Hayat bazen aldırmadan çalar hayallerini avuçlarından,
geride yalnız bi enkaz bırakır… Şimdi söyle seni dağladılar değil mi kalbim?
Ellerinden aldılar umutlarını, hunharca çaldılar hayallerini. Şimdi çıngırağını
sallayarak süzülüp gidiyor yanımdan zaman. Kim der ki bir gün gelir vuslat.
Kalan enkazdan ne çıkar. Öyle ya hayat hiç planladığımız gibi gitmezken, her an
her türlü iyi yada kötü şey gelebiliyor insanın başına.
Umurunda olmaz senin kurduğun hayaller onun. Sonra seni
çizdiğin yolundan bambaşka yollara savurur. Issız kalırsın, sessiz ve yalız
kalırsın; en korkuncu budur yalnız kalırsın… Yokuşların başkadır hayallerine
çıkmaz artık yollar. Hoş geldin heyhat; işte bu hayat!
Bastırırsın yine de içindekileri. Rüzgarda savrulan
küllerini toparlar kalkarsın ayağa. Yazmak çare; yazmak yaralarıma merhem
oluyor, yağmurlar gibi… Merhem duygularımı telveye terk ediyorlar. Demiştim ya
bazı insanlar tıpkı yağmur gibi ömrüme merhem. Ne diyordu Üstâd; “Bu yağmur,
kanımı boğan bir iplik, tenimde acısız yatan bir bıçak. Bu yağmur, yerde taş ve
bende kemik, dayandıkça çisil çisil yağacak.” Fakat bu yağmur benim kanımı
bağlayan iplik. Bu yağmur başka; bu yağmur içimi ıslatıyor. Oysa yazmak başka… Yazmak
içimin ateşini söndürüyor sanki şu ateşlerin içinde. Edebiyat nasılsa gönlümde
yarım kalmış bir yaralı şiir… Bu ruhumun yüreğimden mezuniyet balosu heyhat
uyan! Bu yangın, bu yarım bir sevda, bu yaralı bir şiir; bu biraz ben, biraz
gizim sen…
Sığmıyor yüreğimden geçenler kağıda, yarım kalıyor
kelimelerim. Söyle seni dağladılar değil mi kalbim? Her yanın içi su dolu
kabarcık… Ben bile el süremiyorum üzerine. Yok bir merhem, kendimi duymazken
aklımın içindeki seni de duymazdan gelemiyorum işte.
Dargınsak eğer üç günü geçeli aylar oldu be iki gözüm
haberin olsun… Yazmaz mı oldu kalemin, kurudu mu gönül mürekkebin? Kağıtların
mı savruldu pençesinden odanın? Şimdi ayrı rüzgarlarda gözyaşı döken iki masum
notayız sanki yüreklere üflenen. Yine de bil; yüreğimin duasıdır muhabbetinle
çay içmek…
Yanık kokulu rüzgarlar çarpıyor yüzüme. Beni soluğumdan
tutuyor üşümelerim. Atamıyorum içimdeki hali üstümden ve neydi sevmek
tanımlayamıyorum. Bir sevmek fiili vardı lügatımda, bir de seni sevmek. Sevmek
eyleminin tanımını yapamıyordum ama seni sevmek başkaydı. Seni sevmek bir mum
yakıp onun ateşini izlemekti. Boğazıma yapışmış sıtmalı kelimeler. Kelimelerim
az kalıyor bazı anlamlara gelmiyor.
Şimdi söyle; seni dağladılar değil mi kalbim, her yerinde su
kabarcıkları var. Seni dağladılar ve içinden aldılar tüm hayallerini öyle ki
artık parmaklıklarının ardından çıkamaz oldun. Ama gitme; beni gidenlerin
karanlık kucağına bırakma beni. Bazen akan bir film şeridinin, tek kare donan
bir fotoğrafı gibidir ölüm. Korkuyorum. Senin ruhun ölürse bedenin bi işe
yaramaz.
Sonra aklıma sen geldin. Gönlü güzelim; bu sıfata en çok
gidenim. İçim acıdı. Sustum, susamadım; durdum, duramadım. Sevemedim kimseyi
senden sonra. Sonra sonra geçtim her şeyden. Kimi gördümse sen geldin aklıma.
Herkeste seni buldum bilmeden. Şimdi söyle sakalları şiirle karışık, kitap
kokan, rüzgarla konuşan adam; rüzgar getirmiyor artık söylediklerini. Sen en
baştan yaz şiirlerini. Sayfasında yarım kalmış, yaralı bir şiir bizim
sevdamız….
En güzel günlerimizmiş doğan güneşte; yarım kalacağını
bilemediğimiz yaralı. Yanlışta mıyım doğruda mı bilmem; tükeniyor gönül
mürekkebim, rüzgar da haber getirmez oldu senden.
Geçiyor, pervasızca geçiyor… Çıngıraklı
kuyruğunu sallayarak geçiyor zaman yanımızdan, harflere bölünmüş zaman... Artık
soğuk ve kimsesiz birlikte soluduğumuz, ıslandığımız, geçtiğimiz sokaklar.
Zarif bir hüzünle hafifçe çiziyor aklımda seni gece; gece karanlık ve ben ne
kadar da korkarım karanlıktan. Söyle kalbim hasretle nasıl başa çıkar ağaçlar?
Peki ya denizler nasıl ağlar? Ah bu bendeki sonbahar; ah bu bendeki kırık dal,
kanımda solan kırmızı, kirpiklerimde kar… Hasretindir yâr, hiç olmazsa
rüyalarda sar… Boşlukta kırık bir dal yüreğim şimdi, kederiyle sallanan. Bütün
şehir uykusunda ölü bir yılan. Bütün şehir, biz ayrıyken hayalet bir gemi.
Telaşlı bir vedayla tam kalbinden su alan. Artık yollar uzun, yollar aramızda
dert, yollar aramızda bitmeyen engel...
Yorulmadın mı dilimden sessiz çığlığım? Senin yerin dağınıklığım,
toparla kendimi…