Sessiz
çığlıklarımla çalkalanan körfezde yelken açıyor bir gemi. Gözden kaybolmadan kim
bilir hangi ağır kayıpları yüklemiş, düşünülüyor. Batmadan boğulmadan kaç şehir
gezmek gerekir üşüttüğünü bildin mi yalnızlığın da. Dolu dolu yaşamak mümkün mü
kalbiniz boşsa veya boğulmak derin sularda ve sonra unutmak. Diline düşen
sözcüklerin, tuşlara hükmüyle, ben de yerimi alırım. Bir köşe de bekleyen,
pabuçlarım, en sevdiğim giysilerim ve içi görünmeyen gülümsemem ile işte
buradayım.
Kimseler
görmesin beni bulutlar dokunabilir saçlarıma. Hayat yolunun engebelerine karşı
mırıldandığım gizli sözcüklerimi kimseler duymasa da ben size eşlik ederim. Bedenimde
bir erkeğin gücü ile bir kadının zerafeti bütünleşsin yeri geldi mi talan etsin
derinlerdeki karmaşayı ve sizinle yumruk yumruğa kavga etsin bulmak için
gerçeği, yeri geldi mi dinginlikle baksın gözlerinize. Ümit vaat eden tılsımlı
cümleler zinciriyle hemen yanınızdayım. Do ile ağlar, re ile gülerim belki ama
sekiz ses güzeliyle size refakat ederim. Yosunlarından kurtulmaya çalışan şu
deniz dibi kayalara benzetiyorum kendimi ve sizi. Yüzlerimiz denize dönüktür
bizim.
Dinleyerek
okumak, dinlenerek çalışmak gibi bir deniz kıyısında; okudukça okuyasın
durdukça çalışasın geliyor. Kahvenin kokusuna karışan duygular, buharla bir
olup ezgilerde dans ediyor, görün. Bir ben gerek, her defasında yeniden
doğuyor. Gözlerimde; orada yepyeni bir ben, bulunmayan bir kitapta hikayenin
içinde bambaşka bir şarkıyla durmadan dans ediyor. Çünkü makamına göre
ayarlarım adımlarımı. Ara nağmeler de hafifçe anılsa da eskiler, taksimler de
can bulur yüreğim. Gülerim.
Notalarınızla
tasvir ederken sevdalarınızı dans eder, bahar olur, çiçekler açarım. Her bakışı
yakalar, rakkaseye yakışan arz-ı endam ile yansıyarak geri dönerim ve savrulan
eteklerimle, gam-ı uzak ederim. Asıl gerçeğimiz hiç söylemediklerimizde, neden
hep gecikiyoruz birbirimize. Aynaları kıralım önce kendimize katlanmayı
öğrenelim, sonra geç kalmayız ve yalan söylemeyiz birbirimize. Hüzzam
makamlarının burukluğunu yaşatmayın yüreğinize, rast makamının doğruluğunda,
ara taksimlerle süzüldüğü an da hicazkâr makamına, zarafetimle göz doldurur,
sizi gülümsetirim.
Sözcüklerimiz
ve tereddütlerimiz ve kırık, örselenmiş yüreklerimizle hayatın bize verdiği
kronik ağrıdan sıyrılma çabasında ki körpe kalplerimizle yorgun gecelerin ucuna
bağlanan yeni umutlarımızla beşikten tabuta sürecek bir dans. Nağmelerin ipeksi
akışkanlığında, bu yolculukta sizin ezgilerinizle süzülür, ağır-aksak
yekinmelerle hep yanı başınızda olurum. Siz yeter ki nefesinizle ve dokunuşunuzla
hayat verin notalarıma.
Benim
hayatımsa bu; siz sadece müziği çalarsınız, ben hepimiz için dans ederim.
Dansın
sonunda ayağımıza basanları affedebilecek miyiz veya ayağına bastıklarımızdan
özür dileyebilecek miyiz? Bırakın bu beylik lafları.
Şimdi kendinize bir iyilik yapın:
DANS
EDİN!
Sanki
seni hiç kimse izlemiyormuş gibi.
SEVİN!
Sanki
önceden hiç incinmemiş gibi.
VE
AVAZINIZIN ÇIKTIĞI KADAR BAĞIRARAK ŞARKI SÖYLEYİN!
Çünkü
dünya böyle daha güzel.
Siz
müzik olun, ben dans ederim!
Müzik
yapmak, yazılar yazmak ve dans etmek. Sanki Tanrı bunun için yaratmış bizi, duygularımızı
akıttığımız bir deniz gibi her şey, o derece uzuyor gök yüzüne.
Müzik
yapmak, Andre. Parmaklarımın bana verdiği duygular gibi. Sanki içimden değil de parmaklarımdan
akıtıyorum, yok ediyorum dünyanın tüm kötülüklerini.
Yazılar
yazmak, Andre. İçimden çıkan bir kişinin dışa vurumu gibi değil mi? Değil mi,
bir hikayeyi kafamızda canlandırdığımız, onu yaşattığımız için mutluyuz?
Peki
dans etmek, Andre? Ayıp değil, çırıl çıplak dans etmek. Bacaklarını sergilemek
veya kalçalarını oynatmak. Tanrı var mı Andre? Olmasaydı, nasıl bu kadar
güzelleşirdi bedenin? Kalk Andre! Güzelleştirilmesi gereken bir dünya var ve
bizler buna neden olmalıyız. Sen müzik yap mesela, ben dans edeyim ve
izleyenler de bunu yazıya döksün...
Resmini
çizsinler bu sonsuz anın;
Ve
ilk defa mutlu olsun çocuklar…