10 Temmuz 2014 Perşembe

Çıplak Ayaklı Düşes



Siz uyurken ben kalktım yürüyüş yaptım, evleri sildim, süpürdüm, toz aldım, çamaşırları serdim şimdi de kalkıp yemek yapıcam. Merhaba gençler!
Tulum+kemençe+çay = düşünmek için her şey hazır. Artık çayın bana verdiği yetkiye dayanarak istediğim kadar saçmalayabilirim. (http://youtu.be/JBQY5Es_Q8s)
Bir eski şarkı, bir eski bahar, bir bildik deniz... Vakit nisan ortasında bir akşam. İşte şimdi tablo tamam.
Ve gece, çok gece… İki artı ikinin dört etmediği saatler bunlar. Herkes kendi tarzında şizofren.  Ve artık her şey geçtikten sonra elinizde yalnızca şarkılar, şiirler, kitaplar ve bir bardak demli çay kalır. Acabalardır insana dert olan. Çayın saati mi olur? İngiliz miyim ben? Çay şiirin sıvı halidir. Her yudum çayda düşündüğümüz, her duada bahsettiğimiz insanlar var. Allah yokluklarını göstermesin. Demlikler dolusu çayı muhabbetiyle bitirebileceğimiz insanlar nasip olsun ömrümüze.
Ama söylemek lazım işte, içinde ne varsa söylemek lazım. Peki ya iç dünyamızda olanlar? Onlardan haberiniz var mı? Her ne düşünüyorsanız onu düşünmeye devam edin.
Ölüm gibi bir şey oldu ama kimse ölmedi. O işler öyle kolay değil işte. Geç kalıcaksın. Bazı şeyleri o kadar kolay söyledin ki. Umarım pişman olmazsın. Hüzünlü bulutlar yoldaşın olsun. Bir keskin kalem, bir kırık gözlük yürekli yiğitlere hatıran olsun. Uğurlar olsun.
En iyi niyetli şeyler de bile kendimle ilgili kötü sonuçlar çıkarabilirim. İyiler ilk görüşte tanınmaz. Bazen uyuyup uyanınca değişen tek şey, yarım yamalak görülen rüyaların gözaltlarını her geçen gün daha da kırıştırmasıdır. En azından bizim cephede durum böyle.  Söyleyeceklerim bu kadar.
Benimde çok istediğim şeyler var mesela. Bağzı anlar hiç bitmesin, anneme ömür biçilmesin, çay soğumasın, şarkılar hiç susmasın, dostluklar yarım kalmasın, sevdalar eskimesin, kitaplar küsmesin, bir de; neyse. Kent ışıklarını yaksa da karanlıkta kalır martı çığlıkları. (-da hep ayrı.)
Bir plak olsam, Zeki Müren çalsam, bozulsam, aynı yerde takılsam ve hep tekrarlasam. Beynimde hep manalı bir uçurum. Gittiğim her yerden az evvel çıkmış gibiyim, nereye baksam bulamıyorum kendimi. Olduğum hiçbir yerde değilmişim gibi geliyor, olmadığım her yerde de varmışım gibi. Ne istediğimi tam olarak bilmiyorum. Bildiğim şey... Herkesin bana ne yapmam gerektiğini söylemesinden bıkmış olmam. Bardak kırıldı. Dolu tarafından bakmak?
Atmosferden yeryüzüne kadar bütün coğrafya şahit olsun ki; sadece uçurtmalara ve kuşlara ev sahibidir maviliklerim. Ne demiştik: “mutluluk mavi çocuk, oynardı bahçemizde.”
İçimde bir masal cücesi, bir orman ciniyle birlikte natürmort modellerini kemiriyor. Bitmiyor, sadece bazen ‘belki güneşli bir günde veya kalabalık bir gecede’ geçtiğini sanıyorsun ama geçmiyor esasında. Alışıyorsun zamanla. Çekip gidene her şey mizah, kalıp bekleyene her şey şiirdir.
Biz ki kendi topraklarında yurdunu arayan mülteciyken; hangi umuda yelken açıp hangi sevdada murada erelim. Küsmek önemli gençler, öyle her önünüze gelene de küsmeyin. Nazım Hikmet anlatmış vaktiyle önemini. Ben çok kıskanıyorum Piraye’yi. Kim sevilebilir ki bu kadar güzel?
 ‘Özlem’ mastar ekini taşıyamayan yaşlı bir sözcük artık. Sırf yaşayabilmek adına sınırlandırılması gereken bir duygu. Bu şarkılar şifa duaları. Yalnız şarkılara fazla pul biber atıyorlar. "Ah"lar da sevdaya dahil. Bir adam bir kadını yüreğine koyup kötü olan her şeyden kaçırabilmeli bazen.
"...bir de öfkeni gizleyemezdin yani gizlerdin de benden gizleyemezdin. Ben gözlerine baktığım an anlardım içinde olup biteni. Bi kadın sevdiği adamın içindeki fırtınaları görür. Bana bişeyler söyle ama senin dilinden olsun. Belki anlamam dediğini ama senin dilinden olsun." dedi kadın; "Son kez kirpiklerinden öpüyorum kadın… " dedi adam. İşte bunlar hep aşk.
Çok sevilmek için ölüyorsunuz. Çok sevilince, dirilip öldürüyorsunuz çok seveninizi. Hevesinize, gücünüz yokken "aşk"; varken "kısmet" demeyin! Hem sevmek de yorulur…  Nar tanelerini kabuğun içine tek tek yerleştiren, seni de hangi gönüle yerleştireceğini bilir elbet. Hiçbir acı bakî değil, üflersin geçer.  Ah sizin şu “benzemez kimse sana” ezgileriyle başlayıp “sende artık herkes gibisin” şiirleriyle biten aşklarınız. Asıl mesele birini "Sen bu şarkıyı çok seversin" diyebilecek kadar tanımaktır.
Hem insan ayrılınca değil, yeniden kavuşma ihtimalleri tükenince yıkılır. O zaman hayat son zerresine kadar kocaman bir can sıkıntısına dönüşür. Sanki son vapuru kaçırmışsın da bir adada mahsur kalmışsın, güneş ağır ağır batarken sonraki vapurun hiç gelmeyeceğini söylemişler sana, bunun can sıkıcı bir şaka olmadığını, gerçek olduğunu söylemişler. Buydu vaziyetim. Beni o kış bir kişi terk edip gitmişti ama sanki iki yüz elli kişi terk edip gitmiş gibi hissetmiştim. Çay bardağıyla konuşmaya başlayınca anlarsın onu, tam böyle kendini çay bardağınla dertleşirken bulduğunda, işte o an. Ne? Karanlıktan korktuğunda yüksek sesle kendi kendine konuşmadın mı sen hiç?
Yüzüne bakıp da derdini hissetmeyen dosta, kelimelerin zaten gücü yetmez bir de. Hem derdini anlatmış olacaksın, hem de anlaşılmayacaksın. En iyisi sus. Bari derdin dökülüp ziyan olmasın.
Önünüzden kara kedi geçmesi, hayvanın bir yere gitmekte olduğuna dalâlettir. Yani her şeyin altında çok da bişey aramayın. İşime gelmeyince konu değiştirmede öyle profesyonel davranıyorum ki, bence uzmanlar beni bir düşünmeli. 10 dakika içinde 8 kere mutlu, 9 kere mutsuz, 7 kere neşeli, 5 kere agresif olabiliyorsam benim suçum mu yani? Her 30 saniyede bir ruh halim değişmese bende daha dengeli bi insan olabilirdim pek tabii.
Bi’ yabancı düşün. Kalbinin atışını ezbere bildiğin bir yabancı. Ne garip di'mi? Garip değil işte; bunlar hep mümkün.
Sen bilmez sanırsın ama gönül hisseder gizlediğin hayaleti. Çok bunaldığın anlara bak; muhtemelen çekip gitmenin zamanını kaçırdığın anlardır onlar. Bütün kadınlar, bir erkeğin omzunun üzerinde uyumak ister. Siz beni dinleyiiiin; seven sevdiğini sahura kaldırsın.
Gündelik sıkıntıları, gelecek kaygısını, ne yapacağını bilmemenin vermiş olduğu çaresizlik hissini, unutulan düşleri ve yalama olmuş hatıraları… Hepsini boşverin. İsmail Abi o kadar beklemiş gelmemiş o gemi. İçimiz hep bi “hoşça kal” ülkesi. Öyleyse hadi bakalım sende hoşça kal…
Hayırlı zamanlar dostlar, bu seferki tek şarkılık yayınımıza hoşgeldiniz. Öyleyse sıradaki şarkı, bu geceki şarkımız, her bitişle yeniden başlayanlara, her yeni güne, ''bu son olsun'' ümidiyle uyananlara, tek isteği yeniden aldığı nefesi hissedebilmek olanlara, kaybettikçe değişenlere, acısıyla beraber büyüyenlere gelsin... Dikkat edin, ameliyatlı yerinize gelmesin… Kalın sağlıcakla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder