17 Haziran 2013 Pazartesi

Miyelinli Aksonlar

Seyahat yalnızlığın harcı, çoğulluktan kaçış, tekilliğe sığınış. Söylenen her söze inat, suskun kalınan her geceye bir yenisini ekleyerek yaşamak. Hiçbir düşünceye kapılmadan öylece yürümek ve yolların sonunun geleceğini bilmemek insanı mutlu eder mi?
Kelimelerimin kanatları kırık, ne kadar uğraşsam da yüksekten uçamazlar. Fakat biliyorum ki sen hayallerinle onların kanatları olacaksın. Sandın ki sen, ben seni hiç sevmiyorum. Oysa sen benim uykusuz gecelerimin anlamıydın, dile gelmeyen yanımın saflığıydın, benim parçalarımı toplayandın.
Öyle bir an olur ki.
Bütün bir hayatını, saniyeler içinde, film şeridi gibi gözlerinin önünden geçirirsin. Yaşanmış güzel hatıraların üzerinden çok zaman geçse de unutulmaz olduğunu bilirsin. Hatta unutulmadığı gibi gün geçtikçe izleri derinleşir, efsaneleşir. İnsanlar, eşyalar, şehirler, renkler, kokular. Hepsinin ayrı bir yeri vardır zihinlerimizde ve her biri ayrı bir hikâyeye taşır.
Kokular hatıralarımızın da kahramanıdır. Hatıraların kokusu bize insan olduğumuzu hissettirir. Bir kişiye aitse eğer hafızada kalan, onun yokluğunda can acıtan, burun direğini sızlatan şeydir... O kokuyu duymak onun yakınlarda bir yerlerde olduğunu hissettirir, sanki ''buradaymış'' gibi düşünmeye sebep olup aklınıza oyun oynar, tehlikelidir... Acıtır...
Yıkıntılardan yeniden inşa etmeye çalıştığın dünyanda, gözün takılır farkında olmadan yosun tutmuş taşlara. Her ne kadar unuttum dese de dilin, beynini resetleyemediğin için silinemeyen bir virüs gibi çıkagelir önüne. Lakin yara, müzmin bir kabuk bağlamıştır kadife teninde. Eskisi kadar acıtmaz canını. Buğulu cama bir yürek çizersin ve şöyle dersin; ihanet kasırgasında rotasız ne ilk, nede son gemisin sen.
Şükürler olsun ki hayal edebiliyor ve hatırlıyoruz.
Hani gözlerinizi kapatırsınız ve şuan içinde bulunduğunuz dünyadan çok çok uzaklara gidersiniz. Aklınıza takılan her şeyi; sıkıntıları, kırgınlıkları, sorunları unutuverirsiniz. Gözlerinizi kapadığınızda önünüzde bambaşka bir dünya açılır. Sanki elinizde bir fırça vardır ve binbir çeşit boya ile şekillendirirsiniz. Ağaçlar çizersiniz, gözünüzün gördüğü son noktaya kadar uzanan dağlar, yanıbaşınızdan akan bir dere ve gülümseyerek içinizi ısıtan bir güneş. Hepsi sizin elinizdeki fırça ile şekillenir. Çizdiğiniz tablonun orta yerine kendinizi koyarsınız. Gözlerinizi kapadığınızda unutursunuz her şeyi ve sadece hayalleriniz kalır. Çünkü gözlerinizi kapadığınızda Hayal Dünyası’na adım atarsınız.
İnsanlara bişey anlatmaya çalışmak, buğulu cama yazı yazmaya benziyor. Binbir özenle yazıyorsun, gün gibi görünüyor derdin, yazdıkların; ama silinip gidiyor işte. Köleler efendilerinden nefret etmektense özgür ruhlu kölelerden nefret etmeyi tercih ederler. Böylesi onlara daha kolay gelir. Ki efendilerinin gözüne gelme çabaları da vardır bununla. Konu bu olunca öyle kolay birleşirler ki şaşarsın.
Üç sütun üstüne kapkara haykıran putonlarla yalnız neslin haberleri yapılıyor; öyle büyümüş ki içimizdeki yalnızlık, sevilmeyi beklerken beklemeyi sevmişiz.

Nöronlar uyanacak da, beyni uyaracak da selebral kortexin frantal lobundaki miyelin kaplı aksonlar kalbe ulaşacak da sevmek zor iş. Çay var mı çay?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder