28 Kasım 2017 Salı

Antik Karmaşa


Dolunayın altında ıhlamur ağaçları, ve solda yürüyen kadının sağ omzu. Ayrık otunu bilir misiniz? Şimdi bir tren penceresinden başka yaşamlara bakar gibiyim. Zaman bir salyangozun vücudunda yaşıyor burada. Ve çok ağır ilerliyor. Sabah uyanır uyanmaz saçlarımı toplarım yerden.
Her gün düzenli olarak saçlarımı topluyorum yerden. Parmağımı ıslatıp geceden yere düşen yıldız küllerini yapıştırıyorum parmak uçlarıma, sonra parmaklarımdan birini kalemtıraşa sokup derimi yüzesim geliyor, vazgeçiyorum. Sıradan bir sabah işte. Tekrar uyanmış olmanın verdiği memnuniyetsizliği ekarte etme çabaları... Sabah güneşinin ışıldattığı rengarenk reçel kavanozlarının dizili olduğu ahşap bir mutfak rafı düşlerim sık sık. Bütün kötü alışkanlıklarımı gözden geçirir, hiçbirisinin aslında kötü olmadığına kanaat getiririm. Gerçi ne büyük zaaf inanmak! Ne büyük bir çıkmaz her gün yeniden uyanmak!
Her yara, yeni bir şey öğretiyor insana. Ayakta kalmasını öğrenmiş insanlar için, kaybetmek büyük bir mesele değildir. Kafamda bir tuhaflık vardı, içimde de ne o zamana ne de o mekana aitmişim duygusu.
Sonra bir gece yarısıydı, penceremden süzülen bir parçacık ay ışığının üzmesine uzandım, uzun uzun seyrettim gökyüzünü; gökyüzü ki her yerde aynı, tek buluşma noktası. Geçen zamanda kaybolan insanları düşündüm; onlardan biri olup olmadığımı. Bütün gökyüzü doldu ciğerlerime fazla havadan nefessiz kaldım. Kaç fırtına kopuyordu gönül denizimde ve ben inatla hiçbirini duymamak için ne kadar uzun süredir kapatmıştım yüreğim sesine kulağımı. Azad ettim tüm gönül kuşlarımı; çok uzaklara gittiler gökyüzünün sonsuz karanlığında, kızardı saçlarım yandı o derin karanlıkta.
Gönül dediğin öyle ağır yüklere ev sahipliği yapıyor, öyle ardına kadar açıp kapılarını ağırlıyor ki hüzünleri; bu kadarını ben mi barındırdım diyorsun. Etrafına ördüğü kalın yüksek duvarlar, kuşandığı zırh ve oklar hiçbiri boşa değil bir kere daha anlıyorsun. Yaraları ortak insanlar elbet daha iyi anlaşır.  Beklenen ve bekleyen yolların bir yerde kesişmesi için beklemekteler; peki ya benim beklediğim?
Bir hayali bekliyorum ben; aslında hiç var olmamış ve belki de hiç varolayacak olanı. Kafamda olup bitenler, beni benden ettiler. Gelir mi her beklenen umulmadık kışların baharlarına? Bilmiyorum. Her insan için doğru insan var mıdır?
Doğru adam, sevgiyle büyümüş olduğu için, kendini belli ediyor. Kestirip atmıyor, gönül alıyor, ayrılmayı değil onarmayı tercih ediyor, güzel seviyor, sarıp sarmalıyor ve baya “ev” oluyor. Tanıyorsun görünce yani. Zaten evini nerde görsen tanırsın. Bazı rastlantılar insana her şeyin mümkün olduğunu inandıracak güçte ve güzellikte. Griden karaya çalan gökte bir parça buz mavisine tutunur gönlümüz. Gökyüzüne bakarak uyuyan insanlar umutlu uyanır çünkü. Benimkiyse bürgün gelecek umuduyla beklenen o adama duymayacağı bir sesleniş. Varsın olsun bu da böyle olsun.  Aynı duayı birbirinden habersiz eden iki insan, er ya da geç birbirlerine kavuşur. Bir yerlerde elbet aynı duaya amin deyip gözlerinizin uykuya yenik düştüğü birileri vardır habersiz beklenen.
Senin hikâyenin figüranı olabiliyorum en fazla öyle değil mi? Hiç repliğim yok. Hem zaten kelimelerim yetmiyor; bir cümle kurmaya kalksam yarım kalıyor, nefesim kesiliyor. Sen duymayınca da beni ben yarım kalıyorum, şehir halkı çok üzülüyor bu duruma. Karanfil’de konçertolar çalıyor, birileri bize kadeh kaldırıyor. Güvercin ölüleri düşüyor kaldırımlara patır patır, sokak kedileri bir merdivenin kenarına sinmiş olan biteni izliyor. Ben sadece bir araç oluyorum senin için, bu da bana dokunuyor. Olsun, şikâyet etmiyorum. Bir kadın ruhunun her kıvrımı seninle doluyken, hiç konuşmadan, olması gerektiği gibi, elinde sadece bir fincan kahve varken bile sevebilir. Ne büyük zaaf inanmak!
Bir yanım mis gibi çam ormanları tepelerinde tabak gibi dolunay diğer yanım deniz. Deniz hep benimle ama siz göremiyorsunuz. Önemli olan "deniz yâresi" deyi kime seslendiği. Her yere yakışıp hiçbir yerde kalamamak gibi benimkisi.
Çok değil 100 yıllık bir yalnızlık bu bendeki, 100 yıl kadardır belirsiz bir bekleyişteyim. Bir kez daha emin oldum ki her şeyiyle ben bu zamana ait değilim. Ve yanılmıyorsam yalnız insanların, kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman. Ve o zamanlar mutsuz olduğunda insanlar, yok olurmuş bazı dakikalar.
Vücudum radyasyon üretiyor olmalı, yoksa duygularım böyle biçimsiz mutasyonlara uğramazdı.
Mutluluk, mutsuzluklarımızı geçici olarak unutmamızı sağlayan anlara verdiğimiz bir isim. Ve bulutların yaşadığımız duygusallıklara göre hareket ettiğine dair herhangi bir kanıt yok. Zaten ne zaman hareket halinde bi uçak görsem hep düşüyormuş gibi gelir.
Bir şeyler birilerini kırdıktan sonra kırıldıktan sonra önemli olmuyor. Ah içim ve güz yaprakları misali savrulan sancılarım, bir sonbahar taşıyorum aslında gözlerimde kimsenin görmediği, ilkbahar tadında görünüp savruluşu bundandır yüreğimin. Geçti artık göğsümde kuş barınmaz anladım. Rıhtımlar, güz halatları, daha bir sürü şey ve görünmeyen şuramda darmadağınık.
Terliklerimle gelsem sana, sonunda aşkı bulmuş gibi? Saçım omzunu kessin. Sonra denize göm beni. Sen denizsin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder