23 Nisan 2013 Salı

Ayrı Gezegene Çıkmak İsterken Uzay Boşluğunda Asılı Kalan İnsan


Üstümde tuhaf, sis gibi bir endişe var. Tarif edemiyorum tam olarak ama endişe olsa gerek. En azından içinde endişe barındırdığından eminim. Ve nedensizce kasılıyorum, kaskatıyım sanki, ölmüşüm de bedenim katılaşmaya başlamış gibi. Konuşamıyorum, suskunum, konuşamadıkça daha sıkıcı bir hal alıyorum. Yazabiliyorum bak ama konuşamıyorum işte. Konu ne kadar ilginç olursa olsun aklıma konuyla ilgili en ufak bir kelime bile gelmiyor. Zar zor kurabildiğim cümlelerin başıyla sonu 2 farklı konuya ait. Yüklemlerim yarım yamalak, çekim eklerimda ünlü uyuşmazlıkları var. Çoraplarım beyaz kedi tüyü, onlar güzel. Ama işte damarlarım yoğun, nöronlarım serotoninsiz, sırtımdan aşağı doğru omurga kemiği üzerinden neşter kesiği istiyorum. Kendimi kendimden çıkartabilsem ara sıra... Otomatik pilotuma boyun eğdim, olur da düşersem suçu ona atacağım. Böyle de sorumluluktan uzak biriyim bu ara. Doğru olmaya çalışmaktan kaçındıkça doğru olmaya çalışmamı gerektirecek ironik durumların içine atıyorum kendimi. Yokuş aşağı yalpur yulpur koşarken kendime çelme takıyor, sonra da düşmemeye çalışıyorum. Evet, tam omurga üzerinden kesin, çatala kadar. Gerisi çekince gelir. Yorgunum hafiften, ağrıyorum. Ne olur sabah tüm müdahalelere rağmen uyandırılamasam?
Yüreğinin götürdüğü yerde kırılıyorsun; aklının götürdüğü yerde yanılıyorsun. Yüreğin aklına, aklın yüreğine uymadığı zamansa darılıyorsun. Sonra ne akıl kalıyor insanda ne de yürek; işin içinden çıkamıyorsun.Ne beklediğini bilerek ama beklemeden yaşayacaksın. En çok beklediğinin, gelse bile bir gün; hiç bir zaman beklediğin anlamda gelmeyeceğini bilerek. Keşke bi yolu olsa da anlatabilsem içimdekileri, anlatması zor sevinçlerimi, kederlerimi. Biri kocaman dinlese beni susmama izin vermeden. Yorgun susmuşluklarım var benim sadece. İstesemde yorgunum gitmelerin tümüne.
Yeterince tanımıyorsak belki.. İnsanları pencereden izlemeyi severim. Yalnızlığım içime dokundu. Bir insanı gerçekten sevmek mümkün mü?
Gönlüm dilime kırgın, dilim gönlüme.. Gönlüm duygularını anlatmadığı için kızarken dilime, dilim anlatamayacağı şeyleri düşündüğü için kızıyor gönlüme.Aşk kadına yakışır, sevmek adama. Birde ellerim üşür. Her ne kadar yüreğim sıcak olsa da. Gönlüm dünyanın sıcaklığından dem vursa da. Soğuk bir dünyada olduğuma tanıktır ellerim. Seni saklayacağım inan. Yazdıklarımda, çizdiklerimde. Şarkılarımda, sözlerimde.
Akşam çöküyor İstanbuluma; akşamın ve şehrin bu sessizliğine inat nispet edercesine içimden, ta gönlümden yükselen çayımın buğusundan başka bir de anlayamadığım bir müzik varki iki gözüm sorma gitsin.
Aşk dediğin çelişkiler cumhuriyeti. Saatlerce konuştuğun değil birlikte sustuğun insana aşık olurken, birlikte susmaktan korktuğun kişiye zaten aşıksındır. Yanında saçmalayabileceğin yada çocuklaşabileceğin insan istersin, halbuki yanında değil birlikte saçmalayacağın yada birlikte çocuklaşacağın insandır gönül tahtına oturan her zaman. Kısaca bunlar karışık mevzuatlar.
Odanın içinde, varlığına yıllardır aşina olduğun bir eşya gibi sessizce kaybolarak seni izlemek ve başının üzerinden sonsuzluğa akıp giden düş bulutlarında şekillenen her sözü, yüreğimde senin için büyüttüğüm şiire mısra yapıp eklemekti seni sevmek. Yalnızlık doldurmuş dünyayı. Oysa sevmek güzel şey, ümitli şey, umutlu şey. Fakat malum yaşam telaşı; herkes birilerine bi'şeyleri hatırlatmakla olasıya meşgul şu hayatta.
Üniversite sınavına girecek öğrencinin aşık olmaya falan hakkı yoktur arkadaşım. Gitsin dersine çalışsın o. Sınavda integralın türevle aşkını soruyorlar bize Leyla ile Mecnununkini değil. Hayır okul dersleri, sınavları, YGS- LYS yetmemiş gitmiş bi de aşkı çıkarmış. Vallahi bravo büyük başarı.
Zaten sınav demişken unutmadan sen bi edebiyat severi tutar sayısalcı yaparsan sadece dışı sayısalcı olur; içindeki edebiyatı da edebiyatçıyı da öldüremezsin. Sonra da tutar matematikten değil matematiği bulan adamdan nefret eder. Oysa biz Divan Edebiyatı yada Halk Edebiyatıyla çok mutlu olabilirdik. Yahut ünlü düşmesi veya ünsüz türemesiyle mutlu bi beraberliğimiz de olabilirdi. Halbuki mevzu ne türev, ne integraldi; sevemedim gitti şu trigonometriyi.
Ve en son, herşey geçtikten sonra elimizde şarkılar, kitaplar ve bir bardak demli çayımız kalır. Şimdi otur biraz konuşalım iki gözüm. Muhabbetin içinden kuşlar geçsin. Zeki Müren olsun, yağmur olsun, uzaklar olsun ve birde kitap kokuları olsun.
İçimizde kitaplar birikiyor, tiyatro oyunları gösteriliyor, şarkılar söyleniyor; bizse okuduğumuz kitaplarda, aslında kendimize rastladığımızı sandığımız yerlerin altını çiziyoruz.. Fosforlu bir sevinçle..
Umutsuzluk ve hüzün ne zaman arkadaş olup gelse ziyaretime, bir ayetin sureti geçti aklımdan ve hep yeniden umut fısıldadı yüreğime: “Ümitsizliğe kapılanlardan olma..”
Sen de çayı çok seversin ben gibi, yağmuru da ben sen gibi. Yağmur yüreklim, sensiz çay ısıtmıyor içimi. Bilmiyorsun ki...Gelecektin gelmez oldun. Sen çayı seversin iki gözüm, çay demledim sıcacık; ellerini, yüzünü, yüreğini al da gel içelim..
Ne güzel şey hatırlamak seni, yazmak sana dair, sonra sırtüstü yatıp seni düşünmek. "Hayırlısı" demek gönül rahatlığıdır iki gözüm; başımıza gelen her şeye selam olsun.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder