Çok değil bir salıncak kurmak isterdim göklere yakın
yerlerden uzak bir orman içine; bir yanı sonsuz mavi uçurum bir yanı yemyeşil
bahar ve sallanmak isterdim sadece, rüzgarın sesi bir de yaprak uğultularıyla
örtüşen dalgaların huzurlu sessizliğinde. İçimde sanki hep aynı şarkıyı çalan
bir laterna. Parçaları bir araya getirene kadar ne kadar eksik olduğunu
farketmiyorsun.
Ben edebiyat dersinden kalan bir şairin şiiriyim; bu kadar
işte, bu bu kadar. Edebiyatta matematikten daha fazla problem vardır. Ama siz
bunu göremezsiniz. Matematikte uzaklık salt bilmem kaç kilometredir, ölçülür
fakat o uzaklığın gönülde açtığı yolu sayılarla ifade edemezsin, kötüsü
kelimelerle de ifade edemezsin; bkz. bu çözümsüz bir problemdir. Kalk gel
diyemediğimiz, kalkıp gidemediğimiz, beklemek üzere kurulu dünyalarda yaşıyoruz
çoğumuz. Beklersek gelecek gibi, geçecek gibi, vuslat hep yakın gibi geliyor.
Sorsan hepten sabırsızız ama hepimiz sabırla bekliyoruz bütün imkansızlıkları.
Ben sizin bende görmek istediğiniz biçimlerin arasına
koyduğunuz mesafeyim. Bırakın uyuyayım bıktım kelimelerden. Gece görünenin
sonu, görünmeyenin başlangıcıdır çünkü. Bitiş ile başlangıç, yoklukla varlık,
ölümle doğum, veda ile bismillah, hepsi gecede saklı. Geceler bitti. Yolculuklar bitti. Yeni yerler,
yeni sabahlar bitti. Önceki haline döndü kalabalık. Sabahattin Ali'nin de
dediği gibi; içimde, bir yolculukta tanışıp alıştığım, fakat pek çabuk
ayrılmaya mecbur olduğum bir insana veda eder gibi bir his vardı.
Birisi
tarafından delice sevilmek size güç verir, birisini delice sevmek ise cesaret.
Aynı duayı birbirinden habersiz eden iki insan, er ya da geç birbirlerine
kavuşurlar. Tabi inandığımız masallarda. Ama yazgısını yaldızlı cokomel
kağıtları gibi tırnaklarıyla düzeltemiyor insan. Deniz çıkışıdır bir şehrin,
başka diyarlara açılan kapısıdır. Boğuluyorum bu zindanda. Götür beni Andre!
Kalbime tünemiş kuşlar uçuştu. Çünkü yüzümüzdeki tebessüm
içimizdeki gramafonun sesi. Siyah bir adam, mavi bir kadın severse kırmızı
olurlar; göğün ardı gibi, en derin okyanusların dibi gibi. Yüreğimde uçarı kuşlar gibi bir garip sızıyla karışık his. Bazı
hayaller naif olduğu hadar hüzünlüdür de, mesela bir fotoğraf hayali gibi
hüzünlü ve naif. Düşünsene ortak tek bir fotoğrafımız bile yok. Bugünlerde ben;
adsız bir özlemim, yağmur yemiş bir deniz gibiyim. Sabah uyanırken başlıyor, gece
uyurken yokluyor. Ne uyutuyor, ne terkediyor. Hangi sevdadan dem vurdun, ne
ektin göğsüme bilmem ki? Yüreğine, ömrümü eklemek için, boynumu büktüm, ömrümün
virgül'ü. Hangi bahar attı seni bu yüzyıla?
Nar çiçeklerini bilir misiniz? Dünyanın en güzel kokan çiçekleridir,
bana göre tabi. Her nar çiçeğinden bir nar oluşur -tabi bazıları da rüzgara
kapılıp savrulu gider kuruyarak ama konumuza bu noktadan değindirmek
istemediğim bir nokta bu- içinde milyonlarca tanesi; işte sevda da böyledir.
Bir çiçek tanesinden başlar filiz vermeye, sonra kocaman bir kapalı kutucuğa
dönüşür. Ne zaman ki açılır o kabukları işte o zaman gösterir anca içinde
biriktirip büyüttüğü o küçük taneleri. Tabiki her mevyenin her çiçeğin olduğu
nar çiçeklerinin de bir mevsimi ve bir ömrü vardır, bekledikleri bir iklim
vardır. Çünkü her daldan yalnızca bir defa nar çiçeği açar. Tıpkı nar çiçekleri
gibi, sığındığın gönül memleketindir ve her insanın ömrüne de yalnızca bir defa
açar nar çiçeği dalları gibi. Düşün ki onlarca insan var, yalnız birinin
penceresinde açıyor gönlün. Haritalardan bildiğim o şehirde bir yerde
açıyor, benim ömrümün de nar çiçeği.
Bir gün gelir de bir olursa evimizin penceresi ve kapısı, aynı
deftere yazılacaksa eğer alnımızın yazısı; işte o zaman bütün benliğimle
gözlerine bakacağım. Ve sana şunu fısıldayacağım; "Hoşgeldin
Sevdiceğim".
Zaten buradaydın, tam
sol yanımda. Hiç gitmedin fakat tekrar hoşgeldin. Gönlüme, yüreğime, sana
kurulu bu ömrüme. Hiç duymadığın kelimeleri sakladım sana, hiç koklamadığın
çiçekleri topladım. Dünyanın gönlünden sevgiyi kopartıp, bütün aşk hikayelerini
sana adadım. Bir gece çizdim ikimize, ay ve yıldızlardan komşular yaptım. Derin
bir sohbet de koydum masaya; merak etme, çayın altını da yaktım. O kadar çok
şey var ki sana biriktirdiğim şu küçücük kalbimde, o kadar büyük bir aşk var
ki; bütün avuçları toplasalar sığmaz. Tüm perdeleri kapatsalar yinede
saklanmaz. Ve tüm ateşleri yaksalar yüreğimin tam ortasında, inan bana,
içimdeki korların zerresini tutamaz.
Yüreğinin ellerinden tutunca, içimden nehirler gibi akmak
geliyor; yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor; buralardan böyle ceketsiz
kaçmak geliyor. Ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım; Sen yüreğimin
ellerinden tut. İçinden neler geçtiğini ve neler hissettiğini bilmiyorum ama
içimdeki evin bahçesinde ellerinle yaptığım kahveyi içiyoruz birbirimizi
izleyerek. Otursak şöyle bir akşam üzeri, bana hiç bilmediğim bir hikaye
anlatsan. Denizi ve ormanı, açlığı ve başkaldırmayı ayırmadın bırakılmış bir
köşebaşının en güzel tanımıdır adın.
Ah gönlümün deli çağı!
Ne mi kalır benden sana; ıhlamur kokan soluğuyla, perçemli
yeller kalır; hazır yoldaşın olmaya. Bana odanın ışığı kapalıymış gibi
hissettirme ne olur. Bir haziran sabahı olacaktır sonra üzülmüşlüğümüzün,
örselenmişliğimizin, aldanmışlığımızın ve mağlup oluşlarımızın sonu sıcak bir
haziran akşamı olacaktır ne varsa, ne yoksa özleme dair aşka, umuda, sevgiye,
insana dair hepsine ansızın kavuşulacaktır.
Şu sıralar tek hayalim; sessiz sedasız insandan uzak bir
deniz kıyısında, rüzgârla dövüşen dalgalar eşliğinde, bir hamağa uzanıp,
unutarak bütün sorumluluğumu, fütursuzca kitap okuyuşunu dinlemek sesinden,
kocaman yapraklar gölgesinde.
İçimi titreten bir cümle okudum kitapta; “Muhabbet etmeyi
çok sevdiğin biriyle artık iki kelime bile edememek de gurbettir” diyor.
Allah'ım esirgesin. Oysa başka bir masalda iltifat ediyordu bilmem kaç yaşındaki
bir adam senelerini verdiği kadına; “kıyamet kopsun, senin saçının teline zarar
gelmesin” sahi ne naif istek ama.
Sarıp sarmaladım en sevdiğim şarkıları, içimde
katlanan sevinçleri üzerime örttüm Sessiz gecelerce. Tüm kelimelerim anlam
kaybedip yeni bir boyut kazandı sözlüklerde. Gülümse; gamzeler açsın kalbimde,
adını duyduğum yerde bahardır mevsim, içime düşer cemre. Bu yüzyılın son
sevdası bizimkisi; uçuyorsa bin bir ötüşle göğsümüzün kuşları, denizler
üzerindense kanat çırpışları göğe, gülüyorsa gözlerimizde yüreğimiz; sevdamızdan.
Dünyadaki en güzel hissiyat şüpheden uzak bir sevgi ve yormadan, yorulmadan
anlaşabilme yetisidir. Duvarlar örseniz, o duvarları sevdiğiniz renge boyayacak
insanları sevin. Sahi ne güzeldi sevilmek, oysa ne kısaydı hayat. Hayat, elbet kısa siz uzun uzun gülümseyin.
Sağlıcakla...