20 Nisan 2014 Pazar

Ruhumun Kalbimden Mezuniyet Balosu

 
 Hayat bazen aldırmadan çalar hayallerini avuçlarından, geride yalnız bi enkaz bırakır… Şimdi söyle seni dağladılar değil mi kalbim? Ellerinden aldılar umutlarını, hunharca çaldılar hayallerini. Şimdi çıngırağını sallayarak süzülüp gidiyor yanımdan zaman. Kim der ki bir gün gelir vuslat. Kalan enkazdan ne çıkar. Öyle ya hayat hiç planladığımız gibi gitmezken, her an her türlü iyi yada kötü şey gelebiliyor insanın başına.
Umurunda olmaz senin kurduğun hayaller onun. Sonra seni çizdiğin yolundan bambaşka yollara savurur. Issız kalırsın, sessiz ve yalız kalırsın; en korkuncu budur yalnız kalırsın… Yokuşların başkadır hayallerine çıkmaz artık yollar. Hoş geldin heyhat; işte bu hayat!
Bastırırsın yine de içindekileri. Rüzgarda savrulan küllerini toparlar kalkarsın ayağa. Yazmak çare; yazmak yaralarıma merhem oluyor, yağmurlar gibi… Merhem duygularımı telveye terk ediyorlar. Demiştim ya bazı insanlar tıpkı yağmur gibi ömrüme merhem. Ne diyordu Üstâd; “Bu yağmur, kanımı boğan bir iplik, tenimde acısız yatan bir bıçak. Bu yağmur, yerde taş ve bende kemik, dayandıkça çisil çisil yağacak.” Fakat bu yağmur benim kanımı bağlayan iplik. Bu yağmur başka; bu yağmur içimi ıslatıyor. Oysa yazmak başka… Yazmak içimin ateşini söndürüyor sanki şu ateşlerin içinde. Edebiyat nasılsa gönlümde yarım kalmış bir yaralı şiir… Bu ruhumun yüreğimden mezuniyet balosu heyhat uyan! Bu yangın, bu yarım bir sevda, bu yaralı bir şiir; bu biraz ben, biraz gizim sen…
Sığmıyor yüreğimden geçenler kağıda, yarım kalıyor kelimelerim. Söyle seni dağladılar değil mi kalbim? Her yanın içi su dolu kabarcık… Ben bile el süremiyorum üzerine. Yok bir merhem, kendimi duymazken aklımın içindeki seni de duymazdan gelemiyorum işte.
Dargınsak eğer üç günü geçeli aylar oldu be iki gözüm haberin olsun… Yazmaz mı oldu kalemin, kurudu mu gönül mürekkebin? Kağıtların mı savruldu pençesinden odanın? Şimdi ayrı rüzgarlarda gözyaşı döken iki masum notayız sanki yüreklere üflenen. Yine de bil; yüreğimin duasıdır muhabbetinle çay içmek…
Yanık kokulu rüzgarlar çarpıyor yüzüme. Beni soluğumdan tutuyor üşümelerim. Atamıyorum içimdeki hali üstümden ve neydi sevmek tanımlayamıyorum. Bir sevmek fiili vardı lügatımda, bir de seni sevmek. Sevmek eyleminin tanımını yapamıyordum ama seni sevmek başkaydı. Seni sevmek bir mum yakıp onun ateşini izlemekti. Boğazıma yapışmış sıtmalı kelimeler. Kelimelerim az kalıyor bazı anlamlara gelmiyor.
Şimdi söyle; seni dağladılar değil mi kalbim, her yerinde su kabarcıkları var. Seni dağladılar ve içinden aldılar tüm hayallerini öyle ki artık parmaklıklarının ardından çıkamaz oldun. Ama gitme; beni gidenlerin karanlık kucağına bırakma beni. Bazen akan bir film şeridinin, tek kare donan bir fotoğrafı gibidir ölüm. Korkuyorum. Senin ruhun ölürse bedenin bi işe yaramaz.
Sonra aklıma sen geldin. Gönlü güzelim; bu sıfata en çok gidenim. İçim acıdı. Sustum, susamadım; durdum, duramadım. Sevemedim kimseyi senden sonra. Sonra sonra geçtim her şeyden. Kimi gördümse sen geldin aklıma. Herkeste seni buldum bilmeden. Şimdi söyle sakalları şiirle karışık, kitap kokan, rüzgarla konuşan adam; rüzgar getirmiyor artık söylediklerini. Sen en baştan yaz şiirlerini. Sayfasında yarım kalmış, yaralı bir şiir bizim sevdamız….
En güzel günlerimizmiş doğan güneşte; yarım kalacağını bilemediğimiz yaralı. Yanlışta mıyım doğruda mı bilmem; tükeniyor gönül mürekkebim, rüzgar da haber getirmez oldu senden. 
Geçiyor, pervasızca geçiyor… Çıngıraklı kuyruğunu sallayarak geçiyor zaman yanımızdan, harflere bölünmüş zaman... Artık soğuk ve kimsesiz birlikte soluduğumuz, ıslandığımız, geçtiğimiz sokaklar. Zarif bir hüzünle hafifçe çiziyor aklımda seni gece; gece karanlık ve ben ne kadar da korkarım karanlıktan. Söyle kalbim hasretle nasıl başa çıkar ağaçlar? Peki ya denizler nasıl ağlar? Ah bu bendeki sonbahar; ah bu bendeki kırık dal, kanımda solan kırmızı, kirpiklerimde kar… Hasretindir yâr, hiç olmazsa rüyalarda sar… Boşlukta kırık bir dal yüreğim şimdi, kederiyle sallanan. Bütün şehir uykusunda ölü bir yılan. Bütün şehir, biz ayrıyken hayalet bir gemi. Telaşlı bir vedayla tam kalbinden su alan. Artık yollar uzun, yollar aramızda dert, yollar aramızda bitmeyen engel...  Yorulmadın mı dilimden sessiz çığlığım? Senin yerin dağınıklığım, toparla kendimi…

2 yorum:

  1. Kelimeler yaralı, kanadı kırık demişsiniz ama böyle bile çok şey ifade etti benim için. Mesela bir insanın gerçekten çok sevebileceğini gösterdi, hem de sadece ruhunu sevebileceğini. Beklemenin, beklemeye değecek birine olduğu takdirde ne kadar müthiş olduğunu anlattı. Daha bir sürü şey anlattı ama benim enkazımdan bu kadar kelime çıkıyor.
    Bazen keşke diyorum tüm duygularımızı, hissettiklerimizi anlatabilseydik belki o zaman doğru insanı bulurduk diyorum ama sonra insanların acımasızlığı geliyor aklıma yalanlarını daha da güzel şekilde söyleyebilecekleri geliyor aklıma ve hemen vazgeçiyorum. Böyle işte... Bu sırada ben de bekliyorum çünkü biliyorum o gemi mutlaka gelecek ve sevdiğimi, beklediğimi ve beklediğime değecek olanı getirecek. Sağlıcakla...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. "Kelimeler bazı anlamlara gelmiyor" demiş Oğuz Atay. Elbette beklemek güzeldir ama doğru durakta. Gönülden istenilen, beklenilen bir şey elbet bir gün gelir, inancınızı kaybetmemeniz temennisiyle. Birazcık da olsa hislerinize tercüman olabildiysek ne mutlu bize... Sağlıcakla...

      Sil