23 Ocak 2014 Perşembe

O Şarkı

 

Bir masal anlatmıştım sizlere vakt-i zamanın birinde takvimler geçtiğimiz yılın haziran ayının yedisini göstermekte iken. Şimdi o masalın devamı niteliğinde bir yazı döküldü gönül mürekkebimizden…
Arka sokaklarımdın kaldırımlarında durmadan yürümekten sıkılmadığım. En güzel günlerimdin, işaretledim tek tek aklımın odalarının gönlüme ulaştığı duvarlara. Şarkılarda bulurdum seni ve sen şarkılarla yaşatırdın bizi.
Şarkılar vardı bizim şarkımız demeden bizim şarkımız olan. Bize yazılmış şarkılar vardı, bizim için yazılmış gibi; o zamanlar kulağıma vuran her şarkı bizi anlatır seni bana hatırlatırdı. Biz bir şarkıydık aslında seninle; hiç “biz” olamadan birlikte ahenkli güzel bir şiir olmuştuk farkında olmadan. Ben sana ahenk olmuştum, sen benim şiirime ahenkli bir kafiye...  
Beraberliğimizi kitaplarda okumuş gibiydim, kitaplardık sanki. İnsanlar kötüydü, kitaplara sığınmıştım. Sen benim masalıma paralel devam eden başka bir masalda benim yaşımı yaşadığım sayfaları çoktan atlayıp geçmiştin kendi masalında. Senle yollarımız senin benden önde olduğun sayfalarda birleşmişti ayrılacağından habersiz. Öyle ki sanki hiç ayrılmayacak gibi gelirdi yollarımız.
Sen benim masalımın başrollerinden biri oluvermiştin biranda. Korktuğumda sığındığım liman, darlandığımda açıldığım iskele olmuştun. Bir deniz olmuştun masalıma uçsuz bucaksız bir mavi olmuştun yere göğe sığmayan. Her sabah senin için açar olmuştum gözlerimi gökyüzüne.
Sen her defasında yeni bir şeyler keşfettiğim, hayatı öğrendiğim adamdın aslında. Birçok şeyi seninle öğrenmiştim. Ve ben seni bambaşka tanımak istemiştim. Annenden farklı tanımak istemiştim seni, kardeşlerinden, arkadaşlarından; yeryüzünde seni tanıyan herkesten farklı tanımak istemiştim seni, tanıyabilirdim. Nitekim tanıyordum yavaş yavaş… Çok küçük şeyleri bile bilmek istiyordum senle ilgili; en sevdiğin renk, çok sevdiğin yemekler ve daha bunlar gibi birçok şey…
Kitapların vardı çok kıymetlindiler. Kimseye dokundurtmazdın bir benle paylaşırdın onları ve bana sunduğun bu sonsuz mabedinde senliğinle hep baş başa kalırdım. Okuduğun kitapları okurken senin ardından her sayfaya senin ellerinin değmiş olması hayaliyle mutlulaşırdım kendi kendime.
Kokun sinerdi kitaplarına ve o kitaplar bendeyken sen hep yanımda olurdun. Sokaklarda yürürken sanki senin yanında yürür gibi olurdum. Altını çizdiğin her satır bana senden yeni izler anlatırdı. Böyle böyle büyüdü sana olan aşkım. Çünkü sanki yeryüzünde bir sen vardın ve ben bir tek sana kalmıştım, gönül bahçemin kapılarını bir sana açmıştım.
Sen en güzel şarkıydın ömrüme. Adı konmadan bir şarkı söyler olmuştuk seninle; ezgisi taa yüreğimden gelen bir şarkı kaldı senden geriye belleğimde… Sanki hep bizi anlattı kitaplar, bizi söyledi şarkılar, o bahar kelebekler bizim için uçuştu sanki. Bizi anlatan şarkılar hep vardı ve biz hep dinlerdik. “Biz” şarkıydık aslında, kulağımıza gelen ezgilerle var olmuştuk hayatlarımızla. Bana özgü biz edam olduğunu söylerdin şiir gibi sesinle. Evet sesin; eski kelimeler bile döndürüyordu başımı sen söylediğinde.
Rüzgârın sesiyle birlikte söylerdik bizi. Bazı şarkılar olmuştuk biz. Kulağımızda her tınısı çalındığında o günlere dönen. Şimdi “o şarkı” diye geçiştiriyoruz birbirimizi hayatlarımızda birer şarkı ile içimizden geçiştirdiklerimizi kimseler bilmeden.
Böyle bir bahardı seninle geçen; rüzgâr gibi ömrüme esen. Sonra “sen fırtınalara yazgılısın; fırtına gibi esip, fırtına gibi gidersin” derdin bana hep; oysa ben seni hiç terk etmedim yüreğimden… Senli yıllar ömrümün en güzel yıllarıymış şimdi şimdi anlıyorum. Var mıydın gerçekten? Gözlerimiz buluşmadan, ellerimiz birbirine değmeden, yalnızca yüreklerimizle, doludizgin bir aşk seninle paylaştık mı biz? Yoksa... Acımasız bir aldatmaca mıydı yaşadıklarımız? Kimdin sen? Bilinçaltımın bana oynadığı bir oyun... Gerçekleşmesini istediğim ulaşılmaz bir düş... Kahredici bir duygu yanılsaması... Hangisiydin? Var mıydın gerçekten? Bilemiyorum...

Gönüllerin inanacağı bir masalı paylaştık seninle biz o baharda. O kış ilk kez o kadar çabuk geçti; ilk kez sonbaharda yaprak dökmedi gönül bahçemin ağaçları. Bir şarkı oldun ömrüme. Seni yazdı kalemim, seni söyledi dudaklarım. Gizli mabedim oldun sen gönlümde kimsenin dokunamadığı, bilmediği, duymadığı, görmediği, göremediği… İstanbulumdun sen benim... Sonrası yok…
Şimdi dönüp bakıyorum geriye… En güzel yıllarımmışsın, anlamazdım hayat hoyrattı daha.  Bir kitap okumuştum vakt-i zamanında “Hep O Şarkı”. Şimdi senen geriye “Hep O Şarkı” kaldı kulaklarımda. Dedim ya azizim; bir şarkı olduk ömürlerimize gelip geçen, yüreğimizden geçenleri kimselere belli etmeden.
Sen bir şarkısın duyduğumda gülümseten, ömrümün fark etmeden geçirdiğim en güzel yıllarını anlatan, hatırlatan, özleten. Ve o şarkı tek masalsı gerçeğim ömrüme seni anlatan. Senli yıllar diyince aklıma düşen yüreğimden sızan bir şarkısın işte; ne başı var ne sonu ömrümün içinde… Şimdi gönül kulaklarımızda hep o şarkı…
Denize kapak yapamayız, göğe direk dikemeyiz, bir de ölüme çare bulamayız. Geri kalan her şey mümkün. Her çiçek kendi mevsimine açar sadece. Sonbahar, kış geçecek; bizim mevsimimiz yeniden gelecek. Kimse şüphe duymasın; sakalları şiirle karışık, kitap kokan, rüzgârla konuşan o adamla yazgılarımız yeniden kesişecek.
Demiştik ya; umut olmasına vardı, sonsuzluk düzine olacak kadar umut vardı avuçlarında; ama birbirleri için değildi sanki. Hep öyle bildi, öyle sandı ikisi. Olsun, istisna bir yara gibi kaldılar yüreklerinde; hayra yorulan düşleri oldular birbirlerinin...
Kocaman güldüler birbirlerine; önce hiç ayrılmayacak gibi, sonra da hiç kavuşamayacak gibi. Sonra kadın uzaklara gitti, adam hep uzaklara baktı geceleri. "Aşk böyledir" dedi kimileri; kadın gider, adam susar ve aşk biterdi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder