9 Mart 2014 Pazar

Düşünen Son Dinazor


 Kelimelerimin kanatları kırık, ne kadar uğraşsam da yüksekten uçamazlar. Asfalyalarım atmış durumda, tepemde cinler halay çekiyor ve bu halayın başını da siz çekiyorsunuz, saygılarımı sunmama ramak kaldı.
Bugün gökyüzü bir tuhaf; giymiş yine gri hırkasını tepeden bakıyor insanlara. Dolu dolu gözleri, rimelleri ha aktı ha akacak. Neyi var neyi yoksa sığdırmış gözlerine; dolmuş dolmuş taşmayı bekliyor. Ansızın bi sızı gibi yüreğe düşmeyi bekliyor. Gökyüzü bile hasta olmuş malum karışık bir mevsimdeyiz bu ara. Dışarıda montla gezen insanlarda var, tişörtle gezenlerde. Gökyüzünün de kafası karışık baksanıza; hasta olmuş zavallım. Mavisini yitirmiş, öksürürken boğazına kaçmış yıldızlar.
Deniz ve gök; yeryüzünün asla kavuşamayacak iki aşığı, birbirlerinin hiç geçmeyen yansıması. Mavilerinin bile alıyorlar birbirlerinden. Sahi ne tuhaftır deniz, bir insan gibi. Gündüz tüm sevincini, neşesini mavisinde gösterir de kederini, hüznünü gecenin siyahına gizler, hırçınlığını, öfkesini grisinde atar. Canlıdır deniz.
Gece geçer, yâr geçmez. Şimdi beynimin bir köşesinden geçen vapurlar hiç bitmiyor. Evet, demiştim ya vapurlar geçiyor beynimden. Ah İstanbul'um... Neden yapamıyorum ben denizden ayrı söyle? Oturayım yanına, kafamı dizlerine dayayayım; rüzgarınla okşa saçlarımı, kirpiklerime düşen damlalarınla anlat bana... Beşiktaş'a gidip sahilde bir banka otursam, bir bıçak fırlatsam boğazın sularına, İstanbul'un boğazını kesmiş sayılır mıyım? Ya da ey gökyüzü seni alıp boğaza atsam İstanbul'un boğazına takılır mısın ki? Öksürür mü İstanbul? Peki kış böyle devam ederse İstanbul'un boğazları şişer mi?
Her neyse...
Bu şiirimsiyi sana ilaç olsun diye yazdım. Günde 3 kere yemekten sonra aç karna oku. Hiçbir halta yaramıyor...
Bir de terkedilmişliklerim  var benim, hadi biraz da onlardan bahsedelim: Sevilmemiş, üzülmüş, unutulmuş, ağlatılmış; liklerim, lüklerim, luklarım ve lıklarım. Bir sürüler, kumbaramın içinde. Bir deniz kenarında bulduğun mutluluğu, bir tren istasyonunda uğurlarsın sonra. İçten içe kızarsın ona. Gelmeyeceğini bilirim bilmesine de yine de beklerim. Yol bana, sevda kime?
Rüzgar eser, tuz kokar, martı sesi ısırır kulaklarımı, İstanbul öper yanaklarımı; kız kulesi saplanır böğrüme. Sonra uyanırım, çay suyunu koyar, fırından sıcacık simit alır gelirim; kahvaltıya seni beklerim. Ama gelmeyeceğini bilirim.
Benim mizacım böyle...
Anlamıyorum intihar edenleri, ya da etmeyi düşünenleri; yaşamadan ölmeyi nasıl kendinize yedirebiliyorsunuz ki? Ölmek kolay mı bu kadar yada pes etmek. Bu Pes oynarken daha ilk dakikalarda yediğin 4 golden sonra ikinci yarıyı beklemeden yenilgiyi kabul edip oyunu kapatmaya benziyor. Yada sohbetin başında sıkıldığında sonunu beklemeden çayını hızlı hızlı yudumlayıp biran evvel masadan kalkıp gitmeyi bekleyen kadını.
Sen hiç yalnızlıktan ölen birisini gördün mü? Göremezsin. Yalnızlık ölümcül değildir çünkü. Yalnızlığı dayanılmaz ve çekilmez kılan da budur zaten. Bazen sanki bir gün herkes gidecek, bir ben kalacakmışım gibi geliyor; ama insanlar bunu bilmiyor. Belki de bu yüzden korkularım. 
Gökyüzü bugün bir mavi, bir gri; o da bilmiyor ne ettiğini. Denizini görüyorum ama kesin hırçın, dalgalı, öfkeli kesin; görmüyorum ama hissediyorum içime koyduğu o parçasından hissediyorum ben Karadenizi. Bütün duygularını içime tıkıştırmış saklıyorum sanki. 
Seyahat yalnızlığın harcı, çoğulluktan kaçış, tekilliğe sığınış. Söylenen her söze inat, suskun kalınan her geceye bir yenisini ekleyerek yaşamak. Hiçbir düşünceye kapılmadan öylece yürümek ve yolların sonunun geleceğini bilmemek insanı mutlu eder mi?
Öyle ya sen bilmezsin; beni tanımazsın sen. Bi kapalı kutu var yüreğimde; henüz anahtarını kimseye vermediğim, kimsenin açamayacağı. Kimse yerini dahi bulamadı. Ben o kutuyu hep sakladım. Hep kaçırdım. Karanlıktan korkarım ben. Bu yüzden içime hiç bakmadan sakladım onu. Yerini biliyorum desem; yalan olur. Ve ben yalan söylemeyi sevmem.
Ayrı gezegene çıkmak istersen uzay boşluğunda asılı kaldım bu ara. Hep aynı şarkı var kulaklığımda; garip bir his uyandıran yüreğimde. Hüzün dolu şarkılar da mutlu edebilir mi? Kafamdaki trenlerden korkar oldum; ben ki o raylarda korkusuzca koşan ip atlayan hala o küçük kız çocuğu, denizine sırtını vermiş saçlarını rüzgarına bırakmış kararlı genç kız... Bir acemi tomurcuk, yüreğim daha çocuk... Yağmurlarda ıslanmak istiyorum doyasıya, sırılsıklam...
Gökyüzü ağlasa da denizine ben de eşlik etsem... Yüreğimdeki denizin gökyüzünü bulamamışsam daha ben miyim suçlusu?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder