5 Mart 2014 Çarşamba

Ayrı Gezegene Çıkmak İsterken Uzay Boşluğunda Asılı Kalan Birinci Tekil

 Vapurlar geçiyor beynimden. Dolabın en naftalinli yerinde unutulmuş bir hırkanın hüznü var bu gece. Cevabını hiç kimsenin merak etmediği bir bilmece gibi işte... Vapurlar geçiyor beynimden. Koca bir çekiç beni yer yüzüne çakıyor, doğduğum günden beri mezarıma çakılıyorum.
Şarkıcısını bir türlü anımsayamadığın bir şarkı olup aklına takılıyorum. Dilinin ucundayım. Elinde avucunda.Bindokuzyüzyetmiş kokan bir sandığın dibindeyim, bir dokunsan yüzüm yetmiş yerinden pare...
Bu ne karanlık bir gece. Gökyüzü öksürürken boğazına kaçmış yıldızlar.
Üstümde tuhaf, sis gibi bir endişe var. Tarif edemiyorum tam olarak ama endişe olsa gerek. En azından içinde endişe barındırdığından eminim. Ve nedensizce kasılıyorum, kaskatıyım sanki, ölmüşüm de bedenim katılaşmaya başlamış gibi. Konuşamıyorum, suskunum, konuşamadıkça daha sıkıcı bir hal alıyorum. Yazabiliyorum bak ama konuşamıyorum işte. Konu ne kadar ilginç olursa olsun aklıma konuyla ilgili en ufak bir kelime bile gelmiyor. Zar zor kurabildiğim cümlelerin başıyla sonu 2 farklı konuya ait. Yüklemlerim yarım yamalak, çekim eklerimde ünlü uyuşmazlıkları var. Çoraplarım beyaz kedi tüyü, onlar güzel. Ama işte damarlarım yoğun, nöronlarım serotoninsiz, sırtımdan aşağı doğru omurga kemiği üzerinden neşter kesiği istiyorum. Kendimi kendimden çıkartabilsem ara sıra...
Otomatik pilotuma boyun eğdim, olur da düşersem suçu ona atacağım. Böyle de sorumluluktan uzak biriyim bu ara. Doğru olmaya çalışmaktan kaçındıkça doğru olmaya çalışmamı gerektirecek ironik durumların içine atıyorum kendimi. Yokuş aşağı yalpur yulpur koşarken kendime çelme takıyor, sonra da düşmemeye çalışıyorum. Evet, tam omurga üzerinden kesin, belime kadar. Gerisi çekince gelir. Yorgunum hafiften, ağrıyorum. Ne olur sabah tüm müdahalelere rağmen uyandırılamasam? Ve evet ben sadece bir gecede dünyanın en iyi insanından bile nefret edebilme özelliğine sahip bir insanım.
Yüreğinin götürdüğü yerde kırılıyorsun; aklının götürdüğü yerde yanılıyorsun. Yüreğin aklına, aklın yüreğine uymadığı zamansa darılıyorsun. Sonra ne akıl kalıyor insanda ne de yürek; işin içinden çıkamıyorsun.Ne beklediğini bilerek ama beklemeden yaşayacaksın. En çok beklediğinin, gelse bile bir gün; hiç bir zaman beklediğin anlamda gelmeyeceğini bilerek. Keşke bir yolu olsa da anlatabilsem içimdekileri, anlatması zor sevinçlerimi, kederlerimi. Biri kocaman dinlese beni susmama izin vermeden. Yorgun susmuşluklarım var benim sadece. İstesem de yorgunum gitmelerin tümüne.
Akşam çöküyor şehre, benim olmayan bu şehre de akşam çöküyor; akşamın ve şehrin bu sessizliğine inat nispet edercesine içimden, ta gönlümden yükselen çayımın buğusundan başka bir de anlayamadığım bir müzik var ki iki gözüm sorma gitsin.
Aşk dediğin çelişkiler cumhuriyeti. Saatlerce konuştuğun değil birlikte sustuğun insana aşık olurken, birlikte susmaktan korktuğun kişiye zaten aşıksındır. Yanında saçmalayabileceğin yada çocuklaşabileceğin insan istersin, halbuki yanında değil birlikte saçmalayacağın yada birlikte çocuklaşacağın insandır gönül tahtına oturan her zaman. Aşk kadına yakışır, sevmek adama. Ve bir kadın sevdiği adamın içindeki fırtınaları görür. Kısaca bunlar karışık mevzuatlar. Mısır piramitleri misali içinden çıkılamayacak mevduatlar, boş veriniz.
Yalnızlık doldurmuş dünyayı. Oysa sevmek güzel şey, ümitli şey, umutlu şey. Fakat malum yaşam telaşı; herkes birilerine bi'şeyleri hatırlatmakla olasıya meşgul şu hayatta. İçimizde kitaplar birikiyor, tiyatro oyunları gösteriliyor, şarkılar söyleniyor; bizse okuduğumuz kitaplarda, aslında kendimize rastladığımızı sandığımız yerlerin altını çiziyoruz.. Fosforlu bir sevinçle..
Ben?! Anlatmıştım ya daha önce de... Hani şu gecenin yarısı radyoda duyup da adını bir türlü bulamadığınız bir şarkıyım bazen. Siyah beyaz temelde aynı anda tüm renkler içinde. Ya da sokakta amaçsızca gülerek yanınızdan geçen bir insancık. Susarak oturan bir insan da olabilir. Suratı asık bir kişi de tabii ki. Aylak adam gibi mesela. Ben. Defalarca izleyebileceğiniz ama hiç vakit ayıramadığınız bir film. Sabah uyanıp aynada gördüğünüz o korkunç ifade. Sözlerini anlamadığınız halde defalarca dinlediğiniz bir şarkı. Sözlerini anlamadığınız halde defalarca ettiğiniz bir dua. Sözlerini anlamadığınız halde defalarca kaçtığınız bir aşk. Ben. Akşam oldu hüzünlendim ben yine şarkısındaki özne. Yine bu yıl ada sensiz şarkısındaki gizli özne. Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul'un şarkısındaki aşık. Bir de huysuz ve tatlı, gülüşüne ömrümü sığdırabileceğim adama aşık. Ben. F5 tuşu. Hani mesaj gelir diye belki. Ya da sağ tık > yenile. Bazen Ctrl + C. Bazen Ctrl + V. Temelinde; 00100100100100... Ben. Sıkıldım. Utandım. Üzüldüm. Aşık oldum. Aşık ettim. Terk edildim. Terk ettim. Ağladım. Güldüm. Yıkıldım. Ayağa kalktım. Göklere uçtum. Geri düştüm. Ben. Sustum. Konuştum. Dinledim. Bıraktım. Getirdim. Götürdüm. Sevdim. Kaçırdım. Takıldım. Arandım. Ben. Sen. O. Biz. Siz. Onlar. Ve hiç bir şey aslında daha bir sürü şey. Peki niye? Biliyor musun sen? Bende bilmiyorum özünde. Geldiği gibi artık yaşıyorum sadece.
Birde ellerim üşür. Her ne kadar yüreğim sıcak olsa da. Gönlüm dünyanın sıcaklığından dem vursa da. Soğuk bir dünyada olduğuma tanıktır ellerim. Seni saklayacağım inan. Yazdıklarımda, çizdiklerimde. Şarkılarımda, sözlerimde.
Eğer yağmur gülümsetmeye başlamışsa aşk bir nefes kadar yakınında farkedilmeyi beklemekte demektir. Belki de yağmur bu defa henüz farketmesen de aşkı getirmiştir, kim bilir.. Yağmurlar aşk getirir.
Ve en son, her şey geçtikten sonra elimizde şarkılar, kitaplar ve bir bardak demli çayımız kalır. Şimdi otur biraz konuşalım iki gözüm. Muhabbetin içinden kuşlar geçsin. Zeki Müren olsun, yağmur olsun, uzaklar olsun ve birde kitap kokuları olsun. Yeterince tanımıyorsak belki.. İnsanları pencereden izlemeyi severim. Yalnızlığım içime dokundu. Bir insanı gerçekten sevmek mümkün mü?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder