Şarkıcısını bir türlü anımsayamadığın bir şarkı olup aklına
takılıyorum. Dilinin ucundayım. Elinde avucunda.Bindokuzyüzyetmiş kokan bir
sandığın dibindeyim, bir dokunsan yüzüm yetmiş yerinden pare...
Bu ne karanlık bir gece. Gökyüzü öksürürken boğazına kaçmış
yıldızlar.
Üstümde tuhaf, sis gibi bir endişe var. Tarif edemiyorum tam
olarak ama endişe olsa gerek. En azından içinde endişe barındırdığından eminim.
Ve nedensizce kasılıyorum, kaskatıyım sanki, ölmüşüm de bedenim katılaşmaya
başlamış gibi. Konuşamıyorum, suskunum, konuşamadıkça daha sıkıcı bir hal
alıyorum. Yazabiliyorum bak ama konuşamıyorum işte. Konu ne kadar ilginç olursa
olsun aklıma konuyla ilgili en ufak bir kelime bile gelmiyor. Zar zor
kurabildiğim cümlelerin başıyla sonu 2 farklı konuya ait. Yüklemlerim yarım
yamalak, çekim eklerimde ünlü uyuşmazlıkları var. Çoraplarım beyaz kedi tüyü,
onlar güzel. Ama işte damarlarım yoğun, nöronlarım serotoninsiz, sırtımdan
aşağı doğru omurga kemiği üzerinden neşter kesiği istiyorum. Kendimi kendimden
çıkartabilsem ara sıra...
Otomatik pilotuma boyun eğdim, olur da düşersem suçu ona
atacağım. Böyle de sorumluluktan uzak biriyim bu ara. Doğru olmaya çalışmaktan
kaçındıkça doğru olmaya çalışmamı gerektirecek ironik durumların içine atıyorum
kendimi. Yokuş aşağı yalpur yulpur koşarken kendime çelme takıyor, sonra da
düşmemeye çalışıyorum. Evet, tam omurga üzerinden kesin, belime kadar. Gerisi
çekince gelir. Yorgunum hafiften, ağrıyorum. Ne olur sabah tüm müdahalelere
rağmen uyandırılamasam? Ve evet ben sadece bir gecede dünyanın en iyi
insanından bile nefret edebilme özelliğine sahip bir insanım.
Yüreğinin götürdüğü yerde kırılıyorsun; aklının götürdüğü
yerde yanılıyorsun. Yüreğin aklına, aklın yüreğine uymadığı zamansa
darılıyorsun. Sonra ne akıl kalıyor insanda ne de yürek; işin içinden
çıkamıyorsun.Ne beklediğini bilerek ama beklemeden yaşayacaksın. En çok
beklediğinin, gelse bile bir gün; hiç bir zaman beklediğin anlamda
gelmeyeceğini bilerek. Keşke bir yolu olsa da anlatabilsem içimdekileri,
anlatması zor sevinçlerimi, kederlerimi. Biri kocaman dinlese beni susmama izin
vermeden. Yorgun susmuşluklarım var benim sadece. İstesem de yorgunum
gitmelerin tümüne.
Akşam çöküyor şehre, benim olmayan bu şehre de akşam çöküyor;
akşamın ve şehrin bu sessizliğine inat nispet edercesine içimden, ta gönlümden
yükselen çayımın buğusundan başka bir de anlayamadığım bir müzik var ki iki
gözüm sorma gitsin.
Aşk dediğin çelişkiler cumhuriyeti. Saatlerce konuştuğun
değil birlikte sustuğun insana aşık olurken, birlikte susmaktan korktuğun
kişiye zaten aşıksındır. Yanında saçmalayabileceğin yada çocuklaşabileceğin
insan istersin, halbuki yanında değil birlikte saçmalayacağın yada birlikte
çocuklaşacağın insandır gönül tahtına oturan her zaman. Aşk kadına yakışır,
sevmek adama. Ve bir kadın sevdiği adamın içindeki fırtınaları görür. Kısaca
bunlar karışık mevzuatlar. Mısır piramitleri misali içinden çıkılamayacak
mevduatlar, boş veriniz.
Yalnızlık doldurmuş dünyayı. Oysa sevmek güzel şey, ümitli
şey, umutlu şey. Fakat malum yaşam telaşı; herkes birilerine bi'şeyleri
hatırlatmakla olasıya meşgul şu hayatta. İçimizde kitaplar birikiyor, tiyatro
oyunları gösteriliyor, şarkılar söyleniyor; bizse okuduğumuz kitaplarda,
aslında kendimize rastladığımızı sandığımız yerlerin altını çiziyoruz..
Fosforlu bir sevinçle..
Ben?! Anlatmıştım ya daha önce de... Hani şu gecenin yarısı
radyoda duyup da adını bir türlü bulamadığınız bir şarkıyım bazen. Siyah beyaz
temelde aynı anda tüm renkler içinde. Ya da sokakta amaçsızca gülerek
yanınızdan geçen bir insancık. Susarak oturan bir insan da olabilir. Suratı
asık bir kişi de tabii ki. Aylak adam gibi mesela. Ben. Defalarca
izleyebileceğiniz ama hiç vakit ayıramadığınız bir film. Sabah uyanıp aynada
gördüğünüz o korkunç ifade. Sözlerini anlamadığınız halde defalarca
dinlediğiniz bir şarkı. Sözlerini anlamadığınız halde defalarca ettiğiniz bir
dua. Sözlerini anlamadığınız halde defalarca kaçtığınız bir aşk. Ben. Akşam
oldu hüzünlendim ben yine şarkısındaki özne. Yine bu yıl ada sensiz
şarkısındaki gizli özne. Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul'un
şarkısındaki aşık. Bir de huysuz ve tatlı, gülüşüne ömrümü sığdırabileceğim
adama aşık. Ben. F5 tuşu. Hani mesaj gelir diye belki. Ya da sağ tık >
yenile. Bazen Ctrl + C. Bazen Ctrl + V. Temelinde; 00100100100100... Ben. Sıkıldım.
Utandım. Üzüldüm. Aşık oldum. Aşık ettim. Terk edildim. Terk ettim. Ağladım. Güldüm.
Yıkıldım. Ayağa kalktım. Göklere uçtum. Geri düştüm. Ben. Sustum. Konuştum. Dinledim.
Bıraktım. Getirdim. Götürdüm. Sevdim. Kaçırdım. Takıldım. Arandım. Ben. Sen. O.
Biz. Siz. Onlar. Ve hiç bir şey aslında daha bir sürü şey. Peki niye? Biliyor
musun sen? Bende bilmiyorum özünde. Geldiği gibi artık yaşıyorum sadece.
Birde ellerim üşür. Her ne kadar yüreğim sıcak olsa da. Gönlüm
dünyanın sıcaklığından dem vursa da. Soğuk bir dünyada olduğuma tanıktır
ellerim. Seni saklayacağım inan. Yazdıklarımda, çizdiklerimde. Şarkılarımda,
sözlerimde.
Eğer yağmur gülümsetmeye başlamışsa aşk bir nefes kadar
yakınında farkedilmeyi beklemekte demektir. Belki de yağmur bu defa henüz
farketmesen de aşkı getirmiştir, kim bilir.. Yağmurlar aşk getirir.
Ve en son, her şey geçtikten sonra elimizde şarkılar,
kitaplar ve bir bardak demli çayımız kalır. Şimdi otur biraz konuşalım iki
gözüm. Muhabbetin içinden kuşlar geçsin. Zeki Müren olsun, yağmur olsun,
uzaklar olsun ve birde kitap kokuları olsun. Yeterince tanımıyorsak belki..
İnsanları pencereden izlemeyi severim. Yalnızlığım içime dokundu. Bir insanı
gerçekten sevmek mümkün mü?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder