Gözler takılınca geriye insan aciz mi kalıyor? Vedalaşırken dahi son bakışı yakalamaya çalışmayan insanlar var.Neyse boş ver şimdi sen bu beylik lafları.Ben uykusuz kelimelerden bahsedeceğim sana.Bir küçük gezgin yaşatıyorum içimde. Bir gün ben mi o mu kulağıma fısıldadı “hayal et!” diye hatırlamıyorum ama o gün bugündür bahçemde hayaller büyütüyorum sonsuz mavi bahçemde. Dolacak diye korkuyorum üstelik. Yarına, haftaya, iki ay sonraya, seneye hatta on yıl sonrasına kurulmuş hayallerim var. Bahçede bir huzursuzluk sezinliyorum bu aralar. Hiçbirinden vazgeçmemek koşuluyla her gün bir yenisini ekliyorum bahçeme; pek de iyi anlaşamıyorlar. Nutuk ve söylev gibiler aslında aynı; ayrı yolun yolcusu. Vazgeçemediğim kalemlerim var mesela. Kalemlere bölünüyor günlerim, günlere ayrılıyor kalemlerim. Tüm okuduğum kitaplarda aynı sesi aramam bu yüzden. Her günüm için farklı bir kalem seçtim. Küçük bir prensesken olan oyuncaklarımı böldüğüm gibi. İnsan büyüğünce prensesliği de kalmıyor tabi nede oyuncakları. Zaten içinden deniz geçen bir şehirde kalemden başka neye sarılınır? Her günün farklı oyuncağı vardı. En gizli, en büyülü olanı fark edene kadar. Şimdi dünya kadar kelimeler var avucumda, sığdıramıyorum kağıtlara.Bulutlar nasıl anlatılır ki?
Bir arabam vardı mesela. Kız
çocuklarının aksine hiç sevmezdim bebeklerle oynamayı. Alice hariç tabi ki
zaten oda bebek değil kardan kocaman bir ayıcık. O küçük arabaya binip gitmeyi,
dünyayı dolaşmayı hayal ederdim.Gitmek sadece varana kadar şifa olurmuş yinede
gitmeden bilinmez. Sonra bide Alice var tabi: Neden Alice? Masallara inanırımda
ondan. Kim ne derse desin harikalar diyarı var.Ben küçükken sevgili sırdaşım
ayıcığım benden büyüktü ilginç olan ben büyüdüm ama o hala benden büyük. Ve
benim hala ilk işim şu; eve gider gitmez gider otururum kucağına başlarım olanı
biteni anlatmaya. En samimi, en olduğu biçimde. O duyuyor beni biliyorum, hem
duymazsa nasıl konuşur? Bir hayat paylaşıyoruz biz sevgili psikologumla hayat
dediğinde tuhaf tabi bazı karıncalar yemek seçiyor mesela. Terapilerimiz olduğu
gibi ikimizin ortak oyuncakları da var mesela. Pırıl pırıl bembeyaz oyuncaklar;
Alice’den daha beyaz ve büyük, kocaman
seviyoruz biz birlikte onları. Tabi insan bazen nasıl bazı kelimeleri
diğerlerinden çok seviyorsa onlarında bazılarını daha çok seviyorum ama
diğerleri duymasın gücenirlerse çok üzülürüm.
Yaz aylarında saklambaç oynuyoruz
mesela. Kızıyorum ama onlara çünkü yaz oldu mu kaçıyorlar, hep köşelere
saklanıyorlar. Köşeler ilk akla gelen yerlerdir. Saklambaç oynamadınız mı siz
hiç? Her birinde farklı bir dünya var aslında; her birinin şekli gizli bir
dünya. Doğrusu onlar benim gizli oyuncaklarım kimseye anlatmadığım ama şimdi
yazıyorum işte.Bulutlarda konuşur esasında tabi mesele duyabilmekte. Sorsan
herkes konuşmaz der bulutlar; herkes söyleyince doğru olmuyor işte. Onlarla bir
masal paylaşabilmek mesele sonra zaten düşüyorlar yeryüzüne.
Pamuk oyuncaklarımı kimse
değiştiremiyor; öyle bir gerçeğe inanıyorum ki tasavvur etmekte zorlanıyorum,
tasvir etmekse mümkün değil.Bulutlarda yürümek benimkisi.Kitaplar kadar olmasa da
yeri göğü sarsan, beni onlara taşıyan
birde müzik var mesela. Sonra ben şarkılardan çalıyorum. Hayat “oda lazım”larla
tıka basa dolu, ama her seferinde onlardan bana bir “her şey güzel olacak”
duası. Mesela bana bir renk geliyorlar tek tek, söz verdiler hepsi. Söz veren
bir renk duydun mu sen hiç? Duymadın tabi çünkü hiç dinlemedin, konuşmadın,
oynamadın onlarla beklide.Güneş en görkemli haliyle gözlerine misafir olurken yere
uzanıp hiç bahçelerinin kapılarını açmadın onlara. Saatlerce izlemedin onları,
bir fincan kahve sohbetini hiç paylaşmadın, elinde kitabınla yeni diyarların
keşfine yolculuk yapmadın hiç onlarla. Kalbin ağzında atmadı hiç onlarla
oynamaktan yorulduğunda. Çünkü gökyüzüne bakmıyoruz!
Utanma, korku, öfke, sevgi; hepsi
sonradan öğreniliyor. Ve insan öğrendikçe hep bir şeylere mahkum yaşıyor. Ama
insanlar içinde yıldızlar kadar özgürüm ben. Çünkü sonsuz maviliklerde beyaz
gemilerim var benim, pamuktan kalelerim; işte bu yüzden de kağıttan gemiler
yapmayı çok severim.Ve ben onlarla tanıştığımda henüz hiç bir şey bilmiyordum.Kitaplarla
bile tanışmamıştım daha, onlar anlatırdı masallarımı. Ama insanın bilmeme lüksü
hiçbir yerde yok.Tabi öğretici işinin zorluğu da şimdi şimdi dank ediyor.Bir
çocuğa dürüstlüğü anlatmanın zorluğu… Hem de dünyada maskesiz hiç kimse yokken.Üstelik
o çocuk pazartesilerden nefret ediyorsa; “pazartesi” ahrette yakama yapışacak
diye korkanlardandım da bende.Tüm bunları düşünmek gerekiyor, düşünmek içinde
durmak; bulutlar durmaz.
Nasıl sıkı sıkıya bağlandıysa gözler
yarılan denize bende aramızda hiçbir boşluk bırakmadan sıkı sıkıya bakıyorum
onlara. Benim mesleğim doğuştan gelen kaptanlık beyazlar içinde; gemilerimle
yolculuklara çıkıyorum. Yol anlamından fazlasını veriyor insana kelimelerden
bazıları, kendim bile bilmezken üstelik. Yolun klişelerden geçtiğini sanana
ikaz; hiçbir şey ve bu göründüğü gibi değil. Çünkü ben yalnızca bir gecede
dünyanın en iyi insanından nefret edebilirim.Ve şimdi onlar yazılar yazdırsalar
da bana; düne baktığımda eskimiş sahneler kalıyor onlara. Hayale dalıp olduğun
yerde saymak gibi… Salıncakta sallanırken gözlerini kapatıp uçtuğunu varsaymak
gibi…
“Bu nasıl yazı böyle!” deme şimdi; bu
yazının kendi matematiği böyle kopuk kopuk oluşu. Bana öyle tam geliyor.
http://www.youtube.com/watch?v=Uut9MDFwN9M
http://www.youtube.com/watch?v=Uut9MDFwN9M