14 Mayıs 2013 Salı

Yaşamın Ucundaki Kadın: Tezer Özlü

            Herkesin bir duvarı vardır, ardında durduğunda kendini güvende hissettiği. Kaçarken sığındığı, bulunmak istediğinde bir adım öne çıktığı. Yaşamın ve insanların verdiği tedirginlikle, korkularıyla birlikte arkasına sığındıkları o duvar onları ne kadar korur bilinmez; bilinmez ama yine de o duvara saklanmak güzeldir, güzel gelir… Belki de bu yüzden bazıları o duvarın ardına saklanmak yerine içine hapseder kendini. Her yere kendisiyle birlikte taşır duvarını da. Haçını taşıyan İsa gibidir, çektiği acıyı, gelecek olan mutlulukla perdeler.
Tezer Özlü, varoluşunun herhangi bir zamanında, kendisini içine hapsettiği gizli duvarıyla birlikte yaşamın ucuna doğru bir yolculuğa çıkıyor. İçindeki acıları, ruhundaki uyumsuzluğu azaltabilmek adına yaşamın anlamını bulmaya çabalıyor.
" Her gidiş, her yolculuk, kendi 'beninin' bilinmeyenine doğru, bilmek için bir iniştir."
 Derken, bu inişte Pavese ile birlikte Kafka ve Svevo'nun izini sürüyor. Kendisiyle ve yaşamla hesaplaşırken, onlarla da yüzleşiyor.
18 şubat 1986’da, 43 yaşında kaybetmiş olduğumuz Tezer Özlü; kendi olmanın, aklını ve bedenini özgürleştirmenin yolunu aradı tüm yaşamı boyunca. Toplum çürümüşlüğünü ve iki yüzlülüğünü, kişinin kendine dahi söylemeye cesaret edemediği bazı gerçekleri yazılarında haykırdı. Aklın ve ölümün peşinden kucağındaki kocaman sözcüklerle koştu. Yaşamın anlatıldığı ve öğretildiği gibi ilerlerde –başka bir dünyada- değil , yaşanan her anda olduğunu yazdı. Aklın ve yaşamın sınırlarını zorlayan bir yolculuğun tanığı oldu. Yaşadığımız dünyanın gerçeği baş etmenin kolay yolunu bulan, gerçeği yok sayarak yalan bir dünyada yaşamayı tercih edenler, onun bütün bu koşuşlarında, kaleminden dökülenlerden bulaşıcı bir hastalık gibi uzak durdu.
Sizlere önce hayatından bir özet sunmak istiyorum. Yazarımız Simav'da doğdu. Çocukluğu anne babasının görev yaptığı Simav, Ödemiş ve Gerede'de geçti. İstanbul'a on yaşındayken geldi. 1961'de yurt dışına çıktı. Önce Paris’te bulundu: Kule (Eyfel), soğuk, ihtişam.  Sonra hayallerimin şehri Ankara'ya yerleşti: Köprü, tiyatro, güneş, mutluluk.  Bu dönemde Özlü Almanca çevirmen. Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle kesintili olarak 1967 - 1972 yılları arasında farklı hastanelerin psikiyatri kliniklerinde kaldı İstanbul'da: Bulut, deniz, yağmur.
Gittiği birkaç yerden sonra 1984'te Zürih'e yerleşti: Akçaağaç, kutup ayıları, şelale (Niagara). Göğüs kanseri nedeniyle 1986'nın 18 Şubat'ında burada öldü. Şimdilerde Aşiyan Mezarlığı'nda. Boğazın kıyısında. Bir kız çocuğuna anne. Özlü, Yol filminin çekimi döneminde yaşananları anlattığı filmde Yelda Reynaud tarafından canlandırıldı. Birde benim ilginç ve dikkat çekici bulduğum bir eylemi gerçekleştirdi;  1962 - 1963 yıllarında otostopla Avrupa'yı gezdi. Görünür, bilinir hayatı bundan ibaret.
Eserlerinden bahsedecek olursak; çok fazla eseri var denemez yazarımız için. Toplam yedi adet eser kaleme almış. Bunlardan ilki 1978’de kaleme aldığı 1963′ten itibaren dergilerde yayımlanan öykülerinden oluşan “Eski Bahçe”. Çocukluğundan başlayarak yaşadıklarını ve klinikte kaldığı bu dönemleri 1980’de ilk romanı “Çocukluğun Soğuk Geceleri” kitabında yazdı. Kendisini derinden etkilemiş üç yazar olan Svevo, Kafka ve Pavese’nin izinden giderek yazdığı ikinci romanı 1983′te “Auf den Spuren eines Selbstmords (Bir İntiharın İzinde)” adıyla yayımlandı.
1983 Marburg Yazın Ödülü’nü kazanan kitap, yazar tarfından “Yaşamın Ucuna Yolculuk” adıyla Türkçe olarak bir anlamda yeniden yazıldı ve bu haliyle 1984′te basıldı. İlk öykü kitabı “Eski Bahçe” ölümünün ardından, daha sonra yazdığı öykülerle birlikte “Eski Bahçe – Eski Sevgi” 1987′de okurla buluştu. Günce ve anlatılarından bazı parçalar ise “Kalanlar” (1990) adlı küçük bir kitapçıkta bir araya getirildi. Özlü’nün yayımlanmamış senaryosu “Zaman Dışı Yaşam”da 1993′ten itibaren yazarın tüm yapıtlarını yayımlayan YKY tarafından basıldı. Bu seride, yazarın dostu Leyla Erbil’e yazdığı mektuplardan oluşan “Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar (1995)” da bulunmakta.
Yazarla ortak bir özelliğimizi keşfettim:  Yaşamın onun için tek anlamı vardır: Gitmek!
"Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. Kentlere gitmek, kocalara gitmek, geri dönmek, ülkelere gitmek, tımarhaneye gitmek, gene gitmek, gene gelmek, hiçbir şey yıldırmayacak beni. Yaşamı "gitmek" olarak algılıyorum."
Gitmek bazen intiharla eş anlamlıdır. Özlü, 18 yaşından itibaren kaç kez denemiştir bunu. Aklın sınırlarını zorlayarak,akıldan öte bir başka boyutun derinlerine varmak istemiştir hep. Akıl ve delilik arasındaki o ince çizgide gidip gelirken, kendi sınırlarının dışına taşan bu yolculukta, bir başınalığını derinden duyumsamanın keyfini de sürmüştür.
Kafka'nın, Svevo'nun mezarları başında onlarla konuşur Tezer Özlü. Pavese'nin intihar ettiği otelde, Otel Roma'nın 305 nolu odasında geçmişten kalan o ölüm ve intihar kokusunu duymak ister. O anı yaşar kendi içinde.
"Orada yalnızlık, en büyük yalnızlık içinde yitiyor. Hiçlikte."
 diye düşünür. Kitabını Pavese'nin
 "Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi?"
sorusu ile noktalar.
Edebiyatımızın mahzun prensesi olarak anılan Tezer Özlü, 9 Eylülde Pavese ile aynı günde doğar.Henüz küçük bir çocukken bile içinde duyduğu "gitmek" arzusuyla ablası Sezer'le birlikte dünyanın ne kadar büyük olduğunu görmek için yaşadığı kentin sonuna kadar yürür. Dünya şimdilik onun bilemeyeceği kadar büyüktür. Oysa çok yakın bir gelecekte dünyanın sadece bir "hiç" olduğunu düşünecektir Tezer.
Öğretmen bir anne ve babanın üç çocuğundan en küçüğüdür. Anadolu'da geçen bir çocukluktan sonra annesinin tayini ile İstanbul'a gelirler. İlk okuldan sonra ablası ile Avusturya Kız Lisesi St. Georg'a devam eder.Lise yıllarında okulun gönderdiği kampla Viyana'yı görür. Ertesi yıl Almanya ve Hollanda'yı. Son sınıfta okulu bırakarak Almanya'ya oradan da Paris'e geçer. Burada Adalet Ağaoğlu'nun kardeşi Güner Sümer'le tanışır ve aşık olur. Evlenirler. Oysa Tezer, aradığını bulamamıştır bu evlilikte. Ayrıca ruh sağlığı da iyice bozulmuştur. Manik-depresif tanısıyla akıl hastanesinde tedaviye alınır. Oldukça sancılı geçen bir süreç başlar böylelikle. Hastaneden çıktığında pek çok şey yitirdiğinin farkındadır.
Anılarından yola çıkarak yazdığı "Çocukluğun Soğuk Geceleri " tam bir sessiz çığlık gibidir. Burada yaşam ve ölüm olarak çıkar karşımıza. Ve şöyle der:
"Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeye iten bir kaygı. Karanlık bir gecenin geç vaktinde kalkıyorum. Herkes her geceki uykusunu uyuyor. Ev soğuk. Çok sessiz davranmaya özen gösteriyorum. Günlerdir biriktirdiğim ilaçları avuç avuç yutuyorum. Kusmamak için üzerine reçelli ekmek yiyorum. Genç bir kızım. Ölü gövdemin güzel gözükmesi için gün boyu hazırlık yapıyorum. Sanki güzel ölü bir gövdeyle öç almak istediğim insanlar var."
Evet, öç almak istediği insanlar vardır Tezer'in. Özgürlüğünü baskı altına alarak doyasıya yaşamasına izin vermeyenleredir tepkisi. Kurallaradır. Onların küçük dünyalarınadır...Çocukluğunda acı çekmeye, farklılığını keşfetmeye başlayan Tezer'i tanırız bu kitabında.
Tezer Özlü ikinci evliliğini sinemacı Erden Kıral'la yapar.Nihayet aradığı mutluluğu yakalamıştır. Bir kızı olur. Yıllardır yazdığı ve dergilerde yayınlanan öykülerini "Eski Bahçe" adı altında toplayarak yayınlatır. 1981 de sanatçı bursu alarak kızıyla birlikte Almanya'ya gider. Artık Almanca düşünüp yazıyordur. "Bir İntiharın İzinde" yi bu arada yazarak yayınlatır.
Ferit Edgü'nün "Hakkari'de Bir Mevsim" romanından Erden Kıral'ın çektiği film, Tezer'in gayreti ile Berlin Film Festivaline sokulur ve Gümüş Ayı ödülünü alır.
Tezer Özlü yaşadığı bu uzak kentte yeniden aşık olacaktır. Kendinden on yaş genç olan Hans Peter Martin'le evlenmek için Erden'den ayrılması hayli sorunlu olur. Evlilik içinse Türkiye'de akıl almaz bürokratik engeller çıkar. Sonunda İsviçre'de evlenir sevdiği adamla.
Bir sabah göğsünde yumrular fark ettiğinde artık çok fazla vakti kalmamıştır Tezer'in. Oysa henüz çok gençtir ve yazacak çok şeyleri vardır önünde. Belki de yaşanacak başka aşklar, gidilecek başka kentler vardır...
25 Şubat 1986 da Aşiyan'da toprağa verildiğinde 43 yaşındadır. Ve yaşam, Pavese'nin dediği gibi, yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız bir hiçtir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder