Yolunda gitmeyen bir şeyin huzursuzluğu var üstümde ama
neyin yolunda gitmediği hakkında hiçbir fikrim yok. Hani yağdın yağacaksın,
yüreğin hep böyle bulutlar bulutlar. Sorun şu ki artık kafamı yastığa
koyduğumda hayalini kurabileceğim birşey kalmadı. Ama içim rahat. Böylesine
güzel bir gökyüzünün altında bu kadar kötü insan nasıl yaşıyor? Kafamın içi
gereksiz insanlarla dolu. Biri beni şu iç sesimden boşasın. Vücudum radyasyon
üretiyor olmalı, yoksa duygularım böyle biçimsiz mutasyonlara uğramazdı.
Huzursuz uykular uyuyorum uyudukça. Ölmüş bi insandan tek
farkım nefes alıyor olmam ve etrafı izlemem. Zaten pek uyuyamıyorum ben.
"Insomnia" dedi doktor, "gebermeyesice" dedi annem. İyidir
annem. Soğukluk yavaş yavaş yüreğime doğru yükseliyor. Yüreğime değdiği zaman
benim için her şey bitecek ve ben ölmüş olacağım.
Herkesin intihar tarzı farklı ama en kötüsü bütün çıkmazları
ezberlediği halde o yolda yürümeye devam edenin. Bir gün olacağına inanıp her
gününü feda edebilecek kadar vefalı insanları yolundan döndürdünüz. Bu da sizin
çıkmaz sokağınız olsun.
Beni alın bu şehirden; ay ışığında bir bahçeye koyun,
hanımeli koksun etrafım, bu koku saçlarıma karışsın. Bir müzik olsun, daha önce
hiç duymadığım. Hiç bilmediğim yerlere götürsün beni. Gözlerimi kapayayım
rüzgarlar essin, kendimi müziğe bırakayım rahatsız ruhum dans etsin. Benim
olsun bu gece, o bahçe ve şu şarkı.
Mağlubiyet: usulca beklerken yüreğindeki burukluğun 'olsun,
bu da güzel' dediğin an yüzünde kırgın bir tebessüme dönüşmesidir. Biz üzerimize
yıkılacağını bildiğimiz duvarları çiçeklerle süsledik. Bir şeyden vazgeçmek
hala ona inandığınız gerçeğini değiştirmez, ne hissediyorsam hala onun peşindeyim
sadece çabalamak içimden gelmiyor. Yorucu bir düşten uyanmış gibiyim. Yara
derin açıldığında içerde çiçek yetiştiriyorsun. Yeri doldurulamayacak bütün
boşlukları yaktım ben. Kendime bile fazlayım. Kuyunun duvarları düz, kuyunun
duvarları ıslak. Çünkü siyah bir adam, mavi bir kadın severse; kırmızı olurlar.
Akıl sahnemde canlandı bir perde ve beynimde iki satır; "Bitmemiş
türküm benim; korkarım son defa gözlerinden öpüyorum, bu meseleyi içimde mezara
götüreceğimi bil." demiştim içimden, hep içimden; çünkü o an sesim
boşlukta donup kaldı. "Ne zaman aşk biter, o zaman yorulur insan"
demiş Usta, yoruldum ama bu yorulmalar hep yalan. Bir deniz çizmek istiyorum;
mavisi yüreğimde, hırçınlığı gözlerimde kalsın. Kapadım gözlerimi yemyeşil
yayladayız, tepemizde gökyüzü farzet. Başını dizlerime koymuşsun, dilimizde
aynı türkü hayal et.
Günler öylece kendi kendine geçsin diye bir camın arkasında
durdum. Bana dokunmasın hiçbir şey, hiçbir şey yaralama merhem olmasın.
İyileşecekse, hiçbir şeysiz iyileşsin diye bir camın arkasında durup akan
hayata ve zamana baktım. Bir zaman öyle bir yanıyorsun ki, sonra kor oluyorsun.
Ondan sonra istediğin kadar ağla. Tencereyi ocaktan alıp, suya tutuyorsun hepsi
bu. Kuşlar kadar özgür, gökyüzü kadar bensiz bundan gayrı o şehir. Neyse Dökmeye
niyetim yok içimi, zor sığdırdım zaten.
Özetle: Ölüm Uçurumu her yıl bir erkekle bir kadını alır. Bu
onun değişmez yasasıdır.
Ve bizim oralardan ince bir ses yükselir, bir Karadeniz
şarkısı başlar, ömrümüzden alır götürür. Bilen bilir, Karadenizli insanın
ilacı köyüdür. Bana İstanbul'da yaşayacak değil, bana benimle Karadeniz'e
göçecek adam lazım. Zaman dediğin bir Karadeniz türküsü misali işliyor yüreğe. Deniz
bazen kendini kaldırımlara fırlatır. Ve her başlangıç, bizi koruyan ve
yaşamamıza yardım eden bir büyü barındırır.
Siz siz olun, herhangi bir hatada, bir tartışmanın
ortasında, tüm iyi niyetleri ve yaşanmış güzel şeyleri yok sayan insanlardan
olmayın. Bir kadının durmadan bulaşık yıkamasının ne demek olduğunu
bilseydiniz, tüm mutfak tezgahlarını kırardınız.
Bunca insan birbiriyle konuşamazken ben neden kendi kendimle
konuştuğum için deli oluyorum? Benim içimde çünkü benden dört tane daha var ama
size şimdi onlardan bahsetmeyeceğim, bu delilik değil bilin yeter. Evet oturup
konuşuyorum kendimle, hani size bahsettiğim şu bahçede: Uzaklara dalışın fark
edilip de nedeni sorulmasın diye sürekli hareket halindesin diyorum, susuyorum
dinliyorum kendimi. Devam ediyorum konuşmaya; mesela bazı kadınlar pahalı
hediyeleri severler, spor arabaları, lüks mekanları, hesap ödeyen abileri. Bağzı
kadınlarsa, saçlarının taranmasını severler. Bazıları ayaklarına oje sürülmesini.
Bağzıları ise uyumadan önce masal anlatılmasını, gözlerinin içine bakarak gitar
çalan adamları. Bazı kadınlar takım elbise severler, kaslı kollar. Bağzı
kadınlar oduncu gömleği severler. Ve bira göbeği. Bazı kadınlar kışları kayak
yapmak isterler. Bağzıları, Beyoğlu’nda el ele tutuşup
közde mısır yemeyi. Bazı kadınlar özel günlerde parfüm hediye eder, bağzı
kadınlar her gün aynı ten kokusuyla uyanmak için canlarını verirler. Bazı
kadınların telefon rehberleri kalabalıktır. Bilirsin. Diğer bağzıları ise defalarca
aynı mesajı okuyup ağlarlar. Bazı kadınlar kızlarla Cadde’de bilmem ne keyfi yaparlar. Bağzı kadınlar evlerinde suyu şişeden
dikerek içerler. O bazı kadınlar hiç kaybetmezler değil mi? Onlar hiç
beklemezler, bekletirler. Onlar sürüklenmezler, sürüklerler. Ağlamazlar,
ağlatırlar. Sen olamadın değil mi, o kadınlar gibi? Hiçbir zaman olamayacaksın
da. Zaten, olma da. Çünkü yıllar sonra onlar kocaları kaçamaklar yaparken,
evli-bekar hayatlarını hafta sonları alışveriş merkezlerinde mutsuz çocuklarını
kollarından sürükleyip kendilerine ayakkabı bakacaklar, sense pazarları evinin
balkonunda hala deliler gibi sevdiğin kocan gazetesini okurken, küçük sevimli
çocuklarınla yumurta tokuşturup, gülüşüyor olacaksın. Tüm bunlardan sonra huzur
geliyor aklıma, gözlerimi kapatıp hayal ediyorum: Hayal etmek her şeydir çocuk
sakın vazgeçme!
Yanlışlar içinde en doğru yanlışını yap, onlar kendilerini
yanlış kullanıyorlar. Onlar anlaşamadıkları insanlara deli diyorlar, ama kimse
onlarla aynı olmak zorunda değil ve Unutma:
''Umutsuz dahi olabiliriz, geleceği görmeyebiliriz, hiçbir
şeyimiz olmayabilir. Ama hiçbirimizi sevgisiz bırakmasın bu hayat."