Üstümde tuhaf, sis gibi bir endişe var. Tarif edemiyorum tam
olarak ama endişe olsa gerek. En azından içinde endişe barındırdığından eminim.
Ve nedensizce kasılıyorum, kaskatıyım sanki, ölmüşüm de bedenim katılaşmaya
başlamış gibi. Konuşamıyorum, suskunum, konuşamadıkça daha sıkıcı bir hal
alıyorum. Yazabiliyorum bak ama konuşamıyorum işte. Konu ne kadar ilginç olursa
olsun aklıma konuyla ilgili en ufak bir kelime bile gelmiyor. Zar zor
kurabildiğim cümlelerin başıyla sonu 2 farklı konuya ait. Yüklemlerim yarım
yamalak, çekim eklerimda ünlü uyuşmazlıkları var. Çoraplarım beyaz kedi tüyü,
onlar güzel. Ama işte damarlarım yoğun, nöronlarım serotoninsiz, sırtımdan aşağı
doğru omurga kemiği üzerinden neşter kesiği istiyorum. Kendimi kendimden
çıkartabilsem ara sıra... Otomatik pilotuma boyun eğdim, olur da düşersem suçu
ona atacağım. Böyle de sorumluluktan uzak biriyim bu ara. Doğru olmaya
çalışmaktan kaçındıkça doğru olmaya çalışmamı gerektirecek ironik durumların
içine atıyorum kendimi. Yokuş aşağı yalpur yulpur koşarken kendime çelme
takıyor, sonra da düşmemeye çalışıyorum. Evet, tam omurga üzerinden kesin,
çatala kadar. Gerisi çekince gelir. Yorgunum hafiften, ağrıyorum. Ne olur sabah
tüm müdahalelere rağmen uyandırılamasam?
Yüreğinin götürdüğü yerde kırılıyorsun; aklının götürdüğü
yerde yanılıyorsun. Yüreğin aklına, aklın yüreğine uymadığı zamansa
darılıyorsun. Sonra ne akıl kalıyor insanda ne de yürek; işin içinden
çıkamıyorsun.Ne beklediğini bilerek ama beklemeden yaşayacaksın. En çok
beklediğinin, gelse bile bir gün; hiç bir zaman beklediğin anlamda
gelmeyeceğini bilerek. Keşke bi yolu olsa da anlatabilsem içimdekileri,
anlatması zor sevinçlerimi, kederlerimi. Biri kocaman dinlese beni susmama izin
vermeden. Yorgun susmuşluklarım var benim sadece. İstesemde yorgunum gitmelerin
tümüne.
Yeterince tanımıyorsak belki.. İnsanları pencereden izlemeyi
severim. Yalnızlığım içime dokundu. Bir insanı gerçekten sevmek mümkün mü?
Gönlüm dilime kırgın, dilim gönlüme.. Gönlüm duygularını
anlatmadığı için kızarken dilime, dilim anlatamayacağı şeyleri düşündüğü için
kızıyor gönlüme.Aşk kadına yakışır, sevmek adama. Birde ellerim üşür. Her ne
kadar yüreğim sıcak olsa da. Gönlüm dünyanın sıcaklığından dem vursa da. Soğuk
bir dünyada olduğuma tanıktır ellerim. Seni saklayacağım inan. Yazdıklarımda,
çizdiklerimde. Şarkılarımda, sözlerimde.
Akşam çöküyor İstanbuluma; akşamın ve şehrin bu sessizliğine
inat nispet edercesine içimden, ta gönlümden yükselen çayımın buğusundan başka
bir de anlayamadığım bir müzik varki iki gözüm sorma gitsin.
Aşk dediğin çelişkiler cumhuriyeti. Saatlerce konuştuğun
değil birlikte sustuğun insana aşık olurken, birlikte susmaktan korktuğun
kişiye zaten aşıksındır. Yanında saçmalayabileceğin yada çocuklaşabileceğin
insan istersin, halbuki yanında değil birlikte saçmalayacağın yada birlikte
çocuklaşacağın insandır gönül tahtına oturan her zaman. Kısaca bunlar karışık
mevzuatlar.
Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya
gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp
giden düş bulutlarında şekillenen her sözü, yüreğimde senin için büyüttüğüm
şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek. Yalnızlık doldurmuş dünyayı. Oysa
sevmek güzel şey, ümitli şey, umutlu şey. Fakat malum yaşam telaşı; herkes
birilerine bi'şeyleri hatırlatmakla olasıya meşgul şu hayatta.
Üniversite sınavına girecek öğrencinin aşık olmaya falan
hakkı yoktur arkadaşım. Gitsin dersine çalışsın o. Sınavda integralın türevle
aşkını soruyorlar bize Leyla ile Mecnununkini değil. Hayır okul dersleri,
sınavları, YGS- LYS yetmemiş gitmiş bi de aşkı çıkarmış. Vallahi bravo büyük
başarı.
Zaten sınav demişken unutmadan sen bi edebiyat severi tutar
sayısalcı yaparsan sadece dışı sayısalcı olur; içindeki edebiyatı da
edebiyatçıyı da öldüremezsin. Sonra da tutar matematikten değil matematiği
bulan adamdan nefret eder. Oysa biz Divan Edebiyatı yada Halk Edebiyatıyla çok
mutlu olabilirdik. Yahut ünlü düşmesi veya ünsüz türemesiyle mutlu bi
beraberliğimiz de olabilirdi. Halbuki mevzu ne türev, ne integraldi; sevemedim
gitti şu trigonometriyi.
Ve en son, herşey geçtikten sonra elimizde şarkılar,
kitaplar ve bir bardak demli çayımız kalır. Şimdi otur biraz konuşalım iki
gözüm. Muhabbetin içinden kuşlar geçsin. Zeki Müren olsun, yağmur olsun,
uzaklar olsun ve birde kitap kokuları olsun.
İçimizde kitaplar birikiyor, tiyatro oyunları gösteriliyor,
şarkılar söyleniyor; bizse okuduğumuz kitaplarda, aslında kendimize
rastladığımızı sandığımız yerlerin altını çiziyoruz.. Fosforlu bir sevinçle..
Umutsuzluk ve hüzün ne zaman arkadaş olup gelse ziyaretime,
bir ayetin sureti geçti aklımdan ve hep yeniden umut fısıldadı yüreğime: “Ümitsizliğe
kapılanlardan olma..”
Sen de çayı çok seversin ben gibi, yağmuru da ben sen gibi.
Yağmur yüreklim, sensiz çay ısıtmıyor içimi. Bilmiyorsun ki...Gelecektin gelmez
oldun. Sen çayı seversin iki gözüm, çay demledim sıcacık; ellerini, yüzünü,
yüreğini al da gel içelim..
Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair, sonra
sırtüstü yatıp seni düşünmek. "Hayırlısı" demek gönül rahatlığıdır
iki gözüm; başımıza gelen her şeye selam olsun.