20 Temmuz 2013 Cumartesi

Cemre Düşer ve Bahar Başlar

 
Şimdi yine küçük bir hikâye anlatacağım sizlere; nerden uydurduğumu bilmeden aklımın köşelerinden çıkıp giden. Öyle ya insan hayatın getirdiklerini yaşar.
Birinin gitmesi gerekir bazen. Hiç istemezsin ama bu olmak zorundadır. Yağmur yağar. Bulutlar yüzünü asar ama olacak olan şeyleri değiştirmez hiçbir gözyaşı. Bir deniz kenarında bulduğun mutluluğu, bir tren istasyonunda uğurlarsın sonra. İçten içe kızarsın ona, “Gitme!” dersin. “Gitme, lanet olsun gitme! Uzakları getireyim senin ayaklarına ama sen gitme!”
Bir, iki, iç, dört, beş, altı… Dedim ve başladı oyun, akıllarınızın hayal sahnesinde.
Sahilde, boğazın hemen kenarında denizi izliyordu adam. Yaşaması için gerekli olan umutlarını düşürmüştü cebinden. Uyumaya çalıştığı her gece göz kapaklarından cam kırıkları dökülüyordu. Ne bir işi vardı artık, ne bir arkadaşı, ne de bir umudu. Pamuk şekerin aslında pamuktan yapılmadığını öğrenince bütün hayalleri yıkılan küçük bir çocuk gibi yıkılmıştı dünyası. Küsmüştü her şeye, dalgaları izliyordu. Vapurları, kıyıda âlem yapan sandalları izliyordu. Rüzgâr bile kar etmiyordu artık ona. Ayakları yavaş yavaş denize yaklaşıyor, yanaklarından kendisine itiraf etmek istemediği yaşlar süzülüyordu. Her şeyin bittiğini sandığı noktada her şeyi yeniden başlatan bir ses duymuştu. Ne dediğini anlamamıştı o sesin ama yalnız olduğunu zannederken yalnız olmadığını öğrenen bir kaçak tedirginliği yaşadı. Ama dönüp bakamadı bir an, gözlerindekinden utandı. Ceketinin kolunu bu iş için kullanabileceğine şaşırarak sildi gözlerini, dönüp ona baktı. Bankta oturmuş, sigarası elinde, gülümseyerek adama bakıyordu. “Esas mevzu ölmekte değil, herkes öyle ya da böyle ölecek. Peki, yaşamadan ölmeyi gururuna nasıl yedirebiliyorsun? Atla, peki. Senin bileceğin iş.” dedi ve yavaş adımlarla uzaklaşmaya başladı. Adam afallamıştı, kimdi bu? Ne olup bittiğini anlamasına rağmen neden hiçbir şey yapmadan çekip gitmişti? Neden bu kadar umursamazdı?  Peşinden koştu ve kolundan yakaladı kızı. Kız döndü, gülümsedi ve “Peki, şimdi ne yapıyoruz?” diye sordu.

- Be-ben… Ben bilm… Sen kimsin?
- Bir akşamlığına melek rolündeydim sanırım.
- Neden hiçbir şey yapmadan bıraktın beni orada? Ya atlasaydım?
- Bu senin kararın, senin hayatın.
- Sen kimsin?
- Ne önemi var? Gel hadi.

Birlikte yürüdüler, yağmur yeni dinmişti, kaldırımlar ıslaktı. Nereye gittiklerini bilmiyordu adam, hiç tanımadığı bir kadının elini tutmuş, onu takip ediyordu. Bir apartmana girdiler. 2 kat boyunca basamakları koşar adım çıkıp bir kapının önünde durdular. Kız evin kapısını açtı, beraber içeri girdiler. Salondaki büyük pencerede ışıltılı şehir maskesini sergiliyordu. İçeride daha önce hiç dinlemediği şarkılar çalıyordu, alçak sesle. Elinde kadehler ve bir şişeyle salona girdi kız. Hiçbir şey konuşmadan içmeye başladılar. Konuşma ihtiyacı hissetmiyordu ikisi de, böyle de anlaşabiliyorlardı. Tam olarak hatırlamıyordu adam ama tahminen birkaç kadeh sonrasıydı. Yüzünü adamın boynuna dayadı kız, gözlerini kapatmış, gülümsüyordu. “Ben…” dedi, gerisini getirmedi cümlenin. Bozulduğu moralini belli etmemek için dudaklarına koyduğu yapay bir gülümsemeyle şişeye uzandı kız, kadehi fırlatıp duvardan hırsını aldı ve kafasına dikti şişeyi. Gereksiz teferruatları aradan kaldırmışlardı, akıllarına eseni yapıyorlardı artık. Çoktan sarhoş olmuşlar, sarhoş olduklarını bütün şehre duyurmak istercesine bağırıp çağırıyorlar ve eğleniyorlardı. Fazla hareket etmekten başı dönen adam kanepeye uzandı. Kız yanına sokuldu, başını adamın omzuna dayadı. Çok kısık bir sesle “Özle…” diye fısıldadı. Duydu ama anlamadı adam, ilk defa bu kadar huzurlu bir uyku çökmüştü gözlerine. Üstelemedi. Onlar orada uyurken salon en az hayatları kadar darmadağındı.
Adam sabah uyandığında yalnızdı. Sehpanın üzerinde küçük bir not yazılıydı:
“Ben gidiyorum. Gitmek zorundayım… Bu benim seçimim değil, gitmemeyi çok isterdim ama yapamam. Sebebi önemli değil, değiştiremeyeceğimiz şeyleri değiştirmek için uğraşmaktır bizi mutsuz eden. Her şeyi yık. Kurtul bütün kalıplardan, hayatını yaşamak istediğin gibi yaşa. Ben bir yerlerden seni görüyor olacağım, sana söylendiği gibi değil, içinden geldiği gibi yaşa. Kendin için, benim için… Seni seviyorum…
Adını bilmediğin kadından, adını bilmediğim adama…
Unutma. Sadece nefes almakla yaşamış sayılmazsın…”
Her gece rüyasında onu görüyor adam. Hayatını değiştiren kadını, adını bile bilmediği, veda bile edemediği kadını görüyor rüyasında. “Hoşça kal” diyememenin kederini içiyor her seferinde, yudum yudum. Bir tren istasyonunda, tren kalkmak üzereyken onu son bir kez öpebildiğini görüyor. Ve gülümseyerek uyanıyor sonra, dudaklarında onun tadıyla başlıyor güne her sabah. O gideli 3 yıl oldu ama hâlâ adamı mutlu etmeyi başarıyor…
Herkesin hayatına bir gün bir cemre düşer ve bahar başlar... Sağlıcakla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder