Farkında olmadan yollarda
geçiyor ömrümüz. Ömrümüz; kendi aslında
en büyük yol alan ömrümüz...
Ömrümüzden geçiyor mevsimler yıllanarak, yıllandırarak bizi.
İnsanlar geçiyor ömrümüzden... Sevdiğimiz değer verdiğimiz insanlar bir bir tek
tek geçiyor ömrümüzden bizse arkalarından bakıyoruz geride kalırken. Ömür
dediğimiz yol öyle uzun öyle inceki... Bazen biz bile sığamazken kimleri
sığdırıyoruz yolumuza... Ve hiçbiri fazla gelmiyor gözümüze ki bazen onların
varolması adına biz vazgeçebiliyoruz o yoldan...

Gittiğimiz yol geldiğimizden uzun sanki bazen. Sonra gittiğimiz
yer ilk adımda kâbus olsa da yeni rüyalara açıyor kapılarını. Bir yangını
yakıyoruz yeni baştan. Mesela bir aşkla ılınıyor yüreklerimiz korksakta
bahçesinde oynamaktan vazgeçemiyoruz. Ama zaman geliyor, dönme vakti. Bu defa
bir yarımızı bırakıp dönmek üzere söz verip gidiyoruz ait olduğumuz evlere.
Böylesi hepsinden güzel. Oraya git ama yine gel, döneceksin diye söz ver
diyoruz şarkılarla.

Kilometreler çoğaldıkça bizler geride birilerini, bişeyleri
bırakır; onlardan biraz daha uzaklaşmış hissederiz kendimizi. Kilometreler
çoğaldıkça, yollar uzadıkça, şehirlerin tabelaları değiştikçe içimizde buruk
bir sevinç yankılanır; bi yandan geride bıraktıklarımızın özlemi sararken
kalbi, diğer yandan kavuşulacakların hayali alır bedenimizi.
Cam kenarı koltuklar;
onlar genelde yalnızların yeridir. Başlarını yaslayacak bi omzu olmayanların
yeri.
Koltuğumda başımı cama yaslamış gecenin içinde, yarı uykulu,
karanlıkta belli belirsiz yollara, evlere, ağaçlara bakarken bir an, "hep
böyle yolda olabilirim" dedim, durmaksızın yol alabilirim, bir kentten diğerine,
bu yollar, yabancı bir dilin, şehrin kelimeleri, insanları, evleri, sokakları
arasında, çan sesleri, tramvaylar, oteller, bavullar, havaalanları, otobüsler,
trenler, kahve için uğranan kafeler, sırt çantam ve fotoğraf makinemle, böyle
yaşayabilirim. O an sanki dünya avucumun içindeydi, sanki dünya kalbimle
birlikte atıyordu, ben durunca o da durup bekliyordu, sanki dünyaları
sığdırabilirdim kendime, sanki ben sonra küçücüktüm, hatta yoktum da dünya
vardı, biz dönüyorduk, ben dönüyordum, en sonra ben eve dönüyordum, insanın
uzun bir yolculuktan eve dönmesi de ne güzeldi.
.jpg)
Gecenin karanlığına
eşlik eden sessizlik saatler ilerledikçe artarken, biz kafamızı cama yaslamış,
kulağımızda hafif ezgi eşliğinde hayallerimize, düşüncelerimize dalarız.
Yolculuk hiç bitmesin
ister bir yanımız. Bir yanımız “ne zaman döneceğim geriye” diye
düşüncelerdeyken; diğer yarımız kavuşulacakların özlemiyle hayaller kurar.

Evet, işte mutluluğun
bi tanımı da budur sanki; gecenin sessizliğine inat kulağımızda bi ezgi, hızla
değişen tabelalar, başka başka şehrin ışıkları, yeni umutlarla yanmış mumlar,
geride kalanlar, kavuşulacak olanlar, zifiri karanlık, uzayan yollar ve aklında
biri.
“Mutluluk” bu işte;
işte mutluluğun resmi!
Aslında çok severim ben otobüs yolculuğunu da.. Kulağımda
müzik, hızlı geçip giden yol ışıkları, farklı şehirlerin görüntüleri havaları.
Hele gece yolculuğundaki kuş uykuları yok mu, hafif çalan müzik ara ara
uyandırır insanı.

Sen sakalları şiirle karışık, kitap kokan, rüzgârla konuşan
adam; bir yerlerdesin biliyorum, belki başka bir şehir aynı gökyüzünü
paylaştığımız, ve ben hala seni bekliyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder