "Bir İntiharın İzinde" yi bu arada yazarak yayınlatır.
Ferit Edgü'nün
"Hakkari'de Bir Mevsim" romanından Erden Kıral'ın çektiği film,
Tezer'in gayreti ile Berlin Film Festivaline sokulur ve Gümüş Ayı ödülünü alır.
Tezer Özlü
yaşadığı bu uzak kentte yeniden aşık olacaktır. Kendinden on yaş genç olan Hans
Peter Martin'le evlenmek için Erden'den ayrılması hayli sorunlu olur. Evlilik
içinse Türkiye'de akıl almaz bürokratik engeller çıkar. Sonunda İsviçre'de evlenir
sevdiği adamla.
Bir sabah
göğsünde yumrular fark ettiğinde artık çok fazla vakti kalmamıştır Tezer'in.
Oysa henüz çok gençtir ve yazacak çok şeyleri vardır önünde. Belki de yaşanacak
başka aşklar, gidilecek başka kentler vardır...
25 Şubat 1986
da Aşiyan'da toprağa verildiğinde 43 yaşındadır. Ve yaşam, Pavese'nin dediği
gibi, yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız bir hiçtir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder