22 Temmuz 2013 Pazartesi

Bindokuzyüzyetmiş Sandığı

 Beşiktaş'a gidip sahilde bir banka otursam, bir bıçak fırlatsam boğazın sularına İstanbul'un boğazını kesmiş sayılır mıyım? Ya da seni alıp boğaza atsam İstanbul'un boğazına takılır mısın ki? Öksürür mü İstanbul? Peki kış böyle devam ederse İstanbul'un boğazları şişer mi?
Her neyse...
Bu şiirimsiyi sana ilaç olsun diye yazdım. Günde 3 kere yemekten sonra aç karna oku. Hiçbir halta yaramıyor...
Yağmur soslu bir dilim güneş. 4 yanımda dört duvar. Çepeçevre orman her yanlarım, çok büyük. Öyle büyük ki, nerden baksan seni ilk sevdiğim günden  bugüne kadar...
Biraz tozlu bugün ayakkaplarım. Dört yanımda 4 duvar. Tütün havası, kitap kokusu, masada çürümüş bir çiçek ve ben varım. Masa da bir bardak sıcak çay ve ellerin olsa bana bütün bir ömür yeter.
Bir de terkedilmişliklerim  var benim. Sevilmemiş, üzülmüş, unutulmuş, ağlatılmış; liklerim, lüklerim, luklarım ve lıklarım. Bir sürüler, kumbaramın içinde. Gelmeyeceğini bilirim bilmesine de yine de beklerim.
Rüzgar eser, tuz kokar, martı sesi ısırır kulaklarımı, İstanbul öper yanaklarımı; kız kulesi saplanır böğrüme. Sonra uyanırım, çay suyunu koyar, fırından sıcacık simit alır gelirim; kahvaltıya seni beklerim. Ama gelmeyeceğini bilirim.
Benim mizacım böyle...
Vapurlar geçiyor beynimden. Dolabın en naftalinli yerinde unutulmuş bir hırkanın hüznü var bu gece. Cevabını hiç kimsenin merak etmediği bir bilmece gibi işte... Vapurlar geçiyor beynimden. Koca bir çekiç beni yer yüzüne çakıyor, doğduğum günden beri mezarıma çakılıyorum.
Şarkıcısını bir türlü anımsayamadığın bir şarkı olup aklına takılıyorum. Dilinin ucundayım. Elinde avucunda.Bindokuzyüzyetmiş kokan bir sandığın dibindeyim, bir dokunsan yüzüm yetmiş yerinden pare...
Bu ne karanlık bir gece. Gökyüzü öksürürken boğazına kaçmış yıldızlar. Bir arap ülkesinde bileğini kesmiş bir ece, eski bir hançerin pası sızlar. Vatansızlar ateş yakmış bir çölde, içkileri özgürlüğü mayalarken bedende, hilal düşmüş üstlerine, durmamışlar.
Gözleri olmayan çocuklar mutluluk çığlıkları atarken, bir yetişkin benliğini başkasına satarken "höt" demiş çocuklara, duymamışlar. Büyük bir ağaç kan ağlarken tek başına, bir yol kenarında, dallarında insan bedenleri sallanırken; Sormuşlar: Nedir bu ölülerin günahı? Yapraklarına mektup yazmış:
Herkes efendiye uymuş, onlar uymamışlar...
Gülümsemeni sevdim. Simsiyah gözlerini değil, gözlerinle anlattığın masalları sevdim. Tenini değil, kokunu sevdim. Sen pencereden dışarıyı izlerken yağan yağmuru sevdim mesela.Sevdim işte ne bileyim...
Sürekli yanıbaşımda olmana rağmen aslında hiç var olmadığın gerçeğini sevdim.
Varlığına hasretimden yokluğunu sevdim hep.

Herkesin hayatına bir gün bir cemre düşer ve bahar başlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder