BU YAZIYI OKUMAYIN!
Mümkün olsa, bu satırları okuyan gözler şimdilik yazının
geri kalanını okumasın isterdim: hem söz edeceğim kitapla aranıza girmemek hem
de tabula rasa halinde okumanın yaratacağı şaşkınlık, etkisini yitirmesin diye.
İlkçağlarda tragedya seyircileri görmeye gittikleri eser başlamadan önce
kahramanı ve konuyu çok iyi bilirlerdi; zaten oyunun başında kahin, tragedya
kahramanının başına gelecekler konusunda uyarırdı seyirciyi. Ezbere bildiği
masalı tekrar tekrar anlattıran çocuk gibi, gösteriyi yine de heyecanından
birşey kaybetmeden seyrederlerdi. Hala süren bir anlatı geleneği olmasına
rağmen bugünün seyircisi artık bilinmezlerle uyarılmayı sever.
Murat Gülsoy “Karanlığın Aynasında” adlı son romanında, tam
da bunu yapıyor. İlk satırından başlayarak okuru zevkli bir bilinmezler içine
sürüklüyor. Roman Ece adında genç bir kadının panik atak şikayetleriyle bir
hastanenin acil servisine gelmesiyle başlıyor. Ece’yi muayene eden doktor Orhan
daha hastayı görmeden, bu anın onun hayatını değiştireceğini hissediyor. Hasta
ile doktorun karşılaşmaları adeta déja vu havasında gerçekleşiyor. Aynı zamanda
anlatıcı da olan doktor Orhan “haz ve korku karışımı bir duygunun mayalanmakta
olduğunu hissediyordum” diye açıklıyor duygularını ilk kez bakıştığı Ece’yle
karşılaştığında. İkisi de aşık olmaya hazır, hatta karşılaşmadan önce sanki
aşık olmaya başlamış gibiler.
Ece zor bir çocukluk geçirmiş tiyatro oyuncusudur. Hiç
tanımadığı babası, o daha doğmadan ayrılmıştır annesinden. Ece’nin bütün
çocukluğu, yaşlı bir kadının bakımını üstlenen annesiyle birlikte, kendilerine
ait olmayan bir evde, bir aileden yoksun bir şekilde geçmiştir. Orhan ise
doktor babasının izinden giderek doktor olmuş, kendi deyimiyle “vasat bir hekim
olduğunun” farkındadır. Babası ve amcası ani bir trafik kazasında öldükten
sonra, yengesinin ve ruhsal sorunları olan kuzeni Sarp’ın sorumluluğu bir
bakıma ona kalmıştır. Orhan’a göre, aldığı eğitimle iyi bir doktor olunamaz
zaten, vasatlığı buradan kaynaklanır, öte yandan şefkatli biri olduğu için
hastalarıyla ilgilidir. Dikkatsiz değildir. Korkular içinde acile gelen Ece’yi
de bilgisinden çok şefkatiyle sakinleştirir. Henüz tanışmış olmalarına rağmen
“hayatımın her küçük parçasını inanılmaz bir ışıkla aydınlatmaya başlamış olan
bu kadın” diye söz eder Ece’den ve birkaç kez “Ece’ye bir şey olmasına izin
veremezdim” sözlerini yineler. İlk gördüğü andan itibaren sadece aşık olmamış,
aynı zamanda koruma isteğiyle sarılmıştır genç kadına.
“Karanlığın Aynasında” hoş bir aşk romanı formatında başlar
fakat bir yandan da, bir şeylerin yanlış gittiğini hissettirir. Olaylar Orhan
tarafından birinci tekil şahısta anlatılmasına rağmen, diyaloglarda hiç sesi
duyulmaz anlatıcının. Doğrudan soru sorulduğunda “cevap vermedim, sadece
yutkundum,” “cevabımı beklemeden viskisinin kalanını da bir dikişte bitirdi,”
“tepki vermediğimi görünce...” “her zaman olduğu gibi susmayı tercih ettim,”
şeklinde olur. Hiç konuşmaz Orhan. Ama ironik şekilde anlatıcıdır. Sesi
duyulmaz ama aslında hep onun sesidir duyulan. Garip bir paradoks yaratır
Gülsoy böyle yaparak.
Aslında tam da bu paradokstur romanın merkezinde yatan. Bir
aşk romanı olarak başlayan roman, Ece’nin kaybolmasıyla yeni boyut kazanır.
Şimdi artık Ece’nin verdiği bilgiler üzerinden Orhan’ın onu yeniden bulması
gerekir. Yaşadıklarını anlattığı kuzeni Sarp, görünürdeki tek yardımcısıdır.
Şizotipal kişilik tanısı konulan Sarp’ın gerçeklik algılama problemi işleri
zorlaştıracağına kolaylaştırır. Sarp kendini bir romanın içinde olarak algılar.
Bir roman karakteridir, roman kahramanı olmadığı bilincinde olan bir yan
karakter olduğunu söyler. Bu durumda romanın kahramanı olarak Orhan’ın Ece’yi
araması gerekir. Fakat nerede arayacaktır, asıl soru budur? Telefon denilen
şeyin işe yaramadığı, anlamsız mesajlar verdiği, adreslerin birbirlerine
karıştığı, cüzdanların ve kimliklerin aynı kişinin cebinde olması gibi olayları
çözmeyi zorlaştıran sorunlar doludur. Ece’yi arayacağı bir tek yer kalmıştır artık,
Sarp’ın önerisini gerçekleştirmek en akıllıca fikir olarak görünür: Ece’yi
romanın içinde aramaya başlar.
Roman bu noktadan sonra farklı bir gerçeklik boyutunun
ironisiyle oynamaya başlar. Zaten okuru buna birkaç sahneyle alıştırmıştır
önceden. İlk başta Ece’yi sahnede oynarken izlerken, piyesin gerçekliği ile
gerçeklik arasında paralellik kurar. Burada katmanlar halinde gerçeklik
yattığını hissettirir. Roman kahramanı Ece, sahnede oynayan Emily adlı
karakteri canlandıran Ece’den daha mı az gerçektir? Daha sonra rüyasında
gördüğü Ece ise bu iki Ece’den bile daha az gerçektir. Aslında bu Ece’lerin
hepsi gerçekliğin farklı kademelerinde varlık bulurlar. Yazar böyle yaparak,
bir roman kahramanını “daha az gerçek” ya da “daha çok gerçek” olarak algılamanın
saçmalığı içine düşürür okuru. Bu noktada “Gerçek denilen şeyin elle tutulur ve
gözle görülür olması gerekliliğinden o gün o dakika kuşkuya düşmüştüm.
Beynimizde olup bitenleri bile tam anlamıyla kavrayamıyorduk. Kaldı ki
gerçeklik...”
Gerçeklik, Murat Gülsoy’un öykü ve romanlarında en çok
didiklediği temaların başında gelir. Bu romanında da “hareketlerimizi
yönlendiren bir üstvarlığın varlığı” hem Sarp’ın teşhisini koyan doktor
tarafından hem de Sarp tarafından dile getirilir. Doktora göre “eğer dinsel eğilimleri
varsa bu Tanrı gibi bir varlığa dönüşüyor; kimilerinde uzaylılar, kimilerinde
hayaletler, işte Sarp’ta da bir yazar” şeklinde üstvarlık olarak ortaya
çıkıyor. Çünkü insan zihni aralarında bağlantı olmayan işaretleri birbirine
bağlamakta çok usta. Sarp içinse, gerçeklik belki de fazla acı olduğu için bir
romanın içinde olmak daha güvenli ve huzurlu. Ayrıca Sarp bir roman içinde
olduğunu hayal etmeyi hiç bir zaman kendi zihninin yeteneği (ya da eksikliği)
olarak görmez. “Bir romanın içinde olduğumu fark etmişsem, bu yazar böyle
istediği için gerçekleşmiş demektir. Yani bu bir marifet değil. Peki, ama
yazarı bilmenin bir yolu var mı? Yok. Mümkün değil. Romanın dışında nasıl bir
dünya olduğunu bilmenin bir yolu yok gibi görünüyor. İçinde bulunduğum romanın
dünyasına benzediğini varsayabilirim ama bundan asla emin olamam. Bir sürü
roman okudum farklı dünyalarda geçen. İnsanların cinsiyetlerinin zaman içinde
tersine döndüğü ya da hasta olanların iyileştirilmesinin korkunç bir suç olduğu
ya da makinelerin insanlardan daha akıllı olduğu ya da maymunların hükmettiği
ya da sadece geometrik şekillerden oluşan iki boyutlu...“
Kurgu içinde kurgu yer aldığında, en çok yazar merak edilir.
Sarp da bunu yapıyor akıl yürütmesinde. Orhan sevgilisini bulmak için romanı yeniden
canlandırırken, maketlerle kahramanlara yeniden can veriyor. Aynı şekilde
romanın yazarı da, Orhan’a ve diğer roman kahramanlarına can veriyor. Bunlar
içiçe geçen kurgular şeklinde gerçekliği sorgular hale getiriyor okuru. Nasıl
Sarp’ın hastalıklı zihni olaylar arasında olmayan bağlantıları kuruyorsa, roman
okuru da motifler arasında benzerlikler kurmaya başlıyor. Aslında bütün anlatı
yazarın serbest çağrışımlarından başka birşey değil. Romanın sonlarına doğru
bir bölümde bilinçakışı tekniğiyle Gülsoy tam da anlamamızı istediği şeyleri
biçem olarak gösteriyor. Bir tek kişinin değil, topluca bir bilinçakışına
sokuyor okuru. Serbest çağrışımların romanın oluşumunda oynadığı rolle, roman
içinde aynı teknikle Ece’yi arıyor. Bir sözcükten diğerine, bir imgeden
diğerine, tüm romanın yazılışı gözümüzde canlanmaya başlıyor. Gülsoy romanın
içindeki gezintiyi, yazarın zihni içindeki bir gezintiye dönüştürüyor ve tabii
burada aranan herşeyi bulmak mümkün. Ece’yi de, gizli motifleri de, karanlık
aynaları da.
Bu noktada artık düşüncemiz bizi neden yazıldığı sorusuyla
karşı karşıya getiriyor. Gerçekten, neden yazar Murat Gülsoy? Neden herhangi
bir yazar yazma gereği duyar, bunu sormaya başlıyoruz. Sorunun yanıtı romanın
başlarında bile kendini ele veriyor. Orhan nasıl sevdiği kadını kendi gerçeklik
düzeyinde aradıysa, ve onu bulmak için romanı yeniden kurguladıysa, ve kurgunun
içinde onu kendi içinde bulduysa (ya da onun içine girerek bulduysa) aynen
yazar da kendi gerçekliğini bulmak için yazıyor. Yazıyor “çünkü romanı anlamak
hayatı anlamaktan çok daha kolay.” Ayrıca “Mademki bu bir roman, sonunda her
şey çözülecek. Romanların sonunda her şey çözülür.”
“Karanlığın Aynasında” çok zekice yazılmış, ironik, nefis
bir roman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder