İstediğim kadar işim gücüm olsun, vaktim dar olsun, bir
kitabı sayfa sayısına bağlı olarak en fazla 5 gün içerisinde bitiriyorsam, o
kitap benim için güzel bir kitaptır. Gelelim Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ne, bu
kitapta da bizi tanıdık karakterler; Başkomser Nevzat, Ali ve Zeynep komiserler
karşılıyor. Mekan Tarlabaşı, Tarlabaşı'nda bir ceset; Engin, Engin'i öldürmüş
olma ihtimali bulunan ve suçu birbirlerine atan cinayet zanlıları.
Beyoğlunun en güzel abisidir bizce Ahmet Ümit Abimiz; yine
şahane bir kitap kaleme almış. Adına da “Beyoğlunun En Güzel Abisi” demiş. Ahmet
Ümit'in, Komiser Nevzat maceralarının yeni halkası “Beyoğlu'nun En Güzel Abisi”
raflarda. Yazar, romanında, Tarlabaşı’ndan hareketle Türkiye’nin yakın geçmişi
ve bugününde bir yolculuğa çıkarıyor okurları.
Gelelim Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ne, bu kitapta da bizi
tanıdık karakterler; Başkomser Nevzat, Ali ve Zeynep komiserler karşılıyor.
Mekan Tarlabaşı, Tarlabaşı'nda bir ceset; Engin, Engin'i öldürmüş olma ihtimali
bulunan ve suçu birbirlerine atan cinayet zanlıları.
Ahmet Ümit'in son kitabı Beyoğlu'nun En Güzel Abisini pazar
akşamüzeri aldım, pazartesi sabahtan öğlene kadar okudum, bugün yani salı günü
devam ettim ve saat 14.13 iken 412 sayfalık bu kitap bitti. Demek ki kitap
benim için hakikaten güzelmiş. Nedir kitabı beğenme kriterim? Sanırım öncelikli
olarak kitabın anlatım biçimi ve dili beni etkiliyor.
Her Ahmet Ümit kitabında olduğu gibi katili ararken, romanın
alt metninden bir şeyler öğreniyoruz. Alt metinde bu seferki konumuz
Tarlabaşı'nın tarihi. Bu kitaptan önce orada ne yaşandığını, üzülerek
söylemeliyim ki, bilmiyordum. İstanbul'u pek bilmem ama Tarlabaşı'nın nasıl
kötü bir semt olduğunu hep duyardım. Tarlabaşı'nın neden bu durumda olduğunu
Ahmet Ümit sayesinde öğrenmiş oldum. Ve Gezi Parkı'nın bence romana işlenmesi
gayet güzel olmuş, olayların ne tarafında olursak olalım, orada müthiş bir
kenetlenmenin yaşandığını ve uygulanan yanlış politikalarla polisin halka nasıl
düşmanmış gibi gösterildiğini maalesef şahit olduk. Ahmet Ümit'te bunları
romanının alt metninde kullanmış. Açıkçası beni hiç rahatsız etmedi. Farklı
görüşleri okumak ufku genişletir ne de olsa.
Aynı zamanda 6-7 Eylül olaylarına değinmiş olması beni mutlu
da etti. Özellikle o günlere tutulan bi ışık gibi gösterebileğimiz için çok hoş
olmuş. Türklerle Rumların o günlerdeki dostluklarının da anlatılması hoş
tablolar canlandırdı gözümde. Aynı zamanda içimde de bi burukluk oluşturmadı
desem yalan olur. Rumlara yapılan o muamele gözümde canlanınca üzüldüm
açıkçası. Allah affetsin.
Genelde Ahmet Ümit okuyanların çoğu, katili çok kolay tahmin
ettiğini belirtir ve bu yüzden kitaptan zevk almadığını söyler. Ben böyle
düşünenlerden değilim. Katili ararken öğrendiklerim benim için de yeterli.
Belki de bu yüzden seviyorumdur Ahmet Ümit'i.
Ahmet Ümit okumaya, daha doğrusu, Ahmet Ümit'in içinde
Başkomser Nevzat olan kitaplarını okumaya yazım sırasıyla başlamak gerekir diye
düşünüyorum. Bence bir Kavim'i okumadan İstanbul Hatırası'nı okumak kesinlikle
kitaptan alınacak zevki düşürecektir. Başkomser Nevzat kitapları yayınlanma
sırasıyla şu şekildedir; Şeytan Ayrıntıda Gizlidir - Kavim - İstanbul Hatırası
- Sultanı Öldürmek - Beyoğlu'nun En Güzel Abisi. Bir de henüz okumadığım üç
adet çizgi romanı mevcuttur; Çiçekçinin Ölümü, Tapınak Fahişeleri ve Davulcu
Davut'u kim öldürdü.
Yazımı özetlemek
gerekirse; Ahmet Ümit ve romanın baş karakteri Nevzat'ı çok sevdiğimden
Beyoğlu'nun En Güzel Abisi'ni okurken oldukça keyif aldım ve Ahmet Ümit'e
başlangıç kitabı olarak değil de, daha önce Ahmet Ümit okumuş olanlar için
mutlaka önereceğim bir kitap.
“Tanrı’dan rol çalmak… Birini öldürmenin anlamı budur.”
“Aşk dünyanın en iyi mazeretiydi.”
“Sessizlik, soğuktan daha keskin, adeta katılaşmış bir
sessizlik karşılardı beni. Oysa biliyordum, eşyaların suskunluğuna gizlenmişti
fısıltılar. Fırsatını bulur bulmaz kulaklarıma dolmaya başlayacaktı,
ölülerinizin asla yok olmayan kederi.”
“Bütün mesele uyanıklıkla uyku arasındaki o süreyi kısaltmaktaydı.”
“Bir acı sinsice sokulur gibi oldu kalbime, boğazımda o
tanıdık düğümlenme… Genç bir ölünün kara gözleri umutsuzca yanıp söndü
belleğimde.”
“Vefasızlıktan değil, vakit yokluğundan.”
“Şeytanlar cirit atar kumarbazların zihninde.”
“Cinayetlerin eğitici bi tarafı olsa da ölüm her zaman
trajikti.”
“Genç arkadaşlarımızı daha iyi yetiştirmek için polis
akademisine mutlaka bir vicdan ya da empati dersi konulması gerekiyordu.”
“Bir kez daha anlamıştık ki bir ülkede otoriter bir yönetim
varsa ilk kaybeden polis teşkilatı olurdu.”
“Şiddeti kullanarak ideal bir toplum yaratamazsın.”
"İnsan yaşadığı yere benzer" demişti bir şair.
Hukukumuz da yaşadığımız yerler gibiydi, eskimiş, işlevini yitirmiş, çürümeye
terk edilmiş, yıkılmak üzere...
“Bu ülkede canlı cansız her şey satılık. Paran varsa her
şeyi satın alabilirsin, elbette en başta da insanları. Doktorları, hakimleri,
savcıları, polisleri... Bu ülkenin sorunu ahlaksızlık, şeref yoksunluğu, onur
kaybı...”
“ Kaybetmiş insanları, kazananlardan daha yakın bulurum kendime.”
Kitabın tanıtımından:
Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet... Tarlabaşının arka
sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı,
belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek.
Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan
kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti
satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar
İstanbulun en gözde yeri olan Beyoğlunun hazin hikâyesi.
Karanlık... Soğuk havayla iyice ağırlaşan bir karanlık.
Uzaklardan şarkılar geliyor kulağına, neşeli kadın çığlıkları, ayarını yitirmiş
sarhoş naraları, biri küfrediyor belki ana avrat, belki ağlıyor biri hıçkıra
hıçkıra, belki biri sessizce ölüyor bu gürültünün, bu hengâmenin ortasında.
Umurunda değil. Hepsinden sıyrılmış, sadece öfke...
Nereye gittiğini bilmeden yürüyor, nefret tarafından
kuşatılmış olarak. Kıskançlık denen o canavar, çelikten pençesine almış
yüreğini, habire sıkıyor. "Kadınlar," diyor bir ses zihninin
derinliklerinden... "Kadınlar, onlarla oynayamazsın... Oynadığını
zannedersin ama bir de bakmışsın, asıl oyuncak sen olmuşsun." Hayatına
giren kadınların yüzleri beliriyor sokağın zemininde. Birer birer düşüyor
görüntüleri ayaklarının dibine. Hepsinin boynu bükük, hepsinin gözlerinde
keder. Hepsi üzgün... Aldırmıyor, bir su birikintisiymiş gibi basıp geçiyor
üzerlerinden ama yeniden düşüyor görüntüler zemine. "Kadınlar," diyor
o ses yine, "Kadınlardan asla kurtulamazsın, hayaletleri hayatın boyunca
seni takip eder."
Son olarak kitaptan aklımda önemle yer eden bir cümle ve yine kitaptan bir şarkıyla bitirelim:
“Hayat, yaşadıklarımızdan çok hayal ettiklerimiz değil mi
zaten?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder