Sokak bomboş ve olabildiğine karanlıktı.. Etrafta yaprak
hışırtısı ve topuk sesimden başka yaşam belirtisi duyulmuyordu.. Hissediyordum..
Geliyordu.. Usulca yanaştı, yanağımı okşadı, saçlarımı savurdu.. Ardından
koluma girdi ve beraber yürümeye başladık.. Evet aşık olmuştum.. Adı; Rüzgar'dı.
Yine bir Eylül rüzgarı… Bambaşka bir sabaha açmıştım
gözlerimi ya bu sabah ya da öyle bişeylerdi, bilmiyorum. Eylül bende başka
sanki. Yine İstanbul Hanımefendisi gibi arz-ı endam ederken yeryüzüne kirpiklerime
takıldı gözyaşları ve saçlarıma dolaştı rüzgarı…
Islak sokaklar mevsimi başladı yine tüm güzelliğiyle. An itibari ile Eylül mevsim! Koskoca
12 ay bıraktık geride geçen Eylül’den beri. Eylül de biz de birer yıl yaşlandık
tabi. Ne çok şey gördük bu yıl… Yıkımlar, gidişler, dönmeyişler, vedalar,
katliamlar, yürek burkulmaları, yürek sızıları… Şimdi Eylülde doğayla yavaş
yavaş sararmanın vakti; vakit içimizde biriken yada birikmiş tüm zehirleri atma
vakti, vakit bir akşam vakti bahçede, balkonda, çardakda son günlerimizi yaşarken bir bardak çay ile eylüle teslim olma vakti…
Bugün yeni bir mevsime uyandık hep birlikte; ama bir eksik,
belki bir fazla, belki özlemle, belki sevinçle sevdayla… İnsan yıllar, aylar
geçtikçe hep sanki daha korkarak atıyor adımlarını, şimdi yine bir Eylül
rüzgarı savuracak bizi dünyanın farklı köşelerine. Farklı oksijenleri
tükettireceğiz belki de beynimize. Bir sabah gözlerimi başka bir şehirde
açacağım kimsesiz, tüm sevdiklerim geride. Hümeyra gibi “öyle uzakki yerim
uzakları aşıyor, bütün özlediklerim benden ayrı yaşıyor” diyeceğim belki, belki
“bir kördüğüm ki içim çözdükçe dolaşıyor” olacak içim, ah içim, gönlüm kalbim..
Korkuyorum…
Korkma. Korktukça yollar azalmıyor. Korktukça insanlar
kavuşmuyor birbirine. Sanki asırlardan geri sayıyorum seni. En sakin, en
manidar, en kimsesiz sesimle adını çağırıyorum. Adın tüm anlamlarından
sıyrılıyor sonra… Ah adın… Adın bir duaya yaraşacak kadar temiz, piyanodan
dökülen en bulunmaz ezgi, dolunayın geceye kattığı ışık kadar berrak adın…
Bir cümleyi bitirmek değil istediğim bazen nokta ile, virgül
ile yeniden yeniden yazmak istiyorum adını kağıda. Ne kadar tekrar etsem
yetmiyor. Öyle ki ne kadar çok kelime söylesem seni anlatırken o derece adının
saflığını kirletiyor mürekkep.
Güneş yüzüne değerse diye kalbim kırılıyor, ah bir ses aşina
olsa kulağına… Dizlerimiz yara bere içinde, düşlere düşüp düşüp çıkıyoruz.
Uzakta olmak yüz yüze gelememek değildir ya, biliyorum ki ben seni arıyorsam
sen de beni arıyorsun… Korkmuyorum aramaktan yorulursam diye, ‘çünkü yeniden
buluşacağımızı biliyorum ilahi bir ebediyette…’
Tesadüflerin gücüne inanırım, kelimelerin gücüne inandığım
gibi. Filmlerden etkilenmek gibi, kitaplardan, insanlardan, şehirlerden,
ilkyazdan, yollardan etkilenmek gibi bir huyum vardır. Bazen öyle bir an olur
ki hayatta, belki dünyayı değil ama senin dünyanı değiştirir.
Sana yazmadığım zamanlarda kelimelerle arama yıllar
giriyor. İnce bir yolun sonunda yalnız
kalıyorum. Her şeye alışılırdı, kelimelerden uzak kalmaya, ait olduğum şehirden
ayrı olmaya, ege sahillerinde geceyi sabah edememeye bile alışılırdı, bilseydim
ki gözümü kapattığımda seninle aynı rüyayı göreceğim. Bilseydim ki göl evinin
önündeki iskelede boylu boyunca uzanıp sesinden en güzel bölümleri
dinleyeceğim, en sevdiğim kitaplardan…
Hayatın nereye gideceğini bilmemek çok huzurlu değil mi?
Hangi yola döneceğini, hangi okula gideceğini bilmemekten, hangi insana senden
bir şey vereceğini bilmemekten bahsetmiyorum. Ama ben mesela can sıkıntısından
o öğrenci derneğine girmeseydim, eğer Malta toplantısına gitmeseydim, okuldan
toplantı için bana burs çıkmasaydı, uçağımı kaçırsaydım, gelmeden birkaç gün
önce yaşadığım ruh haline yenilip kararımı değiştirmeseydim hayatım nasıl
olurdu? Hangi ülkede olurdum, hangi insanları tanırdım? Bunu bilmiyorum. Bir
şey bilmemek ne derece huzurlu olur diye sorsalar, pek düşünmezdim bile. Ne
saçma soru derdim. Meğer gün gibi aydınlıkmış…
Şimdi mevsim Eylül! Ancak bir mevsimin gücü yeter çünkü
olanlara. Eylül başlı başına bir mevsim; Eylül Mevsimi! Tabi Eylül Mevsimi
Sezen Aksu getirir, ya da bana öyle gelir; bilmiyorum…Bi kitap yazsaydım adını
Eylül Mevsimi koyar Eylül’ü anlatırdım.
Islak sokaklar mevsimidir Eylül. Islak sokaklar mevsiminde
ıslanmış yüzler hep yere bakar, müziğe ve bir bardak çaya sığınır insan… Bu
mevsimde vitrinleri az sulu rakı gibidir bu şehrin, her adımın yalnızlığa
uzanır. Yalnızlık… Olsun o da güzel; nasıl olsa her yolun sonu çıkmıyor mu
yalnızlığa, yalnız insanlar sokağına?
Kahveler dert yüklenir bu mevsim, çayları daha bir demli. Twilight
gibi bi efsanedir Eylül de… Soğuk kış akşamları nefesinizi görebildiğiniz kadar
gerçek aynı zamanda. Ne ironik bir durum…
Bu ironi biz ölene kadar devam eder; bu ironi, yetmiş
yaşında bir kelebek düşlemek gibi, ömrünü o kelebeğe bağlamak gibi… Eylül biraz
hüzün, biraz da ölüm gibi…
Gözlerimi kapıyorum ve hayal ediyorum; bir sokak, tepemde
ince bir yağmur, yüzüme vuran şarkı kulaklığımda ve saçlarımı öpen rüzgar…. Aklımda olanları aklıma getirmiyorum şimdi
zira o sahnede düşünülmesi gerekli. Sonra yürüyorum, gücüm yettiğince yavaş
yavaş ama derin. Sokak bitmiyor; ben bitiyorum, düşündüklerim bitiyor ama yol
ve şarkı bitmiyor. Sonra tekrar kafamı yoruyorum, gücümü topluyorum, bu hava
hep böyle kasvetli mi Almanyadaki gibi yada hep İsviçredeki gibi soğuk mu,
düşünmeye dalıyorum… Şarkı bitiyor bu defa düşündüklerim bitmeden bir şarkı
daha lütfen? Yol bitmiyor ama yol hiç tükenmiyor. Bilmediğim görmediğim
sokaklar keşfediyorum.
Bir sokak köşesinde sıcak bir mekan, asfalyalarımı
dinlendirmek için oturup bir çay söylüyorum; bu defa içerden bakıyorum o anda
bir yağmur damlası diğerine karışıyor, bir başkası hızla cama vuruyor kendini
intihar ediyor, damlalar birbirini kovalıyor, o an aklıma felsefe dersindeki o
an geliyor: felsefe dersindeyiz Felsefeci
'düşünce nedir' onu anlatıyor. Dışarda ise yağmur yağıyor. Benim içime yağan
düşünce yağmurundan habersiz anlatıyor işte. Pencerenin kenarında düşünüyorum
içimdeki bu karışıklığı. Ki sorular dışardaki yağmur damlaları gibi birbirini
kovalıyor. İçimi izler gibi izliyorum bahçedeki öğrencileri. Onlar ben ve
korumaya çalıştığım değerlerim; düşünceler yağmur. Nereye gitsem, kaçamıyorum...
O anı tekrar yaşıyorum sanki, ben bunları düşünürken bir damla daha intihar
ediyor, bir diğeri sevdiğine kavuşuyor, derken tam o anda garson kahvemi
getiriyor.
Malum çayın kalabalıkla arası iyi, kahve yalnızlık ister hikayemiz yalnız… Dar geliyor
her yer sanki, yeni yerler görmek istiyorum, yeni insanlar tanımak ama bu
ülkede değil. Bambaşka ülkeler görmek istiyorum. Garson kahvemi bırakıp giderken
damlalar acele ediyor intihar etmek için bense planlarımı gözden geçiriyorum;
Manhattan planlarımı derken şehirler sıralanıyor gözlerimde, okulumla
gidebilecek olduğum şehirler; Manhattan, Oslo, Paris, Roma, Venedik, Berlin,
Hamburg, Newyork ve Londra… Sahi gezer miyim tüm bu şehirleri? Bilmiyorum…
Aslına bakarsanız şu sıralar hiçbir şeyi bilmiyorum.
Bu sene Eylül farklı bi şehir getiriyor bana; bu sene Eylül
yarı İstanbul, yarı Konya… “Bu sene iki farklı şehir getiren Eylül seneye başka
ülkeler getirir mi acep?” diyorum kendi kendime.
Kimbilir gelecek Eylül nelere gebe?
Ben şimdiki Eylülü yaşamayı seçiyorum şimdilik, benim için
Eylül yılbaşı sanki, her şeyi akışına bırakmaya söz veriyorum bir kez daha,
kendime bunu sık sık yaparım.
Tüm bunlar arasında kahvem bitiyor ve hesabı ödeyip
çıkıyorum. Yol beni bekliyor bıraktığım yerde. Yağmuru da bıraktığım yerden
alıp bıraktığım yerden başlatıyorum yeniden müziğimi.. Unutmayın; yollar
bitmez, şarkılar bitmez, yağmur bitmez, akıldakiler bitmez…Şimdi Eylülün tadını çıkarmak mesele malum önümüz kış, habercidir Eylül, kışın habercisi. Oturakları, sokakları, ağaçları karlar örtmeden tadını çıkartmak gerek. Çabuk geçer Eylül ve bu mevsim, sonra bir bakmışsınız her yer "kar" olmuş.
Keyifli Eylüller
herkese, mutlu Eylüller.. Sağlıcakla Eylülcüler…