Bir masal
anlatmıştım sizlere vakt-i zamanın birinde takvimler geçtiğimiz yılın haziran
ayının yedisini göstermekte iken. Şimdi o masalın devamı niteliğinde bir yazı
döküldü gönül mürekkebimizden…
Arka
sokaklarımdın kaldırımlarında durmadan yürümekten sıkılmadığım. En güzel
günlerimdin, işaretledim tek tek aklımın odalarının gönlüme ulaştığı duvarlara.
Şarkılarda bulurdum seni ve sen şarkılarla yaşatırdın bizi.
Şarkılar
vardı bizim şarkımız demeden bizim şarkımız olan. Bize yazılmış şarkılar vardı,
bizim için yazılmış gibi; o zamanlar kulağıma vuran her şarkı bizi anlatır seni
bana hatırlatırdı. Biz bir şarkıydık aslında seninle; hiç “biz” olamadan
birlikte ahenkli güzel bir şiir olmuştuk farkında olmadan. Ben sana ahenk
olmuştum, sen benim şiirime ahenkli bir kafiye...
Beraberliğimizi
kitaplarda okumuş gibiydim, kitaplardık sanki. İnsanlar kötüydü, kitaplara
sığınmıştım. Sen benim masalıma paralel devam eden başka bir masalda benim
yaşımı yaşadığım sayfaları çoktan atlayıp geçmiştin kendi masalında. Senle
yollarımız senin benden önde olduğun sayfalarda birleşmişti ayrılacağından
habersiz. Öyle ki sanki hiç ayrılmayacak gibi gelirdi yollarımız.
Sen benim
masalımın başrollerinden biri oluvermiştin biranda. Korktuğumda sığındığım
liman, darlandığımda açıldığım iskele olmuştun. Bir deniz olmuştun masalıma
uçsuz bucaksız bir mavi olmuştun yere göğe sığmayan. Her sabah senin için açar
olmuştum gözlerimi gökyüzüne.
Sen her
defasında yeni bir şeyler keşfettiğim, hayatı öğrendiğim adamdın aslında.
Birçok şeyi seninle öğrenmiştim. Ve ben seni bambaşka tanımak istemiştim. Annenden
farklı tanımak istemiştim seni, kardeşlerinden, arkadaşlarından; yeryüzünde
seni tanıyan herkesten farklı tanımak istemiştim seni, tanıyabilirdim. Nitekim
tanıyordum yavaş yavaş… Çok küçük şeyleri bile bilmek istiyordum senle ilgili;
en sevdiğin renk, çok sevdiğin yemekler ve daha bunlar gibi birçok şey…
Kitapların
vardı çok kıymetlindiler. Kimseye dokundurtmazdın bir benle paylaşırdın onları
ve bana sunduğun bu sonsuz mabedinde senliğinle hep baş başa kalırdım. Okuduğun
kitapları okurken senin ardından her sayfaya senin ellerinin değmiş olması
hayaliyle mutlulaşırdım kendi kendime.
Kokun
sinerdi kitaplarına ve o kitaplar bendeyken sen hep yanımda olurdun. Sokaklarda
yürürken sanki senin yanında yürür gibi olurdum. Altını çizdiğin her satır bana
senden yeni izler anlatırdı. Böyle böyle büyüdü sana olan aşkım. Çünkü sanki
yeryüzünde bir sen vardın ve ben bir tek sana kalmıştım, gönül bahçemin
kapılarını bir sana açmıştım.
Sen en güzel
şarkıydın ömrüme. Adı konmadan bir şarkı söyler olmuştuk seninle; ezgisi taa
yüreğimden gelen bir şarkı kaldı senden geriye belleğimde… Sanki hep bizi
anlattı kitaplar, bizi söyledi şarkılar, o bahar kelebekler bizim için uçuştu
sanki. Bizi anlatan şarkılar hep vardı ve biz hep dinlerdik. “Biz” şarkıydık
aslında, kulağımıza gelen ezgilerle var olmuştuk hayatlarımızla. Bana özgü biz
edam olduğunu söylerdin şiir gibi sesinle. Evet sesin; eski kelimeler bile
döndürüyordu başımı sen söylediğinde.
Rüzgârın
sesiyle birlikte söylerdik bizi. Bazı şarkılar olmuştuk biz. Kulağımızda her
tınısı çalındığında o günlere dönen. Şimdi “o şarkı” diye geçiştiriyoruz
birbirimizi hayatlarımızda birer şarkı ile içimizden geçiştirdiklerimizi
kimseler bilmeden.
Böyle bir
bahardı seninle geçen; rüzgâr gibi ömrüme esen. Sonra “sen fırtınalara
yazgılısın; fırtına gibi esip, fırtına gibi gidersin” derdin bana hep; oysa ben
seni hiç terk etmedim yüreğimden… Senli yıllar ömrümün en güzel yıllarıymış
şimdi şimdi anlıyorum. Var mıydın gerçekten? Gözlerimiz buluşmadan, ellerimiz
birbirine değmeden, yalnızca yüreklerimizle, doludizgin bir aşk seninle
paylaştık mı biz? Yoksa... Acımasız bir aldatmaca mıydı yaşadıklarımız? Kimdin
sen? Bilinçaltımın bana oynadığı bir oyun... Gerçekleşmesini istediğim
ulaşılmaz bir düş... Kahredici bir duygu yanılsaması... Hangisiydin? Var mıydın
gerçekten? Bilemiyorum...
Gönüllerin inanacağı
bir masalı paylaştık seninle biz o baharda. O kış ilk kez o kadar çabuk geçti;
ilk kez sonbaharda yaprak dökmedi gönül bahçemin ağaçları. Bir şarkı oldun
ömrüme. Seni yazdı kalemim, seni söyledi dudaklarım. Gizli mabedim oldun sen
gönlümde kimsenin dokunamadığı, bilmediği, duymadığı, görmediği, göremediği… İstanbulumdun sen benim... Sonrası
yok…
Şimdi dönüp
bakıyorum geriye… En güzel yıllarımmışsın, anlamazdım hayat hoyrattı daha. Bir kitap okumuştum vakt-i zamanında “Hep O
Şarkı”. Şimdi senen geriye “Hep O Şarkı” kaldı kulaklarımda. Dedim ya azizim;
bir şarkı olduk ömürlerimize gelip geçen, yüreğimizden geçenleri kimselere
belli etmeden.
Sen bir
şarkısın duyduğumda gülümseten, ömrümün fark etmeden geçirdiğim en güzel
yıllarını anlatan, hatırlatan, özleten. Ve o şarkı tek masalsı gerçeğim ömrüme
seni anlatan. Senli yıllar diyince aklıma düşen yüreğimden sızan bir şarkısın
işte; ne başı var ne sonu ömrümün içinde… Şimdi gönül kulaklarımızda hep o
şarkı…
Demiştik ya;
umut olmasına vardı, sonsuzluk düzine olacak kadar umut vardı avuçlarında; ama
birbirleri için değildi sanki. Hep öyle bildi, öyle sandı ikisi. Olsun, istisna
bir yara gibi kaldılar yüreklerinde; hayra yorulan düşleri oldular
birbirlerinin...
Kocaman
güldüler birbirlerine; önce hiç ayrılmayacak gibi, sonra da hiç kavuşamayacak
gibi. Sonra kadın uzaklara gitti, adam hep uzaklara baktı geceleri. "Aşk
böyledir" dedi kimileri; kadın gider, adam susar ve aşk biterdi...