Kendini kandırdıkça hep gökyüzüne bak. Savrulduğun her
yerden eksilerek çıktın, olsun bu da senin rüzgarınmış. Bir boşluk kalıyor her
şeyden sonra geriye. Bazen bu durum hissettiriyor kendini ama bir süre sonra
onunla yaşamaya alışıyorsun. Ama üzüntü demek; gece gündüz, uykuda olsun,
uyanık olsun, vücuduna saplanmış bir oku taşımak demek. Çekilir şey değil bu. Derdini
kendine bile anlatamayan insanken sana nasıl anlatayım? Yeni insanları tanımak
bana zor geliyor. Bir sürü düğüm çözmek zorundasın.
Sanki tam güzel şeyler olacakmış gibi daha sonra da
olmayacakmış gibi, olmayacakken oluyormuş gibi, sonra kesin olmayacak gibi. Teorisi
güzel pratiği mümkün ama işte cesaretli olmak zor ya hep ondan oluyor bu
çetrefilli durumlar. Delirdik. Gri, mutsuz, günlerin birbirini tekrar ettiği
bir hayattan daha fena ne olabilir ki? O kırılma noktasını hatırlıyor musunuz?
İçinizden sert bir küfür savurarak hiçbir şeyin düzelmeyeceğini anladığınız o
en çirkin anı. Sinek kuşu gibisin. Dışarı çıkmak için hep aynı pencereye
çarpıyorsun. Gariptir ki pencerenin camı da umudun da hiç kırılmıyor.
"Neyse"ler birikmiş içimize. Sanki o evde yaşıyor hala anılarımız.
Bazı anlar olur hani, ne yapsan az, nerde dursan fazla gelir.
İçinde nolup bittiğini sen bile anlamazsın. Böyle gecelerde beni hatırla. Her
yerden gidip, her yere gidebiliyorum ama insanın kendinden gidemeyişine ve
kendine gelemeyişine çok kırgınım. Bulunduğum yeri yadırgamamayı öğrendim;
düşen düştüğü yere, giden gittiği yere, kalan da kaldığı yere alışıyor. Çok
rüzgarlı konular, hep içime esiyor. Sahi ben eskiden bir rüzgarı sevmiştim,
esti, dindi. Kim bekler gelmediğin yolu?
Kabullenirsin hatalarını yüzleşirsin geçmişin hayaliyle ve
pişmanlıklarını geride bırakmak için yeniden bir yol çizmeye çalışırsın kendine
peşini asla bırakmayacak olan keşkelerle birlikte. Aşk umudun kardeşidir derler
bir umut düşer sonu görünmeyen yollara.
Nereye varacağını bilmesen de içinde bir umut yürürsün, yürürsün
tüm karşı çıkanlara rağmen onlara inat dimdik tutarsın başını, bakarsın
gözlerinin içine, umursamazsın karanlık bakışları, korkmadan yürürsün umutlara doğru
ama bazen sevdalık sen gülerken bir başkasının ağlamasıdır, çünkü aşk dünyanın
en tatlı mutluluğu ile en derin acısından yaratılmıştır ve bazen zaman iyi
etmez her yarayı gidenlerin acısı zulümdür hep kalanların yüreğinde.
Kader o ya en çok sevdiklerin deşer yüreğindeki dermansız
yarayı, yine de yaşamaya çalışırsın, gömersin kalbine geçmişin acılarını.
Tutunursun hayata her gün yeni bir umuttur geride kalanlar
için ve yaraları sarmak için yeni bir başlangıç, yine de acılar durur olduğu
yerde görmek istesek de istemezsek de ama sevdalık böyle bir şeydir işte en
çaresiz anında öyle güvenilir bir el uzanır ki ruhuna tutup yürümek yakışır
sevdalılara. Aşk hevesin geçene kadardır, sevda nefesin yetene kadar. Bu
arada "sevdiceğim” kelimesi “sevdiğim” ve “seveceğim” kelimelerinin
birleşimidir. İnsan en deli çağlarında kadere meydan okuyabileceği sanrısına
kapılıyor elbet.
İnsanın içi sızlar mı hiç, bildiğimiz içi? Sızlıyor işte. Yanarım
ay ışığında her gece, bundandır sabahları ürküten beyazlığım. Size de olmuyor
mu; bazen sanki bu dünyaya ait değil gibi bir his? Ayrı galaksiye çıkmak
istiyorum. Bir ada düşün kıyıya uzak ama görünüyor, koymuşsun kafaya
gideceksin. Başlıyorsun yüzmeye, sona yaklaşmışsın da annen çağırmış gibi bir şey.
Harry Potter’da ilk filmden son filmine kadar sevdiğim iki karakter vardı; biri
Severus Snape, biri Sirius Black idi. Orda bile ikisi de öldü. Öyle bir şans
işte bendeki.
Eğer biri size değer veriyorsa çok rica ediyorum suyunu
çıkarmayın, karşınızdaki de insan. Hiç o işlere kalkışmayın, kimse sizin
nevrotik hareketlerinizi çekmek zorunda değil unutmayın. Haydin sağlıcakla.
Evapsie !