Biz çocukken her şey gibi farklı anlamları vardı Eylül'ün.
Sahi ne güzel bizim çocukluğumuz. Şimdilerde ölmeye yüz tutmuş çocukluklara
inat çocukluk gibi çocukluktu. Kıpır kıpır hareketli, tek dünyası bilgisayardan
yada telefondan ibaret olmayan çocuklardık biz. Güzel eylülleri vardı
çocukluğumuzun biraz hüzünlü biraz buruk. Eskiden geldi mi eylül anlardık ki
annelerimizin telaşından kış kapıyı çalmaya yakın, okular kapı önünde
halihazır.
Eylül hazırlık ayıydı biler için ve yazın bittiğinin kötü habercisi.
Öyle ya çocuktuk hayattaki en büyük düşüncemiz ve eğlencemiz gündüzleri
mahallenin sokaklarında maç yapmak, misket oynamak birbirimizi kovalayarak
koşuşturmak, akşamları sobanın kenarına sinip televizyonun karşısında
uyuyakalmaktı, bundandı eylüle nefretimiz. Geldi mi tüm özgürlüğümüzü alırdı
elimizden. Ben hiçbir zaman okulu öyle aman aman çok seven bir çocuk olmadım,
nefret de etmezdim ama olmasa da olurdu.
Eylül geldi mi tatlı bi telaş belirirdi evlerimizde; kışlık
hazırlıklar başlardı, bir kaç ev bir araya gelir yufka yaparlardı, bu sanırım
bi tek bizim yöreye özgü bişey değil her yörede adı farklı ama çocuklar için
bayram neşesinde bir etkinlik, etkinlik diyorum çünkü şimdiki çocuklar bundan
bihaber. Yufka hazırlığı da ayrı güzeldi, sacdan sobalar kurulur, babalara kilo
kilo unlar aldırılırdı. Annelerin biri hamura, biri yufka açmaya, biri
pişirmeye bi diğeri kesmeye otururdu; bizlerse ortalıkta payımıza düşeni ne
zaman yiyeceğiz diye düşünürken oyuna dalardık.
Bir de bizim oranın insanı başkadır; mesela sabah işe
giderken "güle güle" demez, "insana rast gelesin" der
annem. İyidir annem. Bizim çocukluğumuzda misafir odalarımız vardı mesela,
misafir odasına girmek şimdiki Beyazsaray'a girmekten daha zor ve gizemliydi.
Annem mis gibi tarhana yapardı, tarhanayı misafir odasına sererdi, oda mis gibi
tarhana kokusuyla dolar, annem kontrol için kapısını açtığında eve mis gibi
taze tarhana kokusu yayılırdı. Çocukluğumun en sevdiğim kokularındandı. Şimdiki
çocuklara bunlar çok uzak. Ne acı.
Eskiden bi tatlı telaşı, bi tatlı hüznü vardı eylülerin,
şimdi sadece hüznü kaldı. Artık veda anlamına geldiğinde eylüller anladım
büyüdüğümü, buruk bir sevgiyle sevmeye başladığımda eylülü kabullendim
büyüdüğümü. Evet; her eylül vedadır biraz; biraz hüzün, biraz acı; her eylül
kopuştur biraz kendinden, biraz hayattan. Ve şimdi biraz daha gitmek eylül, uzaklara...
"Sessizlik huzur vermeye başladığında yaşlanmağa
başlamış olacaksın" demişti annem. Bu kadar erken olabileceğini tahmin
etmemiştim.
Merhem kullanmamam yaralarım olmadığı anlamına gelmez. İnsanın
gözlerine otururmuş acı. Bir insanın mutluluğu gülümseyişinden belli olur
zaten, öyle içten öyle samimi olur. Kahkahası bol olan insanların gözlerine iyi
bakın onların ki gözleri mezarlık gibidir. Sanki herkes tek tek gidecekmiş, ben
bekleyecekmişim gibi. Sanki yıllardır uzaktayım ben. Acıya alışmış kişiye bahtiyarlık güneşinin, ışıklarını
kısa bir an göstererek sonra yine onu karanlığa boğmasında sanki ne mânâ vardı?
Düşün ki tepeden tırnağa dertsin ve insanlar sana gelip "Dur orada, bana
derman olacak endâm görüyorum sende" desin.
Delirmekle sakinleşmek arasında gidip geliyorum sürekli.
Kafamın içinde tanımadığım insanlar konuşuyor. Çöller, deryalar taşıyor gönlüm.
İçimde biriken hislerin birden bire patlayarak beni zerreler halinde
dağıtacağından korkuyorum. Kaçıp gitmek istediğim çok zaman oldu. Mesela
bulutlara da dokunmak istiyorum ama elimde değil. Daha iyi, daha aydınlık bir
yere varılacağına inanılmadan nasıl olur da bu yol yürünür
Gökyüzü, üç beş bulut, akşam garipliği.. Başka nemiz kaldı
ki şu yalan dünyada?
Bir yüreğiniz vardı, onu hatırlayınız. Yüreğinizi
kollayınız, ölmeden çürüyorsunuz bayım. Ve göğsünde papatya kokusu taşıyan
kadınları sevin, onlar hep çocuk kalır.